İmsak:
Güneş:
Öğle:
İkindi:
Akşam:
Yatsı:
Kıssadan Hisse

BİZİM HALİMİZ

Ankara’da bir kurumda genel müdür olan arkadaş anlatıyor:

Abone OlGoogle News
12 Mayıs 2021 17:07

Ailevi problemler yaşamış ve eşimden boşanmıştım. Psikolojik olarak çok yıpranmış, dengemi kaybetmiştim. Başarılı bir yönetici olmam hasebiyle toparlanayım diye kurum bana 1 ay mazeret izni vermişti.
Bu süre zarfında yeni bir evlilik yaptım ve kafayı toparlamak için yeni eşimle birlikte Uzak Doğu seyahatine çıktım. Yolumuz Endonezya’ya uzandı.
Başkent Cakarta’da büyük bir mağazaya girdik ve eşime uzak doğu kumaşı almak istedim.
Pazarlığını yaparken Türkçe konuşmamızı duyan mağaza sahibi İngilizce “Siz Türk müsünüz?” diye sordu.
Evet cevabını alınca çok heyecanlandı ve bana sarılarak;
“Bu kumaş size hediyemizdir, lütfen kabul edin; mağazamız açıldığından beri ilk defa bir Osmanlı torunu şereflendiriyor” dedi.
Bizi odasına davet ederek kahve ısmarladı.
Ayrılırken “Yarın Cumayı nerede kılacaksınız?” diye sorunca ben afalladım.
Bende namaz abdest yok.
Ama bu kadar iltifat gördükten sonra da kılmıyorum demeye de utandım.
“Ben buraya yeni geldim. Şehri tanımıyorum. Siz hangi camiye götürürseniz ben oraya gelirim” dedim, kıvırttım.
Mağaza sahibi;
“Tamam, ben sizi yarın araba ile aldırırım” dedi
Otelin adresini verdim ve çıktık.
Bir dükkandan kendime takke satın aldım.
Ertesi gün (Cuma) beni otelden aldılar.
Cakarta’nın en büyük camisine götürdüler.
Minber’in hemen yanında bana yer ayırmışlar.
İmam hutbeye çıktı ve “Sevgili kardeşlerim, eğer bizler burada dinimizi rahat yaşıyorsak, huzurla Allah diyebiliyorsak, hak-hukuk-adalet ile tanışmışsak, insanca yaşıyorsak ve şimdiye kadar bu vasıflarımızı koruduysak bilin ki bu OSMANLI sayesinde olmuştur. Allah bu millete zeval vermesin. Sevgili kardeşlerim biliyor musunuz? Şu anda aramızda Osmanlı torunu vardır. Cumamız bununla bereketlenmiştir. Şimdi hutbeyi okumak üzere onu davet ediyorum” dedi.
Ve der demez hızla geldi ve sarığı cübbeyi bana giydirdi. Olaylar o kadar hızlı gelişti ki itiraz etmeye fırsat bulamadım.
Şok oldum, bana bu kadar değer verileceğini tahmin bile edemezdim. Kalktım mecburen. Cuması, namazı olmayan ben şimdi hutbe okuyacaktım...
Minbere çıkarken içimden nasıl yalvarıyordum, anlatamam.
“Aman yarabbi, beni bu güzel insanlar karşısında mahcup etme, aman yarabbi beni ve milletimi rezil etme, aman ya rabbi bana yardım et, ayıbımı gizle, yarabbi beni bu badireden kurtar, beni bu zorluktan kurtar diye yalvara yakara minbere çıktım. Yüzümü cemaate çevirdim. 25 bin kişi. Onlar bana bakıyor… ben onlara bakıyorum derken dilim çözüldü:
“Sevgili kardeşlerim size Türkiye’den kardeşlerinizden selam getirdim”.
Hep bir ağızdan ve “aleykümüsselammm” diye camiyi titrettiler.
Ve devam ettim:
“Sevgili kardeşlerim hiç şüpheniz olmasın ki Osmanlı dimdik ayaktadır, her zaman arkanızdayız, her zaman İslam’la, hakla birlikteliğimiz devam ediyor, size her zaman yardıma hazırız vs..vs..”
Cemaat öyle bir dalgalandı ki;…
Hutbeden sonra beni büyük bir konvoyla otele bıraktılar, devlet başkanı uğurlar gibi. Onlar gidince otel odama girdim, ağladım, ağladım.
“Hey Allah’ım; dünyadaki insanlar, mazlumlar bizden ne bekliyor, biz ne işle uğraşıyoruz?”

Yorum Yazın