BIST9.915,62%2,05
USD32.509%-0.09
EURO34,7760%-0.56
ALTIN2.438,67%0.10

Osmanlı’da çocuk olmanın anlamı

Yavuz Bahadıroğlu

Abone OlGoogle News
30 Ekim 2020 09:19

Osmanlı’yı diri tutan temel müessese ailedir: Onu mahalle, mescit, esnaf teşkilâtları (lonca) ve sohbethâneler tamamlar.

İsviçreli Prof. Gaston Jezz yazıyor: “Ben Batılı bir âile hukuku profesörü olarak diyorum ki; Türk milletinin elinden âile nizâmını alınız, geriye çok bir şey kalmaz.”

Osmanlı Devleti’ni yücelten olgunun temeli olarak aile ve toplum yapısını gören Jezz, şöyle devam ediyor: “Osmanlı âile hayatındaki güzellik, nezâhet ve samimiyet zannetmiyorum ki, başka bir yerde olsun. Osmanlı’daki İslâmî hayat, huzurlu bir hayatın zirve noktasıdır. Birbirine sevgi-saygı ile bağlıdırlar. Bayramlarda, kandillerde küçüklerin büyükleri ziyareti, büyüklerin küçüklere iltifatı şiir gibi bir hayatın ipuçlarını veriyor. Osmanlı aile hayatı güzelliklerle doludur. Toplumsal yapı edebiyatla süslenmiştir. Hayat şiir gibi yaşanmaktadır. Bütün bunları ailede öğreniyorlar.”

Tabii onu “eğitim” tamamlıyor: Önce Allah inancı, arkasından ahlâk, irfan, hikmet ve dini temel bilgiler. Nihayet çağın müspet ilimleri: Tarih, coğrafya, matematik, kimya…

Ama en çok ahlâk, fazilet, dürüstlük, helâl-haram, sevap-günah, sorumluluk duygusu, iyilik alışkanlığı…

Fransız yazar Baronne Durand de Fontmange’in,“İstanbul Günleri” isimli kitabındaşöyle bir tespit var:

“Ülkenin asırlık âdet ve an’âneleri ile dînî hükümleri her seviyedeki kadını koruduğu için, Osmanlı’da ne iğfâl edilmiş kız hikâyeleri, ne sokakta bulunmuş çocuk, ne düello, ne de intihar var…”

Onyedinci yüzyılda İngiltere’nin İstanbul sefirliğinde bulunan Sir James Porter ise bizi şöyle övüyor:

“Çocukların analarıyla babalarına karşı besledikleri hürmet, bilhassa takdire değerdir. İstanbul’da tabiatın yüzünü kızartacak derecede çığırından çıkmış evlâtlar az görülür... Türklerde baba sevgisi çok kuvvetlidir. Çocuklarda sonsuz bir itaatle birlikte, evlâtlık vazifesiyle alâkadar olabilecek her şeye karşı sarsılmaz bir bağlılık görülür...”

A. L. Castellan’dan da bir tespit sunayım: “Türkler, ihtiyarlara ve çocuklara büyük ilgi gösterirler.”

A. Ubicini:“…Çocuklarına bundan daha fazla sevgi, özen ve şefkat içinde yaşatan bir memleket bilmiyorum.”

İngiliz yazar Thornton: “Sâde bir din olan İslâmiyeti, çocuklar, analarıyla babalarından öğrenirler…Türklerin ahlâki, çocuklukta, iyilik telkini alarak değil, toplumda kötü örnek görmeyerek gelişirler...”

Bun tespitlerden de anlaşılacağı gibi, ceddimiz, hayatın tümünü çocuklarıyla paylaşırlardı. Şimdi ancak zaman kırıntılarını paylaşabiliyoruz.

İşin özü ve özeti sanırım budur. Günümüzde kötü örnek çok, iyi örnek ise yok denecek kadar azdır. Çocuklarımız “kötü örnek”lerle iç içe büyüyor. Sonuçta “kötü” ve “kötülük” normalleşiyor, sıradanlaşıyor, tabiatıyla da kanıksanıyor. Bu durumda önce kendimiz (anne ve baba), sonra öğretmenlerimiz, eğitim müfredatı ve toplum “iyi örnek” olacak şekilde olmalıdır.

“Doğru çocuk” ve “İyi insan” yetiştirmenin daha kestirme bir yolu yoktur.

Yavuz Bahadıroğlu

Akit TV köşe yazarı