Osmanlı asırlarında ramazan
Yavuz Bahadıroğlu
Ramazanda fiyatların artmasını bir türlü engelleyemiyoruz. Hele bir de virüs çıkınca, “vücudun savunma sistemini güçlendirir” denilen ne kadar sebze-meyve varsa, fiyatlar ikiye katlandı.
Vicdan sükût etmiş…
Eskiden böyle değildi. Müslümanlar Allah’tan, azınlıklar devletten korkardı. Çarşı-pazar sıkı sıkıya denetlenir, hile yapanlar oracıkta falakaya yatırılır, suçları daha ağırsa zindana atılırdı. Halkı aldatmanın cezası ağırdı.
Hemen hemen her padişah, ramazan öncesinde ilgili devlet birimlerine hitaben bir “Hatt-ı Hümâyûn” yayınlar, fiyatların dikkatle izlenmesini, keyfi fiyat artışlarının mutlak surette engellenmesini isterdi.
Bu Hatt-ı Hümayûnlardan biri de Sultan Dördüncü Mustafa’ya aittir. Sultan Mustafa,ramazan öncesinde oluşabilecek keyfi fiyat artışlarına dikkat çekip hem esnafı, hem de halkı uyarmaktadır (Başbakanlık arşivinde 53351 numara ile kayıtlı bulunan 1807 tarihli ferman).
Herkesin narha (hükümetin belirlediği fiyat) dikkat etmesini isterlerdi. Esnaf tamahkârlık etmemeli, ramazanı fırsat bilip zam yapmaktan kaçınmalıydı. Ayrıca mahalleyi yöneten imamlara da “tembihname”ler gönderilir, bu konuda halkı ikaz ve irşad etmeleri istenirdi.
Sadrazamlık da hükümet adına ramazanda “tembihname” çıkarırdı. Bu tembihnâmelerde genel olarak evlerin, camilerin, dükkânların ve sokakların, ramazan hürmetine temizlenmesi istenir, uyulması gereken kurallar hatırlatılır, ramazanın huzurunu bozacak davranışlardan kaçınılması tembihlenirdi…
Tabii ki amaç halkın ramazan ayını huzur ve güven içinde yaşamasıydı.
Hatırlanması gereken hususlardan biri de, ramazanın bayram gibi coşku içinde karşılanması, bu çerçevede ramazan öncesinin bir “hasret yürüyüşü”ne dönüşmesidir.
Şu yarı hapis hayatı yaşadığımız, camilere gidemediğimiz, Cuma ve teravih kılamadığımız günlerde eski ramazanların kıymeti biraz daha ortaya çıkıyor.
Osmanlı toplumu, ramazana, “misafir” muamelesi yapardı. Ramazan hürmetine evler, dükkânlar, sokaklar, meydanlar köşe-bucak temizlenir, bir sürü imkânsızlığa rağmen her yer tertemiz edilirdi.
Bunu mahalle kadınları “İmece” usulüyle yaparlarmış.
Mahalle camii silinir süpürülür, halılar ve kilimler yıkanıp yeniden serilirmiş.
Bu yüzden ramazan boyunca camiler taze sabun kokarmış.
“Allah’ın evi” (camiler) temizlendikten sonra, mahallenin kadınları yine el birliği içinde sokakları süpürüp yıkarlarmış. Sokaklar bile ramazan boyu mis gibi sabun kokarmış.
Nihayet sıra kendi evlerine gelirmiş: Önce çamaşırlar yıkanır, ardından odalar köşe bucak süpürülür, tahtaları fırçalanır, tamire muhtaç yerler onarılır, kısacası evler, “sultan misafirliğe gelecekmiş gibi” hazırlanırmış.
Bir anlamda gelmesi beklenen de bir sultandır zaten: Onbir ayın sultanı: Himmet, hikmet, himmet, rahmet, merhamet, bereket, mağfiret, kardeşlik ve birlik-beraberlik idrakinin simgesi…
Ramazan sadece iftar ve sahur değil, aynı zamanda ilimdi, irfandı, ahlâktı… Hattâ medeniyetti…
Ramazan hürmetine Darulhilâfe (hilâfet merkezi İstanbul) yer yer süslenir, ramazan öncesinde karanlık olan sokaklar, yine ramazan hürmetine, son derece itibarlı bir misafir karşılanacakmış gibi, ışıklandırılırdı.
Bu arada bazı insanlarda da büyük değişiklikler olurdu. Oruç tutmaya niyetli olan herkes şehir hamamlarına âdeta hücum eder, günahlardan arınmak niyetiyle yıkanırlar, ardından büyük camilerden birine gider,şeyh efendinin huzurunda “Tövbe-i Nasuh üzre tövbe” ederlerdi.
Not: Geçmiş olsun dileklerini ileten tüm dostlara teşekkür ederim.