BIST9.767,60%0,52
USD32.5762%0.12
EURO35,0297%0.16
ALTIN2.456,69%0.84

“Eskiyi unut, yeni yolu tut” -5-

Yavuz Bahadıroğlu

Abone OlGoogle News
14 Ekim 2019 01:33

Osmanlı’da “Bir acı kahvenin kırk yıl hatırı var”dı. İkramı severler, birbirlerine de, misafire de sık sık kahve ikram ederlerdi…

İftar sofrasında konuklara, “Tatlı yiyelim, tatlı konuşalım” sözü eşliğinde önce bir kaşık bal sunulurdu… Sonra Allah ne verdiyse kaşıklanırdı…

Haberli ya da habersiz gelen misafirlerden biri su ister ve içerse, suyu verene “Su gibi aziz ol” diye teşekkür eder ya da kendisinden genç biri su vermişse, “Berhudar ol” diye dua ederdi.

Ramazan boyunca sadece camilerde değil, konaklarda, hatta sıradan evlerde hatimler indirilir, yürekler Kur’an ikliminde yumuşatılırdı…

Kahvehaneler “Cafe” değil, “Kıraathane”, yani bir nevi “kültür evi” idi. Akşam namazıyla yatsı namazı arasında yahut yatsı sonrasında bir araya gelen mahalleli, bu kültür evlerinde edebiyat, şiir, kıssa, menkıbe dinleyerek kültürünü beslerdi. Bu yüzden Osmanlı insanı “cahil” kalmazdı:İlim sahibi olmayanlar bile “irfan” sahibiydi…

Misafire “Aç mısınız?” diye sormak ayıp sayılırdı. Bunu kahve ile test ederlerdi. Misafir önce kahvenin yanında getirilen suyu alırsa aç sayılır, kahveyi alırsa tok sayılırdı. Ona göre ya sofra kurulur ya da mevsim meyvesi ikram edilirdi…

Osmanlı insanı “Yiyeceğini değil, yedireceğini düşün” (atasözü) derdi. Toplumun en fakirleri bile “ikram” ve “ihsan” etmeyi severlerdi…

Küskünler mahallenin yaşlıları tarafından bayram öncesi tespit edilir, sorun tatlıya bağlanır, bayrama barış içinde girmeleri sağlanırdı. Hatta ufak-tefek kavgalar mahkemeye intikal ettirilmez, mahallenin yaşlıları tarafından sonuçlandırılırdı…

Bayram öncesi bayramlıklarıyla sokakta gezen çocuklara“arife çiçeği” denilirdi. Esnaf, çocuklara şeker filan dağıtırdı…

Osmanlı sarayında bayram kutlaması bayramdan üç-dört gün önce başlardı. Sultanın bayram namazı için camie gelişi sırasında medrese talebeleri yolun iki yanında dizilip “Mağrur olma padişahım, senden büyük Allah var!” diye bağırırlardı. Padişah da kadife keseler içinde harçlık dağıtırdı…

Altmış üç yaşını geçmiş birine yaşı sorulduğunda, “Haddi aştık” derdi. “Had”, Efendimizin ölüm yaşı olan altmış üçtü. Onu geçmeyi “hadsizlik” sayacak kadar derin bir “edeb” anlayışı vardı…

Yolda küçük, büyüğünün önünde yürümez, kenara çekilip büyüğüne yol verirdi…

Merdiven çıkarken, sendelerse tutabilmek için kadın daima öne alınırdı. İnişlerde ise erkek öne geçerdi. Bu görgü kurallarının gereğiydi…

Çarşı esnafı namaz vakitlerinde dükkânı kilitlemeden namaza gider, buna rağmen hırsızlık olaylarına pek rastlanmazdı…

Kadınlar bugünkü gibi “altın günü” toplantıları yapmaz, “sanat toplantıları” yaparlardı. Ebru, hat, çini gibi sanat faaliyetlerinde bulunurlar, enstrüman çalmayı öğrenirlerdi…

Selâtin camilerinin her sütünü üniversite kürsüsü gibiydi. Her sütunun yanında bir müderris (derin profesör) uzmanlık alanıyla ilgili ders verir, bundan hem medrese talebeleri, hem de halk istifade ederdi… 

Kahve ve kahvehâne tarihimiz başlı başına bir kültürdür: Kahveyi pişirmek kadar sunmak da maharetti…

Mahve sohbetlerinde, “Ehl-i keyfin keyfini ne tâzeler?” diye sorulur, “Taze elden, taze pişliş, taze kahve tazeler” diye tekerlemeler söylenirdi…

“Eskiyi unut/ Yeni yolu tut” dediler, toplumumuzu “töresiz”, “geleneksiz”, “göreneksiz” bıraktılar.

Bize ait olanlar gitti, Avrupa’ya ait olanlar geldi…

Bari mutlu musunuz? 

Yavuz Bahadıroğlu

Akit TV köşe yazarı