BIST10.591,98%-0.23
USD40.4533%0,09
EURO47,6258 %0.20
ALTIN4.406,32 %-1.17

Eskimez gönül dostum, dâvâ arkadaşım Muhsin YAZICIOĞLU

Yaşar Değirmenci

Abone OlGoogle News
27 Mart 2022 08:02

Vefatının 13. yılında yine hatıralarım canlandı. İç dünyamı siz değerli gönül dostu okuyucularımla paylaşmak istiyorum. Vefat haberiyle hepimiz sarsılmıştık. İçimize, yüreğimize kor düştü. Kolumuz, kanadımız kırıldı. Belki aile efradımızdan birisinin ölümü bile bizi bu kadar üzmezdi. Zaman zaman görüşürdük. 90’da Ankara’ya ziyaretine gitmiştim. Bir sosyal vakıf kurmuştu. ‘Bu vakıf enflasyonunda ihtiyaç var mıydı?’ diye sorduğumda “hapisteki arkadaşlara, dışarıda kalıp mağdur olanlara yardım ediyoruz” demişti. Eğitimle ilgili çalışmalarımdan, nizamı âlemdeki sohbetlerim, vb. faaliyetlerden dolayı bir plaket hazırlatmış bizzat kendisinin vermesini arzu ettiği için ‘İstanbul’a geldiğimde bizzat vereceğim’ haberini yollamıştı. Adam gibi adamdı. Yine 90’lı yıllarda biz Üstad Sezai KARAKOÇ’un Şehremini’nde tuttuğu “Diriliş Partisi” binasında toplanıp Sezai Bey’i dinleyip istifade ediyorduk. Üstad Sezai Bey’i ziyarete gelmişti. Parti kuracağından bahsetmiş, Üstad: “İşte parti! Gelin burada hizmet edin” teklifine, biraz hırpalar konuşmalarına rağmen saygısından, sevgisinden, nezaketinden fikir beyan etmemiş, söylenenlere katılmasa da Sezai Bey’i sabır ve dikkatle dinlemişti.

12 Eylül sürecinde ciddî bir muhasebe yapıp “fikrî sorgulama” yaşamasından sonra milliyetçi kesimlerin İslâmîleşme yoluna girmesinde belirleyici ve etkileyici bir rol oynamıştı. Klasik sağcı ve ırkçı reflekslerle arasına mesafe koyma, dinamik gençliğini, şiddetten ısrarla ve ustaca uzak tutmasını bilmişti. 1970’lerdeki kaos ortamında, çatışmaların ve katliamların orta yerinde, kan gövdeyi götürürken bile düşman bildiklerinin kapısını çalıp ‘bir anlaşma zemini bulalım’ diyen; Mamak tecrübesinden sonra ise her türlü toplumsal çatışma temayülüne ‘kategorik olarak’ cephe alan ve emrindeki ülkücü gençliği, Türk’üyle-Kürt’üyle, Sünni’siyle-Alevi’siyle bütün topluma “Gelin canlar bir olalım” diye seslenen bir liderdi. Milliyetçi hareketin gençlik tabanında şahsiyeti, cesareti, dürüstlüğü, yiğitliği, samimiyet ve mütevazılığı ile sembol haline gelmişti. İstişareye önem verdi, ifrat ve tefride düşmeyerek itidalden yana oldu. Hele son mitinginde Muhsin Başkan, iktidar ve muhalefet liderlerine seslenmiş ve “Birbirinizin yüzüne bakamayacak şeyler söylemeyin. Hiç mi bir araya gelmeyeceksiniz, hiç mi yüz yüze bakmayacaksınız, niye birbirinize hakaret ediyorsunuz” sözleriyle hakaretsiz, temiz siyaset mesajı veriyordu. “Muhalefette de olsak, bazı partileri beğenmesek de iyi-güzel iş yapanları takdir etmeliyiz, tebrik etmeliyiz” sözleri siyasilere verilen bir başka mesajıydı. 7,5 yıl hapis hayatı yaşadı, çeşitli işkenceler altında. Bütün itham ve suçlamalardan beraat etti. Buna rağmen devlete küsmedi. Kendisini çok sevip ayrı tuttuğu halde bu sevgi ve saygısını sandığa yansıtmayan millete küsmedi. İçinden çıktığı, kendisine üvey evlat muamelesi yapıp, tecrid eden eski dava arkadaşlarına küsmedi. Küstüğü tek şey nefsiydi. 80 öncesi mücadele içinde (sağ-sol, ülkücü-devrimci) uzlaşma gündeme geldiğinde “Muhsin Yazıcıoğlu’nun kefaleti olursa kabul ederiz” sözü her zaman geçerli olmuştur. Rakiplerini bile etkileyen sözlü kefaletini senet sayan bir “ahlak abidesi” gibi duruyordu. “Bu parti de mi devletçi”endişelerine “Alp” olmanın da “eren” olmanın da temelinde “devlet” değil “insana hizmet” yattığını konuşmuştuk. Devlet, geçmişte kendisini kucaklamak için açılan kolları şefkatli elleriyle okşarken tuz-buz etmiştir. “Alp” olmanın da “eren” olmanın da temelinde “devlet” değil “insan”, “insana hizmet”, “insanın onuru”nun yattığını her zeminde haykırıyordu. Devlete yüklenmiş her tür, kutsallığın insanı “devlet” karşısında zayıflaştırdığını ve “devleti” insan karşısında azmanlaştırıp devleştirdiğini söylüyordu. O günün şartlarında söylenmesi zor kavramlar olduğu halde âdeta zihinleri tamir ediyordu kırmadan, dökmeden, incitmeden. Kendini kutsal sanan her ‘devlet’in ilk ezdiği şeyin onu kutsallaştıran “insan” olduğunu söyleyerek gönüldaşlarının gönüllerini imar ediyordu. Son dönemde devletin emrinde çalışanların “ben devletim” demeye başladıklarını bunun önü alınmazsa her tip arzu ve isteklerini “devlet” adı altında kendilerinin yapar hale geleceklerini uzun uzun izah ediyordu. “Mağdur ve mazlum millet” gerçeğini görmüştü. Bundan sonra, bu mağduriyeti ve mazlumiyeti el ele, hep birlikte vahyin kılavuzluğunda imanla, ilimle, irfanla, liyakatle, gayretle, cesaretle, celadetle, izanla, ihlasla ve sabırla aşmak için hem arkadaşlarını, hem teşkilatını yeniden inşâ ediyordu. Siz tek başınıza ne yapmak istiyorsunuz. Bu tenezzülsüz, bu idealistlik, bu farklı siyasetle nereye gidiyorsunuz? Sorularına bir manifesto gibi şu tebliği gönderiyordu. (Kısaltarak naklediyorum.)

“Son iki asırda tarihimizin en düşkün dönemini yaşadık. Geri bırakılmışlığımıza “az gelişmiş” damgası vuruldu. Bütün dünyada Müslümanlar kendilerine yabancı bir avuç diktatörün zulmü altında ezildiler. İmanlarını kaybetmeleri için bin türlü iğva ve zorlama ile karşılaştılar. Bütün bunlara rağmen ekmel dinimiz İslamiyet’in şerefiyle onurlarını ayakta tuttular. Rejimin tepeden inmeci-seçkinci-laik geleneği artık sona ermiştir. Rejimin pozitivist-laik politikaları ancak şahsiyetsiz, köksüz, milletine değil, kendine bile hayrı olmayan, bunalımlı, yabancılaşmış bir azınlığa kaynak olmuştur. Laikliğin din ve devlet işlerini ayırma politikası değil; ekmek-su gibi dini için yaşayan Müslüman halkı yönetimden uzak tutma çalışmaları olduğu artık üstü örtülemeyen bir hakikat halini almıştır. Türkiye iktidara gelen partilerin değiştiği ama yöneten azınlığın değişmediği dönemlerin sonuna gelmiştir. Bu asalak azınlığın milletimizin sırtına yüklediği kambur artık iyice sırıtmaktadır. Milletimizin kendi gücü ve iradesi ile layık olduğu mevkii alacağı yeniçağda, bu asalak azınlığın hayat alanı kalmayacaktır. Bu mevkie bin yıldır güç aldığımız kutlu kaynağımız İslamiyet’le varacağız. Allah’ın birliği ve yüce Peygamberimizin risaleti dışında hiçbir mutlak hakikat tanımıyoruz. Kalu Bela’dan beri Müslüman’ız. Doğduğumuzdan beri Türk milletinin bir ferdi olarak yaşıyoruz. Birincisi mutlak hakikati, ikincisi hayatın hakikatini ifade etmektedir. “Çokluk içinde birlik” ilkesi etrafında, Allah’ın birliği ve Peygamberimizin risaletine inananlar arasında bir “milli mutabakat” arıyoruz. Çağrımız bütün insanımızadır.”

“Yerli”likten yanaydı. 80 öncesi öğrenci hareketleriyle ilgili “Yahu bunlar komünizmi savunuyorlar. Kardeşim derdiniz komünizm ise bari “Türk’e göre, ülkemizin şartlarına göre bir sistem geliştirin. Yerli olsun. Dış güçlerin güdümünde olmayan bir komünizme kafa yorun” diyerek devrimcilere bile kendi açılarından yol gösteriyordu. “Namlusunu millete çevirmiş tanka selam durmam” demişti. Dava denildiğinde; “Üstat Necip Fazıl’ın dediği gibi, dava için kim var denildiğinde sağına soluna bakmadan ben varım diyebiliyorsan, önemli olan doğru yerde, doğru zamanda, doğru iş yapmaktır” diyordu. ‘Gönüllü Kuruluşlar’a hangi meslek, mezheb, mektep, meşrepten olursa olsun hepsine ayrı bir muhabbeti vardı. Yardımcı olması gereken hizmeti geçme ihtimali olan her meseleye koşardı. Muhsin Yazıcıoğlu, Karaman’daki parti toplantısında sözü bir anda ‘ölüm’e getirmiş ve “Hiçbirimizin garantisi yok” demişti: “Yoldan geldik, yine yola gideceğiz. Ölümün nerede, nasıl geleceği, ne şekilde yakalayacağı belli değil. Bir saniyenize bile hâkim değilsiniz. Bir saniyenize bile hükmedemediğiniz bir hayat, bir dünya için bu kadar fırıldak olmanın bir anlamı yoktur. Biz yine dik duracağız.” Bu cümleler bir siyasi liderden değil, sanki bir “gönül eri”nden çıkmıştı. Böyle bir dava adamıydı. Sade, mütevazı hayatı içinde, idealistlikle-realistliği dengeleyen, siyaseti hizmet için yapma gayreti içinde olan, tek kişiyken milletin azizliğini mecliste gösteren, doğrunun, iyinin güzelin, mazlumun yanından olan, yanlışın, kötünün, çirkinin, zulmün karşısında olan şahsiyetli, kişilikli, dürüst, ilkeli olmayı hayat prensibi olarak yaşayan bir dava adamıydı. Toplumla barışıktı. Millilik tarafıyla dindardı, cesurdu. Duygu-düşünce-eylem birliği içindeydi. Muhsin Yazıcıoğlu bir dava adamıydı. Kısa süren ömründe dinini, imanını, vatanını, milletini, bayrağını her şeyin önünde tuttu. Yiğit insandı vesselam. Muhsin YAZICIOĞLU ve arkadaşlarına Allah rahmet etsin. Mekânı cennet olsun. Rabbim hepimizi cennetinde buluştursun.

Yaşar Değirmenci

Akit TV köşe yazarı