BIST10.045,74%-0,37
USD32.4877%0.20
EURO34,7859%-0.08
ALTIN2.420,18%-0.10

İslam’da tebliğ ve davet görevi

Yaşar Değirmenci

Abone OlGoogle News
14 Kasım 2021 08:57

Allah Teala dini; “İnsanlığın dünyevi ve uhrevi saadeti” için göndermiştir. O dinin yaşanmasında örnek alınacak ilk şahsiyet, Peygamber Efendimizdir. Kur’an-ı Kerim’deki ifadesiyle bizler için “üsveyi hasene” (güzel bir örnek)’dir.

“Andolsun sizin sıkıntılarınızın, problemlerinizin en güzel çözümü, çaresi, kurtuluşunuzun şifalı reçetesi, ilâhî hükümleri icraya, ülkeyi imara, dünya düzenini kurmaya, sağlamaya memur Allah’ın tek yetkili Resulünde, onun yiğitliklerle, fedakârlıklarla, sabırla mücadelelerle dolu örnek hayatındadır. Allah’ın rızasını, âhiret hayatındaki mutluluğu umanlar, Allah’ı çok zikredenler, devamlı Allah’ın dininin tebliği ile uğraşanlar için O ‘üsvei hasenedir’ (onda örnekler vardır.)” (33 Ahzab sûresi 21. Âyet meali)

‘Sana göre İslam, bana göre İslam, o kavme göre İslam, şu coğrafyaya göre İslam’ diye bir şey olmaz. İslam; asliyetiyle, muayyendir ve mahfuzdur. İslam’ın asliyetini değiştirici tefekkür olmaz. Tefekkür, o asliyete dayanarak yapılır. İslâm, falancanın felsefesi değil, Allah’ın vahy ettiği Hak Din’dir. Hz. Muhammed aleyhisselam, Allah’ın Resulüdür. Kendi sözleriyle, amelleriyle, halleriyle ve bütün hayatıyla İslam’ı yaşamış, tatbik ve talim etmiştir.

Önce kendimizi düzeltmekten başlamalıyız. ‘Ağaç doğrulmadan gölgesi doğrulmaz.’ Boşuna mı söylenmiş. Kalbin ne olduğunu bildiğimiz halde kalp kırmaktan vazgeçmeliyiz.Mükellefiyet ve mesuliyetten vareste hale gelmenin formüllerini arayacağımıza bizden yardım/himaye bekleyenlerin elinden tutmalıyız. Etrafımıza güzelce bakmayı öğrenmeliyiz. Kendine hoş gelmeyeni başkasına yapmayıp, kendimize hoş geleni başkaları için de istemeliyiz. Bir kardeşimiz bir nimete mazhar olduğunda sevinmeli, bir musibete maruz kaldığında üzülmeliyiz. Hasetten, fesattan uzak durma vazifemiz olmalı. Kendimizden başka kimseye tahammülümüz yok. Sıhhatli düşüncenin yegâne yolu, nefsi bir tarafa bırakıp, akıl ve kalp ile düşünmektir. Öğüt vermek kolay, örnek olmak zordur. Vahyin inşa ettiği Müslümana yukarıdaki ayet ne güzel rehberlik ediyor. Rabbimiz bize ‘örnek kul Peygamber’ gönderiyor ki Rasulüllah Efendimizi takip edip sünnetini çağa taşıyalım. İman bahsinde salih amel iç gösterge, Allah’a güvenme ise dış göstergedir. İyilik yapmadan önce kötülüğü ortadan kaldırmanın daha önceliklidir. Toplumsal olarak affetmeye de affedilmeye de ihtiyacımız var. İç dünyamıza dönmeye, kendimizi dinlemeye. Allah mü’minlerin özelliklerini sıralarken “toplumsal işlerini danışarak yaparlar ve haksızlığa uğradıklarında meşru müdafaa için yardımlaşırlar” buyurur. Şura, akılların cemaat oluşturmuş bir şekilde namaz kılması gibidir. Kadın, erkek hepimiz fikir alışverişi yapmalı. İnternet herkesi âlim konumuna getirmekle kalmadı, ahlakı zayıflatarak salih ameli rafa kaldırdı. Paganizmi yerleştirdi. Dine uyma yerine; dini uydurma ilkeleri oldu.

İslam tarihindeki bazı önemli olaylardan kıssadan hisse çıkarmamız gerektiğini de unutmayalım. Dindar topluluklarda etiket, diploma ve kariyer hastalık haline geldi. Mütedeyyin aile ve bireyler çalışma ve sosyal hayatta konumlarına uygun olmayanlara yer vermiyor. Öyle ki bu hastalık evlilikleri erteliyor ve ailelerin çatısını dağıtıyor. Vahiy ve sünneti çağa taşıyamadığımız için birçok problemin üstesinden gelemiyoruz. Sünneti şekilcilik olarak görmenin ötesine geçip sünnetin manasını ve özünü kavramamız gerekiyor. Kur’an ve Sünneti yaşamalıyız. Dindarlığın; ‘dinde olanı yaşamak’ olduğunu bilmeliyiz. Meseleyi Kitap’a ve Sünnet’e göre çözeriz. Bir İslam âlimi, (akademisyeni demek daha uygun) çıkıp da, ‘Herkes istediği gibi İslam’ı yorumlayabilir’ diyemez. “İslami ilimler” diye bir kavram var. Nedir İslami ilimler? Tefsirdir, fıkıhtır, kelamdır, hadistir, siyerdir, mukayeseli dinler tarihidir, İslam tasavvufudur. Bir İslam âlimi, bir İslam mütefekkiri; dini bir meseleyi İslami ilimlere göre anlatır. Dünyanın gerçek mihverine oturması, İslâm Ahlâkı’na bağlı bir düşünce ufkunun açılması ile mümkündür. İslam’ı yaşamak, onu hayatın bütünlüğü içinde yaşamaktır. İçi boşaltılmış bir dindarlık olmaz. Dindarlık, ‘dinde olanı yaşamak’tır. Dinin belirlediği ilkelere ve koyduğu sınırlara uymak yerine, birtakım keyfi yorumlar ve abartılı eylemlerle kendi inanç ve duruşlarını dinin sınırları dışına taşımakta seküler çevrelerle birleşmektedir. Din dışı dindarlığın iddia ve uygulamasında, seküler çevrelerin nüfuzu ve hâkimiyeti inkâr edilemez. Dini hayata sokmamak, peygamberi de sadece haber getiren, hayata müdahale etmeyen şahsiyet olarak görmek/göstermek. Kimi dindar kişi ve çevreler de ‘dine uyma’ yerine ‘dini kendi hayat tarzına uydurma’ peşine düşmektedir. Bu ilginç çelişki ve birliktelik, netice itibariyle dinin kendi esasları çerçevesinde yaşanma şansını ortadan kaldırmakta, Peygamberimiz tarafından belirlenmiş uygulama biçimleri dışında bir dindarlık anlayışı ve gösterisinin paylaşıldığını ortaya koymaktadır. Birileri uydurma dindarlıkta birileri de dine karşı olmakta aşırı ve abartılı bir anlayış ve yaşantı paylaşmak suretiyle bir hercümerç (karmakarışıklık) meydana getirilmiştir. Bir nevi ‘algı/idrak operasyonu’ yapılmaktadır. Bunun temelinde dini bilginin ve kültürün iki temel kaynağı Kur’an-ı Kerim ve Sünnet-i Seniyyenin yeterince dikkate alınmaması ve ilmîlikten uzak değişik gerekçelerle reddedilme eğilimi yatmaktadır. Müslümanların Kitap-sünnet çizgisinde bir dini hayatı yaşaması ve sürdürmesi, onun hem hakkı hem de kimliğinin gereğidir. Kavramlarla oynanmamalı. Âdetler ibadet, ibadetler âdet halini almamalı. Hür iradesini kullanan insanların aklına ve iradesine ipotek koyan, onları kullanamaz hale getiren yapı, sakat bir yapıdır. Son yaşanan 10 Kasım’lar da yapılanların sonucudur. Din ve dindarlık anlayış ve uygulamaları üzerinde farklı zamanlarda ve değişik vesilelerle vakıf olduğumuz yanlışlıkların düzeltilmesi; “Kitap ve Sünnet” çizgisiyle olmalı. Bu istikamet üzere yaşanmalıdır. Ölçüye uyan değil, ölçü koyan oldular. Rabbine kul olmayanların, nelere kul oldukları ortada. Hele kutsallaştırılan basitlikler…

Mü’min; imanı için yaşayan, dünyaya gelişini imtihan için bilen, ebediyete kadar iman/küfür mücadelesinin bitmeyeceğinin şuurundaki adamdır. Mü’min; kâfirle, münafıkla, Allah ve Resulünün düşmanlarıyla ne pahasına olursa olsun beraber hareket edemez, birlikte olamaz. Hele kendi menfaati için din kardeşlerinin karşısında bulunamaz. Bu sebepledir ki Müslümandan istenen, küfrün ve şirkin etkisi altında kalmadan Müslüman olarak yaşayıp, ölmektir.

Yaşar Değirmenci

Akit TV köşe yazarı