BIST9.915,62%2,05
USD32.4799%-0.18
EURO34,7392%-0.67
ALTIN2.438,82%0.11

Veladet veladetimiz olsun!

Yaşar Değirmenci

Abone OlGoogle News
17 Ekim 2021 08:38

Veladet veladetimiz olsun. İslâmî yaşayış, sünneti çağa taşıyış, biz Allah’ın kullarını inşa ediş, dinimizi hayat tarzı olarak inşa ve ihya ediş de veladet veladetimiz olsun.

Her veladet kandili, önce, Resûlullah’ın hayatını, gücümüz nisbetinde iyi bileceğimiz günlerin doğumu olmalı. Okumalar yapsak Peygamber Efendimizin hayatından. Her hal ve şartta dinimizi nasıl yaşamış, nasıl öğretmiş, nasıl tebliğ, telkin ve irşadda bulunmuş aile reisi, tâcir, komutan, devlet reisi, arkadaş, yoldaş, komşu, kul ve insan olarak. Peygamberimizin yaşayışı kimlere, nelere cevap teşkil etmiyor ki?

Kandil simitleriyle, tebrik mailleriyle, telefon kutlamalarıyla, kültür Müslümanlığı, merasim Müslümanlığı, şeklî Müslümanlıklarla kandiller lâyıkı veçhile değerlendirilemez.

Her geçen günde, her yaşanan olayda, her açmazımızda, her çıkmazımızda Peygamberimizin mesajına, tebliğine, telkinine, irşadına ihtiyacımız olduğunu bugün daha iyi anlıyoruz. Gitgide ilkesizleşen, gücün ve güçlünün zorbalıkla sözünü dinlettiği bir dünyada zulmün, ahlaksızlığın, güvensizliğin yayıldığı bu ‘cinnet toplumu’nu ancak vahyin inşa ettiği, sünneti çağa taşıyan insanlar ‘cennet toplumu’na çevirebilir.

“İman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de gerçekten iman etmiş sayılmazsınız” diyen; mümini tarif ederken de “Seven sevilen, dost olan, dostluk kurandır. Sevmeyen, sevilmeyen de, dost olmayan ve dostluk kurmayan da hayır yoktur” uyarısında bulunan bir Peygamberin doğum gecesi, Veladet/Mevlid kandili bugün. Her veladette Mekke’yi, Medine’yi, Kâbe’yi, Taif’i, Huneyn’i, Hayber’i, Hudeybiye’yi bir “şuur hali” içerisinde hatırlasak. Verilen mücadele ve imtihanların benzerlerini bugün yaşayıp yaşamadığımızı sorsak kendi kendimize. O kırılan, temizlenen putların çağımızdaki cahiliyesinden nasıl kurtulacağımızı düşünsek. Dünyevîleşme putlarına insanımızın esaretinin sürüp sürmediğine bir kafa yorsak. O günlerin putlarından zihinlerin putlarına kadar yaşanan süreci hatırlasak, sonra da o hayata kurban edilen nesilleri…

Kimseyi değil, kimsenin imanını değil; kendimizi yargılasak önce.

Sevgili Peygamberimizin veladeti (doğumu) kendimize dönmemizin vesile günleri olamaz mı? Silkinmemizin, iç muhasebe yapmamızın ‘zor zaman’ı aşmamızın, fıtratımıza dönme adımlarını atmamızın günleri olamaz mı? Bildiklerimizle amel etme, dinimizi düşüncede (teoride) bırakmama, uygulayıp (pratiğe dönüştürme) hayatımıza yansıtarak ‘örnek Müslüman’ olmayı canlı tutamaz mıyız? Şu sıkıntılı pandemi döneminde yaptığımız salih amellerle Rabbimizin rızasını kazanıp öbür âleme imtihanı kazanarak gidemez miyiz?

Peygamberimiz ne verdiyse onu alan, neyi yasakladıysa ondan kaçınmanın adımlarını atıp, Dinin “samimiyet” olduğunu idrak edemez miyiz? “Gevşemeyin, üzülmeyin, inanıyorsanız mutlaka üstünsünüz” âyetinin yüreklerimizde bir inşirah, bir sevinç, bir fetih olacağının şuurunu kazanamaz mıyız? Bizler de her türlü dar bir mağaraya sıkıştırıldığımızda, birbirine sokulmuş iki dost gibi, “Lâ Tahzen! İnnallâhe meana! Üzülme, Allah bizimle beraberdir” tevekkülüyle yaşayamaz mıyız? Her hal ve şartta Allah’a güven duyamaz mıyız?

İnsanlık duysun-duymasın biz dâvetimizi yapalım. Böyle bir dünyaya Rasulüllahın daveti tek umuttur. Bu, insanlığa bir çağrıdır. Bu, kendinden uzaklaşan insana ‘Kendine Gel!’ davetidir. Hele şu âyet düşünülmelidir. “Siz insanların iyiliği, faydalanması için ortaya çıkarılmış, seçilmiş en hayırlı ümmetsiniz; iyi ve doğru olanı teklif eder, kötü ve yanlış olandan sakındırırsınız; zira Allah’a güvenip inanırsınız.” Kendi değer ve kutsallarından habersiz yetişenler/yetiştirilenler öncelikle Kur’an-ı Kerim’i (vahyi) ve Peygamber Efendimizi (Sünnetiyle, hadisiyle) tanımalı/tanıtmalıdır. Bütün bunların ışığında, hayatımıza şekil veren dinimizi, onu uygulayan/uygulatan bir Peygamberin ümmeti olduğumuzu unutmayalım. Bunları unutmayıp hayatımıza yansıtırsak; küçük hesap yapmayız. Rabbimizin şefkat ve merhametine layık oluruz. İnşaallah...

Her hal ve şartta dinimiz İslâm’ı yaşayışımızı belli gün ve gecelere hasretmeyip Peygamber Efendimizin sünneti ve hadisi şerifleriyle yaşamalıyız. Küslük/ küskünlük/üstünlük yok, takvaca yaşayarak birbirimizi bağrımıza basmak var. Acaba bizler, Resulüllah etrafında halkalanan insanlar gibi kenetlenebildik mi birbirimizle? Mahşerde, Allah huzurunda dizilecek ve bütünüyle şefkat, merhamet ve rahmet dolu bir yüreği yansıtacak insanlar gibi mi, yoksa kervan mallarına yetişebilmek için Resûlullah’ı minberde tek başına bırakanlar gibi miyiz? Birbirini pekiştiren tuğlalar mıydık biz, yoksa bir gönüller enkazı mı? Birbirimizi sevmenin, iman kadar değerli olduğunu söyleyen oldu mu bize? Allah’ın “kardeş” olarak nitelemesini ne kadar önemsedik? Kardeş olmanın bedelinin ne olduğuna kafa yorduk mu hiç? Din kardeşlerimize yüreğimizde ne kadar yer açabildiğimizin, dünyevileşme hastalığına karşı ne durumda olduğumuzun, ibadetlerden haz alıp almadığımızın, infak edip etmediğimizin, haramlardan ne kadar kaçındığımızın, Kur’an’la alakamızın, sabır ve sebatımızın, tevekkülümüzün, rızık endişemizin, umudumuzun, Allah’a davette görev alabilmemizin, bütün bunların muhasebesini yapacağız. Peygamber Efendimizi sadece kandillerde, TV başında seyrettiğimiz programlarla anmayacağız. Hayat tarzı olan Sünnetini çağa taşıyacağız. İman-amel-ihlas istikametimizi hayatımızda görülecek. Kafamıza göre din değil, dinimize göre kafa, “Allah ve Resulünün ölçüleri” ölçümüz olacak. İnandığımız gibi yaşayarak, yaşadığımız gibi inanmayacağız. Hayat tarzımızı ‘din’ haline getirmeyeceğiz. Ahlâkı Kur’an olan ve “Yürüyen Kur’an” diye anılan Peygamber Efendimizi önce iyi tanımak, söz ve davranışlarını doğru anlamak, O’nun yolunda yürümek, onun izini sürmek. Çare bu!

Peygamberimizin hayatının örnekliği, bizim hayat tarzımızı etkilemeli, bu vesile ile çeki/düzen vereceğiz hayatımıza. Münakaşayı sevmeyen, imtiyazlı (Ayrıcalıklı) olmayı kabul etmeyen, suizana sebebiyet vermeyen, savaş ahlakını öğreten, vefalı bir Peygamberimiz var bizim. Bu gecede Yüce Rabbimize açılan ellerin ve yakaran dillerin, bütün İslâm âleminin birlik, dirlik ve beraberliğine, insanlığın hidayetine, dünyada adalet, huzur ve barışın teminine vesile olmasını Cenab-ı Hak’tan niyaz ediyorum.

Rabbim, veladet kandilini, Milletimiz, Ümmetimiz ve Devletimiz için hayırlara vesile kılsın.

Yaşar Değirmenci

Akit TV köşe yazarı