BIST9.524,59%-0,06
USD32.526%0.17
EURO34,7338%0.22
ALTIN2.489,39%1.10

Dertlerin Çaresi Hz. Peygamber’de

Yaşar Değirmenci

Abone OlGoogle News
12 Eylül 2021 07:34

Lüzumsuz tartışmalar, faydasız sözler, kendi değerlerinden habersizlerin yaptıkları rezillikler, kendi ülkesini kendi insanını tanımamanın sonuçları şu sıkıntılı imtihan günlerimizde bizleri çare bile arayamaz hâle getiriyor. Doktorundan kaçan hasta durumuna düşmeden doktorumuzun reçetesini alıp uygulamaya başlayalım. Nasıl mı? İşte çare!

Müşrikler tarafından hayatına kastedildiği bir sırada “Ey Allah’ın Rasulü, müşriklere beddua etseniz!” denilmişti de, cevabı, âlemlere nasıl rahmet olunacağını öğretir cinsten olmuştu: “Unutmayın ki ben lanetçi olarak değil, rahmet olarak gönderildim.” Bir savaş sırasında “Sakif’in okçuları bizim canımızı çok yaktı, şunlara bir beddua ediversen ey Allah’ın Rasulü!” diyen etrafındaki insanlara cevap olarak ellerini kaldırıp “Allah’ım! Sakif’i doğru yola ilet” diye dua ediyordu. Peygamberinin merhameti, kişisel açıdan duyarlı olduğu birçok konuda fedakârlık yapmasını gerektiriyordu. Etrafındaki bedevilerin olmadık kabalıklarına tahammül ediyor, onların yüreğinin imana açılması için elinden geleni yapıyordu. Peygamberimizin inananlara olan merhamet ve şefkati, elbet bütün insanlığa olan şefkatinden çok daha farklıydı. O, sadece kendisi için değil, etrafındaki insanların hataları için de Allah’tan af diler, onlara müşfik bir baba gibi muamele ederdi. İşte şu ayet bunun bir ifadesiydi: “Allah’ın rahmeti sayesinde, sen onlara yumuşak davrandın. Zira eğer onlara karşı kırıcı, katı yürekli davransaydın, kesinlikle senden uzaklaşırlardı. Şu halde onları affet, affedilmeleri için de dua et ve toplumsal her işte onlarla istişare (ye devam) et. Artık, kararını verdiğin zaman da Allah’a güven, çünkü Allah, Kendisine güvenenleri sever.”

(3 Al-i İmran 159) Ayet, Peygamberimizin bu tavrından övgüyle söz ederek, merhametini ölümsüzleştirir. Hayatının sonlarına doğru yaptığı şu dua da, onun şefkatinin etkileyici bir şahididir: “Allah’ım! Muhammed de bir insandır. Her insanın kızıp öfkelendiği gibi o da kızıp öfkelenebilir. Allah’ım! Herhangi bir mümine haksız yere lanet okur, kötü söyler, beddua edersem, bunu onun için bir ecir, rahmet ve bağışlanma vesilesi kıl!”

Peygamberimizi sevdiğini söyleyen bir dindar, O’nu hayatında üretir. O’nun örnekliğini çağa taşır. O’nun mesajına dil olur, el olur, ayak olur. O’nu gönülden gönüle, kulaktan kulağa, gözden göze, özden öze taşır. Dindar, inancı uğruna bedel öder. Dindar, imanını sermayesi bilir. Dindar, arı gibidir. Çiçekten çiçeğe konar. Amacı bal yapmaktır. Hem kendi beslenir hem de başkalarını besler. Dindarlığın da dinde olanı yaşamak olduğunu bilir.

Şu âyet, Allah sevgisinin dahi bir bedelinin olduğunu ifade ediyor: “De ki; eğer Allah’ı seviyorsanız, beni izleyin ki Allah da sizi sevsin ve suçlarınızı bağışlasın; zira Allah çok affedicidir, rahmet membaıdır.” (3 Âli İmran 31) Âyet şöyle yorumlanabilir: Allah’ı sevmenin bir bedeli vardır. Bu bedel, “tabi olmak”tır. Sorunun can alıcı noktası, “kime” tabi olunacağıdır. Âyet, Allah’ı sevmenin bedeli olarak Zâtına değil, “Elçi’ye tabi olmayı” göstermiştir. Âyette Hz. Peygamber’e “Allah’ı seviyorsanız beni izleyin” demesi emredilmektedir. Çünkü O, yolcu olan, yolda yürüyen ve iz bırakan bir kul Peygamberdir. Kendisini izleyecek olanlarla aynı düzlemi paylaşmakta, aynı dünyada yaşamaktadır. O, Allah tarafından kendisine memur edilen Cebrail gibi bir kılavuz, vahiy gibi bir yol haritası sayesinde yolculuğunu güvenlikli bir biçimde sürdürüp tamamlamıştır. Bize de O’nun izini, aynı yol haritasıyla sürmek, haritayı O’nun okuduğu kodlarla okumak tavsiye edilmekte, bunun Allah sevgisinin bir bedeli olduğu ima edilmektedir. Seven ve sevgisinin bedelini ‘itaat’ biçiminde ödeyen bir insana ödenen bu bedel, Gafur ve Rahim olan Allah’ın “günahları bağışlaması”dır. Yaptığımız şehadeti de düşünerek okuyalım.

Ben şehadet ederim ki Allah bir, Rasul haktır. Ben şehadet ederim ki İslam mutluluk ve kurtuluştur. Ben şehadet ederim ki insanlığın çektiği ıstırabın ilacı vahyin eczanesinde mevcuttur. Ve yine şehadet ederim ki insanlığı hasta eden modern uygarlık, girdiği krizden Allah’sız çıkamayacaktır. Peygamberler tarihi, Allah’ın insanlığın krizlerine müdahalesinin de tarihidir. Allah bu müdahaleyi vahiy aracılığıyla yapmıştır. Bundan sonraki müdahaleler de yine son vahiy aracılığıyla olacaktır. Tevbe suresi 128. Ayette de “…Sizin kurtuluşu olmayan ebedî bir belaya çarptırılmanız onun çok zoruna gider. Mü’minlere karşı şefkat pınarı ve merhamet âbidesi olduğu için üzerinize hassasiyetle titrer.” Buyurulmaktadır. Böyle bir Peygamberin ümmetinin de bu özellikleri taşıyan Peygamberini iyi tanıması, sünnetini çağa taşıması, hadis-i şerifleriyle amel etmesi gerekmez mi?

Yaratılış amacına uygun bir hayatı inşa edecek olanlara, nereden başlayacaklarını gösteren bu gibi ayetler, hem kişiliği inşa ediyordu, hem de hayatı. Vahyin onu inşa ederken bir beklentisi vardı; insanın yaratılış amacına uygun bir hayatı onun elleriyle inşa etmek. Hz. Peygamber bu vazifesinin her an bilincindeydi ve kendi inşa misyonunu gerçekleştirmek için, önce bir insan atelyesi inşa etti. Bu inşa Daru’l Erkam’da oluyordu. Vahye azılı düşman Mekke ortamında inşa edilen bu insan atelyesi, Erkam b. Ebi’l Erkam adlı genç bir mü’minin eviydi. En zor Mekke döneminde bile hiç aksamayan insan atölyesinin mekanıydı bu ev.

“Allah kuluna yetmez mi?” (39 Zümer 36) Yeter, yeter elbet. Eğer böyle yaparsak imanımız hürleşecek, hürleştikçe gürleşecek. Bunu, yüreğimizi ırmak gibi çağlattığımız gözyaşlarıyla yıkayarak yapacağız. Fikirle, zikirle, şükürle, irfanla, ihsanla takvayla, duayla yapacağız. Evet duayla, o ki varlık sebebimiz: “De ki onlara: Duanız olmadıktan sonra Rabbim sizi ne yapsın?” (25 Furkan 77) Dua bir davettir, bir çağrıdır. Usulüne uygun yapılırsa o çağrıya icabet edilir. Birçoğumuz bırakınız duayı, bilmeden kendisine beddua ediyor. Nasıl mı? Şeytanı işlerine karıştırarak, yürek sinyallerini vesvese adlı parazitle bozarak, daha doğrusu şeytanın böyle yapmasına izin vererek. Evet, yukarıda sayılan erdemlere ulaştığımız vakit ‘devrim’ içimizde gerçekleşecek, yürek ülkemize iman hâkim olacak; yani daru’l-İslam olacak yüreğimiz. Hissizliğin, duygusuzluğun bir tek mazereti var: kalb katılığı. O da meşru değil. “Şarkı görmez, garbı bilmez, edepten yok payesi, Bir utanmaz yüz, yaşarmaz göz bütün sermayesi.” Anlayamayanlar, ağlayamazlar; hatta ağlanacak hallerine gülerler. İşte biz, böyle olduk. Çare Peygamberimizi tanımak ve tanıtmakta!

Yaşar Değirmenci

Akit TV köşe yazarı