BIST9.693,46%1,77
USD32.5868%0.18
EURO34,7597%0.21
ALTIN2.509,68%1.01

Ümmetin en büyük hastalığı: Dünyevileşme

Yaşar Değirmenci

Abone OlGoogle News
06 Ekim 2019 10:30

Müslümanların zihin dünyasında bir kırılma olarak beliren dünyevileşme, çok boyutlu alanlarda tezahür etse de temelde üç ana eksende kendisini gösteriyor. Birincisi makam-mevki tutkusu, ikincisi mal-mülk ve servet tutkusu, üçüncüsü karşı cinsle ilişkilerde sınırları aşan (fahşa-cinsellik) tutkusu.

Dünyevileşmeye götüren bu hal; insanı daha çok zevk, daha çok maddi haz peşinde koşmaya sürükledi ve tutkulara yönlendirdi. Çünkü dünyevîleşmenin böyle bir çekiciliği vardı. İnsan hikmet ve irfandan koptuğu andan itibaren dünyevîleşmenin ortaya çıkardığı cazibe alanının dışına çıkamaz. 

Bu yozlaşmaya dayalı değişim süreçlerini yaşayan Müslümanlar, dünyevileşmenin bir sonucu olarak aklını ve kalbini paramparça etti. ‘Üsve-i hasene’ iyi modeller, örnek hayatlarla dolu bir toplum oluşturamadı. Bugünkü çöküşe giden toplum, yokluktan değil, varlıktan, refahtan, israftan, taklitten bu sapmaya yönelir hale geldi. Tüketime yönelik kâr, marka ve moda gibi kavramlar, dinin ticarileştirilmesini de beraberinde getirdi. Kur’an-ı Kerim’in ana konuları arasında yer alan, tevhid, rızık, tekbir, ihlas, cihad, adalet, özgürlük vb. gibi kavramların asli muhtevaları terk edilerek aşındırıldı. Tüketim kültürünü ve alışkanlıklarını meşrulaştırıcı bir anlayış oluştu. Sınıf atlayan yeni bir Müslüman kesim türedi. Bu sosyal değişim, inandığı gibi yaşayan değil, yaşadığı gibi inanan bir Müslüman tipi ortaya çıktı. Dünyevileşmenin hızlandırıcısı tahribat ve tahrifatı, dini hassasiyetleri de değiştirdi. 

Dindarlıkları yumuşattı, dönüştürücü etkiler ortaya çıkardı. Helal ve haram, günah sevap duyarlılıkları oldukça zayıfladı. Dünyevileşme dalgası, bulaşıcı bir hastalık gibi en muhafazakâr denilen ailelerde bile çözülmeleri beraberinde getirdi. 

Tatil anlayışlarından, site hayatına geçişten, tüketim alışkanlıklarına bağlı olarak, marka düşkünlüklerine, tesettür defilelerinden pop müziğe ve flörte varıncaya kadar her tarafı sardı. Henüz dini hassasiyetlerini kaybetmeyenler, mukavemet gücünü yok edercesine bu ‘dünyevileşme seli’nin önünde, dinini yaşama mücadelesi verip imanını kurtarma derdine düştü. Tıpkı hadiste zikredilen ‘imanı muhafaza, elde kor (ateş) taşımak gibi olacak’ hali üzere mücadele devam ediyor. 

‘Dünyevîleşme’nin en kötü olanı İslam’ın değişmezlerini değiştiren, imanda, fikirde, anlayışta meydana gelen ‘dünyevîleşme’dir. Kötü olmada bunu takip edeni ise “önce bazı alanlarda uygulama bakımından İslam’ı terk etme, sonra bunu bir şekilde meşrulaştırma”dır.

Bu konuda bir başka problem de imkansızlık, zorluk, yani zaruretler sebebiyle İslam’ın eksik uygulanmasının zaman geçtikçe tabiileşmesi, normalleşmesi ve böylece kıblenin şaşırılmasıdır. Dini, müminlerin hayatında kâmil manada gerçekleştirmek ve korumak isteyen Müslümanlar, bir yandan zaruretleri görmek ve buna göre geçici çözümler üretmek, diğer yandan da her türlü olumsuzluğa rağmen mazeretlere sığınmadan her hal ve şartta yaşanan bir dini olduğunu unutmadan ‘örnek Müslüman’ hali içinde hareket etmeliler. Bizim ‘dünyevileşmiş tip’ dediğimiz bu insanın bütün, zamanlar ve mekanla da bir tek dini vardır: Madde, para, ekonomi. Dünyevileşmiş tip, dindarsa dinini, ideolojisi varsa ideolojisini, davası varsa davasını her fırsatta paraya tahvil etmenin yollarını arar. Karunlaşmış bu tip, Müslüman olduğu zaman, ‘’Allah rızası, hikmet, tebliğ, davet, ihlas, bereket, tekbir, cihad” gibi dinin kavramlarını kullanarak sömürür. Marksist olduğu zaman “halk, köylü, işçi, emekçi gibi Marksizmin kavramlarını kullanarak sömürür. Kemalist olduğu zaman “çağdaşlık, uygarlık, laisizm, milliyetçilik” gibi Kemalizmin tekeline aldığı kavramları kullanarak sömürür. Fakat hepsinin de mantığı tektir. Hepsi de tüketimi körükler. Hepsi de rantçıdırlar. Hepsi de menfaatlerini dinlerinden, imanlarından, ideolojilerinden önde tutarlar. Hepsi de çıkarları gerektirdiği zaman her şey olurlar. Hepsi de iktidar ve güç odaklarının etrafında pervanedirler. Hepsi de “istikrarı”’ çok severler.

Belli bir geçim standardının üstüne çıkan her insan sahip olduğu hayat standartlarını korumanın mücadelesi içine giriyor. O konumunu kaybetmemek için veremeyeceği taviz, kaybetmeyeceği değer yok artık onun hayatında. Yeter ki ‘hayat standardı’nı kaybetmesin! Hangi toplumda, hangi kültürde, hangi kimlikte olursa olsun bu böyle... Bütün yaş gruplarında da böyle. Sonradan edindiklerimizle doğmuşuz sanki. Ne çabuk benimsedin, ne çabuk uyum sağladın, bu ne hasret, bu ne ihtirasmış, bu ne sahiplenmeymiş pes doğrusu! Bugün sadece internet bağlantıları, cep telefonu ya da televizyon yayınları bir anda hayattan çekilip alınsa, hayatla bütün irtibatını yitirecek, bunalımdan bunalıma sürüklenecek. 

Uyuşturucu bağımlısı halinde insanımız. Hayata herhangi bir ekrandan, monitörden ya da tabletten bakan, sadece kulaklığındaki müziğe kulak veren, sadece futbola ya da basketbola ilgi duyan, sadece fastfood ürünlerini yenebilir bulan, hayata ve insana kapalı koca bir kalabalık...

Bunlar bizim insanımız, yarı ölü canlılar, yarı canlı ölüler... Eskilerin ifadesiyle ‘meyyiti müteharrik’ler. Dünyanın yarısı için ‘hayat standardı’ sayılan bütün bu zamane oyuncakları, dünyanın diğer yarısını yoksul, aç, bakımsız, hasta, muhtaç ve mağdur kılıyor. Doğal hayatı öldürüyor, yeraltı zenginliklerini tüketiyor, bitki ve hayvan çeşitliliğini ortadan kaldırıyor, fıtratı bozuyor. Bağımlısı olduğumuz bütün bu yeni alışkanlıkların bedeli, bize emanet olarak bahşedilmiş mukaddeslerimizi yok edip, değer ve kutsal tanımayan bir dünyada yaşamaya mecbur hale getirmeye çalışıyor.

Bu nasıl bir hastalıktır ki: Şam’dan yola çıkan bir ticaret kervanı Medine’ye girdiğinde Medineliler âdetleri olduğu üzere kervanı tefler ve zillerle karşıladılar. Peygamberimiz tam o esnada mescidde Cum’a hutbesi veriyordu. 12 erkek ve bir miktar kadın dışında bütün cemaat Rasulülah’ın hutbesini terk edip kervana koştular. Peygamberimiz, bu duruma çok hiddetlendi ve buyurdu ki: “Eğer mescidde kimse kalmasaydı şu vadiyi ateş seli kaplardı” (Başka bir rivayette ‘Müslümanların üzerine taş yağardı’) Âyet de nazil oldu.

“Dünyevileşmiş müminler, bir ticaret ya da eğlence gördüklerinde dağılıp ona koşarak, seni yalnız bıraktılar. De ki: Allah katında bulunan, eğlenceden de, ticaretten de daha hayırlıdır. Allah, rızık verenlerin en hayırlısıdır.” Bugün de insanların çoğu sınırsız büyümeye, sınırsız tüketime, spor turnuvalarına, müzik konserlerine, show programlarına vs. dalarak, dini yalnız bırakmışlardır. Stadyumlar dolarken, camiler, kiliseler, sinagoglar boşalmıştır.

Bu nasıl bir hastalıktır ki: Hz. Ömer’e “Zorlukla ve kıtlıkla denendik, sabredebildik; bolluk ve refahla denendik, sabredemedik” dedirtebiliyor. Yahya Bin Muaz’ın hitabını düşünelim. Ne diyordu: “Ey İnsanlar! görüyorum ki; evleriniz Rum Kayseri’nin evlerine, lükse hayranlığınız Kisra’nın tutumuna, servet peşinde koşmanız Karun’un anlayışına, saltanatınız Firavun saltanatına, nefsleriniz Ebu Cehil nefsine, gururunuz Ebrehe’nin gururuna, yaşayışınız sefihlerin yaşayışına benziyor. Allah için söyleyin bana, Ümmet-i Muhammed’den olanlar nerede?” 

Rabbim ‘Buradayız!’ diyenlerden eylesin.

Yaşar Değirmenci

Akit TV köşe yazarı