BIST10.891,42%0,18
USD32.9477%35.7487
EURO35,7982%42.3152
ALTIN2.529,05%0.85

İslâm’da Devlet Bilgimiz

Yaşar Değirmenci

Abone OlGoogle News
05 Haziran 2024 09:46

Her zaman söylenen şu beş devletin zulüm ve terör devleti olmaları İslâm’a hasreti canlı tutuyor. Yaptıkları zulme ve Gazze’de yapılanlara kendi ülkesindeki bilhassa gençlerin ve halkının protestoları İslâm’ı inceleyip Müslüman olmaları, Gazze’deki Müslümanların ‘Müslümanlık Dersleri’ insanların hidayetine vesile oluyor. Tabii bizdeki ‘hidayet nasipsizleri’ de ibretlik!

Güç silah gücünden ibaret değil ki! Bu beş devletin, diğerleriyle mesela ekonomik, jeo-stratejik, politik, vb. menfaatleri var. Bu menfaatleri kısarak, çeşitli ambargolar ve boykotlar yaparak da etkili olabilirler. Bunu yapamamaları; İman, vicdan, merhamet tarafları olmayışından. Devletler olarak menfaatlerine öyle esir olmuşlar ki hareket edemiyorlar. Bu esaretlerinin başında, gerçek manada demokratik olmayan yönetimlerin, Siyonizm’in kölesi haline gelmiş olması. Bırakın başkalarının zulmüne başkaldırmayı, kendileri, özünde bağımsız olmak istediklerinde darbeye, suikasta, ambargoya maruz kalıyorlar.

Koca dünyada ancak üç beş devlet Filistin’i tanıdı. Arkası gelmiyor, iki yüze yakın devlet Filistin’i tanıyıvermiyor. İslâm ülkeleri bilinenler sahip çıkmıyor. İslâm ülkeleri yok, Müslüman halkları var. İslami siyasetin rükünlerini “nassla sabit olan hakikatleri esas almak, adaleti sağlamak, emanetleri ehline vermek, insanların dünya ve ahiret saadetlerine vesile olacak siyasi düzenlemeleri gerçekleştirmek” şeklinde ifade etmek mümkündür. İslâm Fıkhı’nı esas alan bir devletin; hem Allah’ın (cc) hukukuna, hem insanların haklarına riayet etmesi gerekir.

Peygamberimiz Efendimizin Mekke’de nebevi hakikatleri tebliğ etmesiyle başlayan sürecin, Medine’de İslâm Fıkhı’nı uygulayan devleti kurmasıyla neticelendiği malûmdur. Medine’de, ticaret, miras, borçlar hukuku, devletler hukuku, ceza, kısas, zimmet ehlinin varlığının kabulü ve onlarla birlikte yaşamanın şartları, yeraltı-yerüstü zenginliklerinin paylaşımı gibi iktisadi hayatı ilgilendiren hemen her alanda vahye dayanan hükümler hayata geçirilmiştir.

Peygamberimiz Efendimizin iman edenlerle yaptığı akidler (beyat), savaştığı tarafla imzaladığı anlaşmalar (Hudeybiye) ve Medine’de İslâm’ın belirleyici olması kaydıyla tarafların iradeleriyle oluşan uzlaşma metni (Medine Vesikası, Mekke Sözleşmesi), İslâm’ı kabulün vicdanî tahayyülden ibaret olmadığını göstermektedir.

İslâm, mahiyeti gereği din ile siyaseti bölünmez bir bütün olarak kabul eder. Siyasi hedeflerinden ve tercihlerinden soyutlanmış bir şeriat anlayışının hiçbir değeri yoktur. Siyaset, yönetim tekniğiyle ilgili olan ve insanlığa hizmeti ifade eden bir kavramdır. Bir devletin kurulması ve sürekliliğinin sağlanması siyasetle mümkündür. Kendi kavramlarımız bilinmeden siyaset de devlet de anlaşılamaz.

Peygamberlerin ürettikleri pratik hariç, hiçbir pratik tamamen Allah’ın dini olan İslam’ı temsil edemez ve mutlaka bazı eksiklikler içerir. Hatta peygamberin başında bulunduğu devletin bazı kollarında bile, insanın zaaflarından kaynaklanan yanlışlıklar ortaya çıkabileceğini de biliyoruz. Zira peygamber devletin başında olsa bile, her işi kendisi yapamayacak ve diğer insanların bazı zaaflarından kaynaklanan yanlış pratikler ortaya çıkabilecektir. Dolayısıyla Müslümanların ürettikleri devletlerin, bütün uygulamalarının İslam’ın ideal ölçütleriyle uyuşması zaten beklenemez. İnsanların algı ve seçiminin karıştığı yerlerde eksiklikler, yanlışlıklar olacaktır. Önemli olan temel kıstaslar anlamında bir devletin İslami ölçütlere uygun olması ve genel politikaları itibariyle İslam’ın istediği gibi tevhidi, adaleti, iyiliği yaygınlaştırmasıdır. Bizdekilerin İslâm ülkeleri olarak bilinenlerin yaptıkları örnek gösterilerek dinimize ve dindarlara hakaretleri, tahkirleri ne kadar bilgi, idrak ve anlayıştan yoksun olduklarını gösteriyor. Tabii bizim aydın geçinenlerin; ‘laisizm-paganizm-sekülerizm’ şablon esaretinden kurtulmadan, kendi değerleriyle buluşmadan ‘aydın’ olamaz.

Bunları düşünürken içinde bulunduğumuz kaos, Gazze’de yapılan işkence, katliam ve zulmün durdurulamaması, her türlü rezilliğin aleniyete dökülmesine rağmen ‘devlet’ dediklerimizin müdahalesizlikleri bana şu siyer bilgisini hatırlattı. Sevgili Peygamberimizin vahye muhatap olmasından önce katıldığı “örnek birleşmiş milletler mayası” sayılan “Hılfül Fudül” olarak isimlendirilen olay.

Mekke’de haksızlığa uğrayan Yemenli bir tâcir, Ebûkubeys tepesine çıkıp yüksek sesle mağduriyetini dile getiren bir şiir okuyor. Peygamber’imizin amcası Zübeyr b. Abdülmuttalib şehrin en zengin, yaşlı ve nüfuzlu kabile reisi durumundaki Abdullah b. Cüd’ân et-Teymî’ye başvurarak onu bu işin görüşülmesi için bir toplantı yapmaya ikna ediyor. Toplantıda hazır bulunanlar uzun tartışmalardan sonra haksızlığı önlemek için yemin ediyorlar ve gönüllülerden oluşacak bir grup kurmayı kararlaştırıyorlar (daha önce buna benzer yeminli gruplar oluşmuş ama bunlar, günümüzdeki BM gibi işe yaramamış, adamcağıza yardımcı olmamışlar), tekrar edeyim: O sırada yirmi yaşında ve henüz kendisine peygamberlik gelmemiş bulunan Peygamber Efendimiz de bu antlaşmaya katılmışlardır.

Antlaşma metni genel hatlarıyla: “Allah’a andolsun ki Mekke şehrinde birine zulüm ve haksızlık yapıldığı zaman hepimiz, o kimse ister iyi ister kötü ister bizden ister yabancı olsun, kendisine hakkı verilinceye kadar tek bir el gibi hareket edeceğiz; deniz süngeri ıslattığı ve Hira ile Sebîr dağları yerlerinde kaldığı sürece bu yemine aykırı davranmayacağız ve birbirimize malî yardımda bulunacağız”. Bütün kaynaklarda Resulullah’ın, peygamber olduktan sonra da bu ittifaktan övgüyle bahsettiği, İslâmiyet’in onu daha da pekiştirdiğine inandığı ve bu yemini kızıl tüylü bir deve sürüsüyle de olsa asla değişmeyeceğini, tekrar çağrıldığı takdirde de tereddüt göstermeden derhal icâbet edeceği kaydedilmektedir.

Devletlerin başında bulunanlar; şu hukuk bilgilerini bilhassa “İslam ülkeleri veya devletleri” diye bilinenlerin hatırlaması/hatırlatılması ve yaşaması/yaşatılması gerekiyor. Kısaca siyaset; ülke, devlet ve insan yönetimidir. Ancak siyaset araçtır, amaç değildir. Amaç hâline getirilirse ‘ölçü ve denge’ bozulur, toplum huzur bulmaz.

Yaşar Değirmenci

Akit TV köşe yazarı