‘İtibarlı kaçaklar’ 28 Şubat’ı bitirmez! dikkatli olalım!
Yaşar Değirmenci
‘28 Şubat’ toplumun kimyasını bozan bir harekettir. Millete, demokrasiye, hukuka, insan haklarına karşı olan bir hareket. Durumdan vazife çıkaran, sivil toplum olarak ağırlığını kaybetmeyi, emir almayı göze alan, şahsiyetini, itibarını düşünmeyen, korkak, sünepe, kişiliksiz olmayı kabullenen insanların, dayatmaya çanak tuttuğu bir harekettir. Hukukçuların talim ve terbiyeden geçirilmeye razı olduğu, TBMM’yi oluşturan milletin vekillerinin demokrasi dışı güçlere (hangi mülahaza ile olursa olsun) teslim olduğu bir harekettir. Demokratik kültüre değil; bir ideolojinin emrine girmiş, düşünmeyen sevgisiz, mukaddessiz insanların ‘aydın’ olarak arz-ı endam ettiği bir dönemdir. YAŞ kararı başarılı subay/astsubayın disiplinsizlik suçlamasıyla Türk Silahlı Kuvvetleri’nden ihraç edildikleri sürecin adıdır.
28 Şubat darbesi; İslâm’ın izlerini silme projesiydi. ‘İrtica tehlikesi’ uydurmasıyla, İslâmî kimliğinin bastırılıp ruh köklerinin kurutulmaya çalışılması. Zihnî, itikadî dönüşümü hedefleyip toplumu psikolojik olarak çökertme!
28 Şubat; içten içe çürüdü, çürüttü ve toplumumuzu sıkıntılara, ızdırablara, felaketlere sürükleyerek tekrar fırsat kollamak için kayboldu. Herkesin birbirinden şüphe ettiği, muhbirlerin çoğaldığı baskıcı sisteme gidildiği ikiyüzlü insanların ortalığı sardığı ‘bin yıl devam edecek’ denildiği bir ortamdı 28 Şubat. İnsanımıza her gün tedirginlik, sıkıntı, acı ve zulmün yaşatıldığı günlerin adıdır 28 Şubat. İtiraf edilsin-edilmesin örtülmeye çalışılan gerçek şudur:
Ordu, hukukun dışında ve yargının üstündedir. Omuzu kalabalık adamlar, orduyu hukukun dışında tutup, ‘hesap vermez, hesap sorulmaz’a getirdiler. Bu müzmin hastalıkları da el’an devam etmektedir. Hukukçuların 28 Şubat brifinglerine koşarak gitmeleri, 27 Nisan muhtırası karşısında ağızlarını açmamaları, Danıştay cinayetini bir ‘irtica cinayeti’ gibi sunmaya çalışmaları, ‘başörtüsü zulmü’ne ses çıkarmamaları, hep ‘zihin uşaklığı’ndan.
Verdikleri röportajlarda ‘28 Şubat’ sözcüleri gibi konuşmaları, tam bir facia, hezeyan. ‘28 Şubat’ı yapanlar, yaptıklarının cevazını-gerekçesini; İslâm düşmanlarından aldılar. Bu milletin umutlarına, yarınlarına kıydılar. Bu millete kendi halinde kendi iradesiyle, kendi değerleriyle özgürce yaşama ve gelişme hakkını çok gördüler. Şimdi başını koydukları o ‘vicdan yastığı’nda rahat uyuyabilirler mi? Mesela ben, “Türbanlı öğretmenlere yakın bir görüntü sergileyerek bazı ast ve üstleriniz nezdinde 8 yıllık zorunlu eğitime karşı olanlarla gönül bağı olan bir kişi olduğunuz kanaatinin oluşmasına meydan verdiğiniz tespit edilmiştir” denilerek Millî Eğitimde Şube Müdürlüğü görevimden alındım.
Şu cümleye koskoca Müsteşar nasıl imza atabilmiş ve beni görevimden aldırmıştı. O zaman daha ilkokula yeni başlayan kızımın o saf, o masum hali içindeki şu sözlerini unutabilir miyim: “Baba ben seni çok seviyorum. Sen ne yaparsan yap, hangi suçu işlemişsen işle, unutma ki, sen benim babamsın! Ama yine de suçunu bilmek istiyorum. Niçin tayinin çıktı? Benden saklama! Sana inan kızmam.” Kızıma cevap veremedim. Uydurulan bir ‘irtica paranosı’yla bunlar nasıl yapılabilir? Ama yapıldı. Akla, mantığa, fıtrata her şeye aykırı inatlardan ihtiraslardan medet umdular? Başı örtülü öğretmenlerin savunmasını bile almadan iki satır yazıyla görevine son verdiler. Hastahaneler bile başörtülüleri almadı.
Dindar geçinen bürokratlar; hanımlarının başını açtırdı. Cuma namazına bile gitmeyecek hale geldi, getirildi. Kontrollerini yaptıkları Kur’an Kurslarına, yurtların mescidlerine ayakkabı ile girdiler. Terlik verenleri görevden aldılar. 28 Şubat, içimizi kanatan insanlıktan çıkmış bir avuç azınlığın toplumun bünyesine, fıtratına müdahalede bulunmanın, hormonlu bir yapı ihdas etmenin adıdır! Tabii inançlı kesimin de bir ‘nefs muhasebesi’ yapması icab eder. Hele şu âyetin ışığında yapılırsa: “... Gözünüzde büyüttüğünüz insanlardan korkmayın, Benden korkun! Âyetlerimizi az bir menfaat karşılığı pazarlamayın!” (Vahiy, ‘korkusuzluk’ gibi bir imkansıza değil, ‘korku terbiyesi’ne dâvet ediyor.
Fıtratı yok saymıyor, insanın savunma güdüsünün yan etkisi olan korkuyu kınamıyor, sadece korkunun insanın akletme melekelerini teslim almamasını beyan ediyor: Allah korkusu. Korku ile değerleri az bir menfaat karşılığı pazarlama arasındaki ilişkiye dikkat çekiyor.) Nedir bu çürümüşlük, nedir bu kokuşmuşluk? Bu durum, Millî iradeye karşı tedbir alma gibi garip anlamsızlıkları da beraberinde getiriyor. Bağımsız ve tarafsız hareket etmesi gereken yargı, 28 Şubat’ta; ne bağımsız, ne de tarafsız hareket etmişti. Hep kendisine biçilen rolü oynamış veya oynatmışlardı. Onlar da ‘hukuk adamlığı’nın gereğini yerine getirememişler, katledilen hukuka uydurma gerekçelerle fetvalar vermişler/verdirtmişlerdi. Hukukçular ve aydınlar; milletin değerleriyle yetişmedikleri için milletine güvenmediler. Sandıktan çıkan sonucu kabullenemediler. Bu durum da bize yutturulan demokrasinin vazgeçilmez hastalığıdır.
Bu hastalık sebebiyle de bir türlü normalleşemiyoruz. Bu normalleşememe, hayatımızın her safhasına yansıyor. Siyasetten askeriyeye, ekonomiden sağlığa, eğitimden aile hayatımıza varıncaya kadar.
28 Şubat’lara sebebiyet verenler; hep bir yerlerden işaret bekleyen ‘güvenilmezlik düzeni’ oluşturanlardır. Sebebiyet verdikleri ‘insanlık dramı’nı bugün de savunabiliyorlar. ‘Cumhuriyeti koruma ve kollama’ görevine soyunanlar! Bu kılıf altında yaptığınız yolsuzluklar, batırdığınız ekonomiler, yıktığınız/parçaladığınız aileler, yaşattığınız zulümler, unuttuğunuz insanlık, çürüttüğünüz millî ve manevî değerler, iç düşman ihdas ederek oluşturduğunuz kamplaşmalar, vicdanınızı hiç mi sızlatmıyor?
Suç işleyen kim olursa olsun, (makamı-mevkii, konumu, itibarı, vs) yakasına yapışılıp adalete teslim edildiğinde; milletimiz ne kadar seviniyor, rahatlıyor. ‘İtibarlı kaçaklar’ın son perişan görüntülerine, ucuz kahramanlık taslayanların hallerine, makamlarına, mevkilerine, üniformalarına güvenenlerin düştükleri rezillikler ayrı fasıl. Elhamdülillah çok şey değişti. Kurum ve kuruluşlarımızla; demokrasinin, insan hak ve hürriyetlerinin yanında, evrensel hukuk değerlerinden vaz geçmeyen, yasama ve yürütmenin üstünde bir ‘yargı vesayeti’ni yahut ‘hakimler hükümeti’ni arzu etmeyen hukuk adamlarımız çoğalıyor. Lider Türkiye var. Lideri var!