BIST9.915,62%2,05
USD32.509%-0.09
EURO34,7760%-0.56
ALTIN2.438,67%0.10

Altın nesil, Öncü nesil derken Türkiye’de nesil kalmadı

Sabri Balaman

Abone OlGoogle News
11 Mayıs 2021 07:38

Toplumlar incelenirken üzerinde durulması gereken konulardan belki de en önemlisi, din ve dinin toplumsal hayattaki yansımalarıdır. Gerek Batı dünyasında gerekse İslam dünyasında geleneksel yapı ile modern dönemde ortaya çıkan durum, ciddi bir kopuş ve değişimi barındırmaktadır.

Geleneksel olarak kendini dini kimliği ile tanımlayan bireyler, modern dönemle birlikte farklı kimliklerle ve aidiyet duygusuyla ortaya çıkmaktadır. Modernleşmenin söz konusu etkisi, dinin görünürlüğünü ve yansımalarını da ciddi ölçüde etkilemiştir.

Türklerin gerek Müslüman oluşlarında, gerekse sonraki dönemlerde çok büyük bir yere sahip olan tarikat ve cemaatler, Osmanlı Devleti’nin sonlarından başlayarak ciddi bir krizin içerisine girdi. Cumhuriyet Türkiye’si, tarikat ve cemaatleri yasaklayarak, laik ve toplumsal yapı inşa etmeye çalıştı.

Bu süreçte baskı ve zulümlere karşı gizli olarak faaliyetini sürdürmek zorunda kalan tarikatlar, kontrolsüz bir şekilde toplumsal hayatta etkilerini sürdürmeye devam ettiler. Özellikle 28 Şubat süreci ve 15 Temmuz darbe kalkışması sonrasında, tarikat ve cemaatler ciddi bir şekilde eleştirilerin ve sorgulamanın odağında yer aldılar.

Uzun yıllar boyu hem toplumsal hem siyasi olarak etkinliği değişmekte olan dini gruplar, modern Türkiye’de nihai hali neredeyse eskisine zıt olan bir kimlik değişimi yaşamıştır. Eskinin içe dönük ve mistik yapıları, yeni dönemde dışa açık ve aleni bir yapı halini almıştır. Buna karşılık Ak Parti hükümetinde sorunsuz büyüme ve her türlü demokratik alana sahip her türlü propaganda araçlarına sahip cemaatlerin büyüdüğünü görmekteyiz, ancak iyi niyetleri suiistimal eden onlarca cemaat olduğunu söylemekte sakınca görmemek gerek.

Örnek vermek gerekirse GÜLENİST cemaat, yaklaşık kırk yıl gibi bir süredir kamusal, bürokratik ve resmî alanlarda eğitim, ekonomi, siyaset, medya, sivil toplum, dershaneler, dernekler ve vakıflar ile kritik devlet kurumları üzerinden sağladığı çok yönlü nüfuz ile toplumsal alanda etkili bir güç olmayı hedeflemiştir.

Örgüt her ne kadar mensupları nezdinde ve kamuoyundaki tanımında “cemaat” olarak bilinse de, bu yazımızda hareketin sosyolojik anlamda artık bir cemaatten ziyade “örgütlü dinsel yapı” ya da “paralel yapı” gibi kavramlaştırmaları tercih edilecektir. “Örgütlü dinsel yapı” kavramıyla ise hareketin gerçekte dinden mülhem ya da ona dayalı değil, aksine onu kullanan ve araçsallaştıran bir grup olduğu görülmektedir.

Paralel yapının süreç içerisinde taktik ve stratejilerine göre kamusal, kurumsal ve bürokratik alanda sağladığı hegemonik güç, grubun bilinen zihnî ve ideolojik yaklaşımlarında, örgütsel tavır ve eylemlerinde de dönüşüme yol açmıştır. Kontrolsüz bir zeminde büyüme ve ülke adına tehdit unsuru olarak görüldüğü, darbe yapacak kadar haddini aşmıştır.

Buna benzer gündemde olan ve son zamanlarda medya üzerinden yer edinmeye başlayan Alparslan Kuytul ve cemaati, ilginç çıkışlarda bulunmaktadır. Furkan Vakfı olarak bilinen yapı neden radikal yapılanmaya ihtiyaç duymaktadır? Meselenin biraz tarihsel ve sosyolojik derinliğine bakmakta fayda var. Alparslan Kuytul, El Ezher’in Şeriat Bölümü’nde İslam Hukuku alanında 1993-1997 yılları arasında okumaktadır ve daha sonra Furkan Vakfı’nı kurmaktadır.

1990’lı yılarda İran akımının başladığı dönemde farklı İslami yapılardan etkilenmiş olacak ki bulunduğu bölge ve sosyolojisi açısından İslami yapılanma adına zeminin uygun olduğu görülmektedir. Aynı dönemlerde ABD’nin Mısır üzerinden CIA gizli servisi ve MOSSAD açısından İslam coğrafyasının uygun olduğu ve Suudi, selefi, Vahabi camiası yaşadığımız coğrafyada önemli ölçüde zemin bulduğu döneme denk gelmektedir, bu varsayım üzerinden birçok terör yapılanmasına baktığımızda FETÖ tarzı uyuyan hücre misali akım ve dini yapılar desteklenmektedir. Çok basit yol yöntemler kullanılarak insanlarımızın inançları gereği yol ayrımına geldiğini görmekteyiz, bu da Türkiye açısından ciddi bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır.

Türkiye’deki cemaat liderlerinin birçoğu birbirinden farklı kişiliklerde ve pratiklerde olsalar da ‘80’ler sonrasından ‘90’ların ortasına kadar böyle ortaya çıktı. Fethullah Gülen, Adnan Oktar, Hizbullah’ın kurucusu Hüseyin Velioğlu, Alparslan Kuytul gibi şahıslar devlet içi kuşatma ile öne çıkmaktadır.

Kuytul ve camiası sistem düşmanlığı üzerinden beslenmiş, darbecileri ve FETÖ’yü savunmaya, bunun yanında olayı birçok milli meselede Türkiye düşmanlarını tercih etmeye kadar varmıştır. Öte yandan; FETÖ elebaşına benzer şekilde Hz. Peygamber’in adını istismar ederek onun kendi mitinglerine katıldığını iddia etme noktasına gelmiştir.

Bu gibi yapıların ilim ve irfanla samimiyetle bağlantısı olmadığı gibi suiistimallere de zeminin bulması Müslümanlar açısından kaygı vericidir. Altın nesil, öncü nesil derken bütün nesilleri zehirlediler. Devletin kontrol mekanizması, Diyanet İşleri Başkanlığı bu oynanan tiyatrolara bir an evvel son vermelidir.

Vesselam..

Sabri Balaman

Akit TV köşe yazarı