BIST9.981,76%0,67
USD32.4516%-0.26
EURO34,7658%-0.43
ALTIN2.425,88%-0.38

Bölünmüş cemaat ve siyasi partiler hesaplaşıyor mu?

Sabri Balaman

Abone OlGoogle News
13 Aralık 2022 09:18

“Birtakım olayların ifşası, cemaat içi hesaplaşmanın bir sonucudur.”

Müslümanlar, dinî zihniyetlerini kendilerine indirilen Kur’an’ı ve onun uygulama örneği olan Hz. Peygamber’in sahih sünneti ekseninde teşkil ederler. Zira Hz. Peygamber kendisine gelen vahyi hem insanlara tebliğ etmiş; hem de vahyin ışığında yeni bir zihniyet, dünya görüşü ile birlikte yeni bir toplum inşa etmiştir. Ancak toplumsal kurumların oluşum süreci, sosyal değişme ve farklılaşma, siyasî, ekonomik vs. şartlar, aynı kaynaktan beslenen Müslümanların tarih içinde farklı din anlayışları oluşturmalarına ve benimsemelerine yol açmıştır.

Öyle ki bu farklılaşmanın bir sonucu olarak ortaya çıkan mezhep ve benzeri dinî gruplar “Müslüman” kimliklerini unutarak, İslâm adına birbirleriyle mücadele edecek, kan dökecek kadar ifrat ve tefrit sınırına ulaşmışlardır. Esasen bu durum Kur’an’da ifade edilen ve Müslümanlara tavsiye ile emredilen, birlik ve beraberlik anlayışına da aykırıdır. Bu nedenle düşünen, her şeye açık bir insan örneğine ulaşmak, inananlar arasında birlik ve beraberliği sağlamak için dinî geleneğin tarihî süreç içinde incelenmesi, doğrularının vurgulanması, yapılan hata ve yanlışların düzeltilip tasfiye edilmesi gerektiğini söylemektir.

Müslümanlar yaklaşık iki asırdır dünya konjonktüründe Batıya göre geri kalmış bir topluluk olduklarının farkına vararak, bu geri kalış ve çöküşün sebeplerini araştırmaya ve çözüm yolları bulmaya çalışmaktadır.

Çağımız yüzyılında, kendilerine yakışır bir gelişme ivmesine ulaşmayı hedeflemektedirler. Modern Batı, bir taraftan büyük ölçüde Pozitivist-materyalist felsefe kaynaklı dünya görüşüyle dini, geleneği ve geleneksel değerleri altüst etmiş; öte taraftan oluşturduğu yeni toplum yapısıyla, mekanik bir hayat, bireyselliğin ve şahsî menfaatlerin ön plâna çıktığı bir medeniyet biçimi doğurmuştur.

Ancak yine modern Batı, oluşturduğu yeni medeniyet biçimiyle ortaya çıkan problemlerle uğraşmakta, sadece kendilerini değil bütün dünyayı etkileyen hızlı bir değişim süreci yaşamaktadır. Bugün geldiğimiz noktada dünya, artık bilgi toplumu ve küreselleşme sürecini birlikte yaşamaktadır.

Dünyada oluşan siyasî ve sosyal konjonktürde Müslümanlar da Batı ve Batı’nın dünyaya dayattığı yeni değerlerle karşı karşıya kalmış; ülkeler, halklar, aydınlar ve din bilginleri bazında farklı yaklaşım örnekleri sergilemişler, farklı tepkiler vermişlerdir. Bu tepkiler, yaklaşık bir asırdan fazladır tecdidi, ihyacı, modernist, gelenekçi vs. adlandırma ve tasniflere tâbi tutularak incelenmektedir. Ülkemizde din düşmanlığı bir mücadelenin hesap alanıdır, batıl merkezli kontrol yapı iktidarların boynunda bir kılıç gibi sallanmaktadır.

Aydınlanma felsefesiyle sanayi devrimini ve toplumsal değişimi gerçekleştiren Batı karşısında, hâlâ ortaçağ tarım toplumun dinî zihniyetiyle başarıya ulaşılacağına inanmak ve geçmişin başarılarını hamasi duygularla dile getirmek, açıkça kafaların kuma gömülüp gerçeklerin görmezlikten gelinmesi demektir. Bugün Müslümanlar, eğer dünya siyasî konjonktüründe hak ettiği yere gelmek istiyorsa Batı’nın kendi içinde yaşadığı değişimin daha iyisi ve üstününü kendi değerleriyle gerçekleştirebilmelidir. İçimizdeki bazı sapkın anlayışların ve bireysel düşüncelerin ürünleri olan yobaz kafalı şahsiyetler, İslam’ı amellerine kurban etmeye çalışanları olduğu, bu dönemden arındırılması gereklidir.

Müslümanların zihniyet yapısını, dünya görüşünü değiştirmeden, bütün kurumlarıyla sosyal değişimi ve buna bağlı teknolojik ve ekonomik kalkınma hamlesini gerçekleştirmesi imkânsızdır.

Bunun da yolu, her şeyden önce dinî zihniyeti, bilgi toplumunu Kur’an ışığında ve ulemaya uygun şekilde yeniden inşa etmekten geçmektedir. Müslümanların dinî zihniyetini oluşturacak bazı reformist kararları zorunludur. Cahiliye döneminden kalma dogmatik eylem ve söylemleri İslam’a yamayarak, kendi düşüncesinin İslam üstü sapkın anlayışa entegre ederek İslam’ıveMüslümanları kullanan çıkarcılarda bir o kadar tehlikelidir.

Müslümanların, aralarındaki her türlü ayrılığa son verip asgarî müştereklerde birleşerek hareket etmeleri gerekir. Zira yukarıda ifade ettiğimiz gibi, Kur’an’a uygun olan tavır da budur. Bu tavır, her şeyden önce dinin temel kaynaklarından hareketle Müslümanların aralarında hoşgörü ve sağduyu ile diyalog kurmalarını sağlayacaktır. Böylece gruplar arası saldırganlık ve şiddete varan düşmanlıklar giderilerek Müslümanların birlik ve beraberlikleri önemli ölçüde temin edilebilecektir.

Dinî gruplar arasındaki ayrılık ve bölünmelerin ne kadar tehlikeli boyutlara ulaştığını görmek için yurt dışındaki dinî grupların faaliyetlerine bakmak yeterlidir. Kaldı ki Türkiye’deki dinî gruplar içinde, dahili bölünme ve fraksiyonlar arasında ciddi ayrılıklar gözlenmektedir. Çeşitli istihdam sahalarında siyasî partilerin kendi yandaşlarını kayırması gibi, dinî gruplar da sahip oldukları gücü sonuna kadar kendi grup mensuplarının çıkarları için kullanmaktadır. Grup içi dayanışmanın tabiî bir sonucu olan bu anlayış, Allah’ın emrettiği “emanetin ehline verilmesi” ilkesini tamamen ortadan kaldırmaktadır.

Vesselam.

Sabri Balaman

Akit TV köşe yazarı