BIST9.981,76%0,67
USD32.4585%-0.24
EURO34,8011%-0.33
ALTIN2.432,94%-0.09

Taksim saldırısında rol alan ülke masada alan istiyor

Sabri Balaman

Abone OlGoogle News
29 Kasım 2022 09:11

Irak’ın ve Suriye’nin kuzeyinde PKK/KCK/YPG’li teröristler tarafından Türkiye’ye saldırılarda üs olarak kullanılan bölgelere Pençe-Kılıç Hava Harekatı icra edilmesi, uluslararası hukukun anlamsız bir şekilde varlığını yitirmesine bağlı bir sonuç olarak karşımıza çıkmaktadır.

Bu operasyon, ABD ve Rusya’nın verilen sözlere sadık kalmadığının göstergesi olarak gerçekleştirilmiştir. Pençe-Kılıç Hava Harekatı, terörü kaynağında yok etmek amacıyla BM Antlaşması’nın 51. maddesinden doğan meşru müdafaa hakkı doğrultusunda gerçekleştirilmiştir.

Pençe-Kılıç Harekatı, sadece terörle mücadele açısından değil uluslararası ilişkiler ve yeni küresel gelişmeler penceresinden okunduğunda da çok değerli anlamlar taşıyor. Uluslararası uzmanlara göre Ankara, özellikle batıya ‘Milli güvenlik benim kırmızı çizgimdir’ demiştir. ‘Sizden bağımsız bir şekilde bu süreci yönetebilirim’ mesajı net şekilde verilmiştir.

Türkiye, etkileşim içerisinde olduğu odaklara gece yarısı harekâtıyla mesaj verdiğini ve bu mesajın öncelikle ‘terörle mücadele’ penceresinden okunması gerektiğine dikkat çekiyor. Aynı anda iki ülkeye gece yarısı hava harekatı düzenlemenin hem NATO hem de ABD Rusya tarafına güçlü bir mesaj niteliği taşımaktadır. Türkiye, Türk denklem politikası kapsamında yeni bir sayfanın açılmasını, kendi bölgesinde cerrahi operasyonlara müsaade etmeyeceğini göstermiştir.

Türkiye, harekatla bir kez daha güçlü bir şekilde ABD ve NATO’ya “Terörle mücadele benim kırmızı çizgim. Siz olsanız da olmasanız da ben kendi başıma bu gücü ortaya koyabilecek bir ülkeyim” demiştir. MİT müsteşarı Hakan Fidan’ın bölgesel denge politikaları kapsamında oynadığı rolü ve başarılı operasyonları, bazı aktör devletler tarafından hassas bir şekilde izleniyor ve birçok alanda korkulan bir devlet zekası olarak görülüyor.

Bir yanda İstiklal Caddesi saldırganıyla ilgili içeride çok hızlı bir süreç yürütüyorsunuz. Diğer yanda sabah saatlerinde yanda Suriye’de çok sayıda DEAŞ’lıyı yakalıyor, aynı gece oldukça zorlu bir harekata başlıyorsunuz. Tüm bunları alt alta koyduğunuzda Ankara terör ve terörizmle mücadelede dünyanın en önde gelen ülkelerinden olduğunu bir kez daha göstermiş oluyor.

İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya üyelik başvuruları üzerinden yapılan pazarlıklarda kimi küçük tavizler kopartılsa da operasyon konusunda ABD’den de istenen destek çıkmamıştır. Atlantik merkezli kolektif planlama istihbarat paylaşımı Türkiye’yi dışlayan bir politika olarak sahada aktif bir rol almaktadır. Milli istihbarat tam da bu manada bütün olup bitenleri dış saha üzerinden analiz kısmına hakim bir yönetim şeklinde sahayı okumaktadır.

Ancak geçtiğimiz günlerde MİT’in ev sahiplinde CIA Direktörü Bill Burns ve Rus Dış İstihbarat Servisi (SVR) Başkanı Sergey Narışkin arasında gerçekleştirilen görüşme, Ukrayna savaşının yarattığı dengelere bağlı olarak Türkiye’nin üstlendiği rolü ve dolayısıyla bu güçler için önemini bir kez daha gösterdi. ABD merkezli Atlantik istihbarat Türkiye’yi açık bir şekilde Taksim saldırısı üzerinden tehdit etmiştir. Ancak Finlandiya ve İsveç’in NATO üyeliğine direnç göstermemesi için istihbarat üzerinden verilen mesaj ve Taksim saldırısı ile perde arkasında oynanan oyunun bir parçası olarak yorumlanmalıdır.

İsrail bölgeyi yakından takip eden ülkelerin başında gelmektedir. Son zamanlarda ikili ilişkilerle yapılan görüşmeler bir zorunluluk üzerine kuruludur. İsrail bu görüşmeyle ilgisi olsun ya da olmasın, bölgesel güç dengeleri açısından Türkiye’nin caydırıcı gücünü her geçen gün daha iyi anlamaktadır. İsrail perde arkası diplomasi trafiğinde hem rol almak ister hem de Türkiye ile kazan kazan politikası kapsamında bölgede inisiyatif oluşumunda masada yer istemektedir. CIA ve SVR şeflerinin Ankara’da MİT’in ev sahipliğinde bir araya gelmesinden sonra hem Rusya’nın ve hem de ABD’nin, Suriye’de hava sahasını kendilerinin kontrol ettikleri bölgelerde Türkiye’nin hava operasyonu düzenlemesine ‘olur’ verdiği görülmektedir.

YPG’li Mazlum Abdi’nin de hava operasyonlarının sürebileceği ama şimdilik bir kara harekatı beklemedikleri açıklaması, ABD tarafından verilen bu sınırlı desteği doğruluyor. Ancak perde arkasında PKK/YPG ile yapılan gizli müzakerelere yeni bir boyut daha eklendi. Bu yeni süreçte ABD ve Rusya, Türkiye’nin daha fazla bölgeye girmemesi için örgüt kontrol noktalarının güneye çekilmesi için pazarlık yaptı. Bazı yabancı basın kuruluşları da ikna çalışmalarının sürdüğünü iddia ediyor.

Sonuç olarak; Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın güçlü diplomasi ve devlet adamlığı üzerine akılcı bir dış politikaya dönmesi, mikro etnik biraderler topluluğunu terk etmesi, daha çok Türkiye jeopolitiği üzerine kafa yorması ve beraberinde alınan kararlar, Türkiye’nin saha hakimiyeti bandını genişletmiştir. Monarşi veya bölgesel rejimler Türkiye’nin sorunu olmadığı gibi Türkiye’nin daha çok rol model üzerine oynadığı akıcı ve akılcı yapıcı siyaset daha çok satın alınmaktadır.

Vesselam…

Sabri Balaman

Akit TV köşe yazarı