BIST9.524,59%-0,06
USD32.5219%0.16
EURO34,7246%0.20
ALTIN2.486,84%1.00

2. Dünya Savaşı’na girmediğimiz halde kaç asker şehit verdik?

Mustafa Armağan

Abone OlGoogle News
16 Ocak 2022 08:02

Türkiye’nin 2. Dünya savaşına girmeyişini İsmet İnönü’nün başarısına bağlamak bir CHP gözbağcılık klasiğidir. Hem Türkiye’nin derin aklının bu savaşa girmeye direnmesi, hem de hadiselerin tabii seyri sonucunda -pek çok tereddütten sonra- son ana kadar savaşa girilmeyişi İnönü’nün veya CHP’nin başarısı değil, zorunlu olanın erdemmiş gibi gösterilmesi numarasıdır. Hani adam demiş ya: -30 yıldır hırsızlık yapmadım. -Neredeydin? -Hapisteydim! CHP’ninki de hesap. Türkiye’nin savaşa girecek gücü var mıydı ve girseydi İnönü ve CHP o rahat koltuklarında oturabilir miydi? Bunları anlatmazlar. Varsa yoksa savaşa sokmayarak sizi babasız bırakmadık teranesi. Sanki girmememize rağmen verdiğimiz 30 bine yakın kayıp yokmuş gibi.

Buyurun belgesi (Yan tarafta):

Devrin Milli Savunma Bakanı tarafından TBMM’de 2. Dünya Savaşı boyunca hastanelerde ölen askerimizin sayısı 22,663 kişi olarak verilmiş. Bu, bütün ordu mevcudunun binde 6,15’idir. Her bin askerden 6.15’ini kaybetmişiz ki savaşa girmediğimiz halde korkunç bir rakamdır. Hastalanıp da hava değişimine köyüne gönderilenlerden ölenler bu rakama dahil değildir. Bunları eklediğimizde belki de gerçek rakam 30 bin civarında çıkacaktır.

Fakat ilginç olan nokta, Bakan Köymen’in 24 Ocak 1951 tarihinde DP milletvekili Ali İhsan Sabis Paşa’nın 2. Dünya Savaşı sırasında 100 bin asker şehit oldu iddiasına cevap olarak 7 Nisan 1951 günü Mecliste yaptığı konuşmada verdiği bilgilerin toplamasında bir hata olması.

Bakan 1939 yılının son 4 ayında 519, 1940’ta 4976, 1941’de 3319, 1942’de 4680, 1943’te 3308, 1944’te 3605 ve 1945’in ilk 5 ayında 3794 kişinin öldüğünü söyledikten sonra toplam 22,663 ölü tesbit edilmiştir demektedir. Ancak burada bir hesap hatası vardır. Verilen rakamların toplamı 22,663 değil, 24,021 eder. Arada 1,358 şehit fark vardır.

Saatte 1 şehit verdiğimiz savaş hangisiydi?

İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin hem de Ekrem İmamoğlu döneminde çıkardığı İstanbul dergisinin ilk sayısında çıkan bir araştırma https://www.istdergi.com/tarih-belge/girmedigimiz-savasta-binlerce-turk-sehit o yıllardaki hazin durumu hayret verici bir açıklıkla ortaya seriyordu: “Dile kolay, günde 11 kişi, yani iki saatte bir kişi şehit olmuştu. Savaşın sona erdiği 1945 yılına bakılırsa, o ilk beş ay içinde verilen kayıp sayısı 3 bin 794’tü. Diğer bir deyişle; günde 25 asker... Başka bir hesapla saatte 1 şehit... Savaşın 7 Mayıs’ta bittiği dikkate alınırsa aslında durum daha da vahimdi. Belli ki savaş sonrası yıl içinde kayıplar devam etmiş. Oysa Kurtuluş Savaşı’mızda dahi toplam 10 bin şehit vermiştik. Rakam korkutucuydu. Ama Türkiye bu gerçeği de sindirmek zorundaydı...”

Hapse gir, hayatını kurtar!

Bu durumda maazallah bir de savaşa girseydik halimiz ne olurdu? diye düşünmekten kendini alamıyor insan. Açıktır ki Tek Parti devrindeki bütün şişinmelere, halk ve basına uygulanan baskı ve sindirme politikalarına rağmen ne ekonomik veriler ne de diğer sosyal parametreler olumluydu. Berbat bir yönetim sergilendiği her alanda gözleniyor, hatta bunlar rakamlara da, gazete haberlerine de yansıyordu.

Nitekim Murat Metinsoy’un araştırması İkinci Dünya Savaşında Türkiye’de rastladığım şu paragraf yüz kızartıcıdır:

“İşsiz olan ya da başını sokacak bir evi olmayan fakir insanlar ise barınma sorununu halletmek ve geçim güçlüğünden kurtulmak için küçük suçlar işleyerek hapishaneye girmeye çalışıyorlardı. Örneğin, tramvayda hırsızlık yaparken yakalanan fakir ve işsiz Çopar Ahmet, çıkarıldığı mahkemede, kış gelince fakirlikten, odun sıkıntısından, yiyecek darlığından dolayı hapishaneye girip rahatlamak için tramvayda hırsızlık yaptığını söylüyordu.” (Vatan, 2 Aralık 1943)

Nermin Abadan-Unat’ın Kum Saatini İzlerken adlı hatıratında geçen bir sahne daha da acıdır. Meğer bu yıllarda sabıkalı kabadayılar kışın soğukta evsiz barksız kalmamak için ufak bir kavga çıkararak birisinin vücudunda 3 aylık hapis cezasına yetecek kadar delik açmayı alışkanlık haline getirmişler. Kışı hapishanede geçirmek dışarıda aç bilaç dolaşmaktan yedi ne de olsa.

Rahmetli babam anlatırdı: Harp yıllarında aileler çocuklarının yaşını büyütüp askere göndermişti. Sebep basitti: Sivil hayatta açlıktan kırılanlara devlet askerde hiç değilse karınlarını doyuracak yemek çıkarabiliyordu. Bu, onlar için açlıktan kurtuluş demekti.

Öte yandan tifüs, verem ve sıtma ile mücadelede başarısız kalan Tek Parti hükümeti Türkiye’yi savaşın dışında tutmayı başarsa da, sağlık tedbirlerinin yetersizliği sebebiyle ıstırap çekenlerin şikayetleri “toplumun hafızasına başarılı dış politikadan ziyade, insanları daha yakından alakadar eden sağlık ve sosyal politika alanındaki başarısızlıklar” şeklinde uzun süre muhafaza edilecekti.

Menderes ifşa ediyor:

İnönü 1940 yılında az daha savaşa girecekti

Başbakan Adnan Menderes 24 Nisan 1954 günü Samsun’daki mitingde CHP Genel Başkanı İsmet İnönü’ye verdiği cevapta sürpriz bir şekilde 14 yıldır sakladığı bir sırrı ifşa etmişti. Kendisi CHP bünyesinde milletvekiliyken Cumhurbaşkanı İnönü’nün 1940 yılında, Fransa Almanların eline düşmezden beş on gün önce bizi harbe sokmak üzere olduğunu şu sözlerle kamuoyuna açıklamıştı:

“Şimdiye kadar sustuğum bu hakikati, kendisinin ısrarlı propagandaları üzerine işte bugün ortaya koyuyorum. Halk Partisinin zabıtlarını ortaya çıkarsın ve eğer imkân görüyorsa tekzib etsin. 1940’ta Fransa düşmezden beş on gün evvel bizi harbe sokuyordu. Bunun için de her türlü hazırlıklar tamamlanmış, nutuklar hazırlanmış, bazı mebuslar evvelden hazırlanmış olan bu nutukları söylemek üzere memleketin muhtelif vilâyetlerine yola çıkarılmıştı. Bu meyanda bana da Eskişehir’e gitmek vazifesini vermişti. Türkiye harbe girecek ve o gün memleketin dört köşesinde evvelden hazırlanmış olan bu nutuklar söylenecekti. Tam bu sırada Fransa düştü. Türkiye de harbe girmekten bu suretle kurtuldu. Ondan sonra da eğer Türkiye yine harbe girmedi ise, harbin mantığı bu tarafa gelmediği için girmedi. Eğer gelse idi ve bu iki muharip taraftan birinin menfaatine uygun düşse idi, İsmet Paşa, bu memleketi harbe sokmaktan koruyabilecek adam değildi. Biz harbin yolunun dışında idik ve dışında kaldık. Hakikat işte budur. Fakat onlar, artık övünülecek bir şeyleri kalmadığı için, biz sizi harbe sokmadık, diye övünmekte ve böylece bir bozguncu ruh hâleti içinde bulunmakta idiler.” (Akşam, 25 Nisan 1954)

Daha Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak ve Londra Büyükelçisi Rauf Orbay’ın “bu şartlarda savaşa girersek Mehmetçiği diri diri fırına atmış oluruz” ikazından bahsetmedik bile (meraklıları Kandemir’in Hatıraları ve Söylemedikleriyle Rauf Orbay adlı kitabına müracaat etsin).

Görüyorsunuz, CHP’nin yalan makinası bugün de işlemeye devam ediyor. Ne de olsa Nazilerin propaganda bakanı Göbbels’den ders almışlıkları vardır.

Mustafa Armağan

Akit TV köşe yazarı