BIST9.079,97%3,10
USD32.3372%0.14
EURO35,0652%-0.02
ALTIN2.308,82%1.37

Hesabı sorulmamış bir Tek Parti faciası: Refah’ın batırılması

Mustafa Armağan

Abone OlGoogle News
21 Kasım 2021 09:58

Kemal Kılıçdaroğlu sözümona “helalleşme” çağrısı yaptı. TBMM’de “Yaralarımızı sarmamız lazım. Bazılarımız zorlanıyor konuşmaktan. Yaralar hâlâ açık” diyerek helalleşme kapsamına partisinin geçmişte açtığı bazı yaraların da alınacağını ifade etti.

Tabii bazı CHP milletvekilleri sözün sivri ucunun Atatürk ve İnönü dönemlerine dokunacağını fark ederek derhal karşı atağa geçti ve genel başkanlarını partiye kilit vurmaya kalkmakla suçladı. Nitekim Kılıçdaroğlu daha önce Dersim’in bombalanması ve Sabahattin Âli’nin öldürülmesinde CHP’nin payı olduğunu kabul etmiş ama “derin CHP”den gördüğü refleks yüzünden geri adım atıp ateşin üstünü külle kaplamıştı. Bakalım bu sefer nasıl çıkacak bu iki ucu pis değnek ikileminden?

Biz yine tarihe bakalım ve bu defa CHP devrinde vuku bulan helalleşilmemiş bir deniz faciasından bahsedelim.

Takvimler 24 Haziran 1941’i gösterirken bir gün önce torpillenen Refah şilebi donanma ve hava kuvvetlerimizin en seçkin asker ve subaylarıyla birlikte Mersin kıyılarına yakın bir noktada Akdeniz’in tuzlu sularına ağır ağır gömülüyordu.

Refah şilebinin hangi devlete ait olduğu tespit edilemeyen bir denizaltı gemisi tarafından torpillenerek batırılması, daha acısı, facianın burnumuzun dilinde cereyan etmesine ve bunca ağır kayba uğramamıza rağmen kimseciklere sesimizi çıkaramayışımızdır. O hengamede facianın dışarıdaki sorumluları aranamadığı gibi Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün kulağının üstüne yatma taktiği yüzünden Ulaştırma ve Milli Müdafaa (Savunma) bakanlarından olsun hesap sorulamamıştır. Parti grubunda yapılan eleştiriler karşısında selameti istifa etmekte bulan bakanlar Meclis soruşturmasından yırtacak, sırf zevahiri kurtarmak için ikinci derecedeki memurlar mahkemeye verilecek ama onlar da savaş bitmeden beraat edecekti.

Peki gerçekte o kara günde ne olmuştu?

Refah nasıl battı?

İngiltere’ye ısmarlanan dört denizaltımızı teslim alıp memleketimize getirmek üzere bunların süvari, kaptan, çarkçı ve mürettebatını teşkil edecek kadroları Milli Müdafaa Vekaleti tespit edecekti. Bakanlık denizcilerimizin en liyakatli ve beceriklileri arasından çeşitli rütbelerde 19 subay, 63 erbaş, 68 er ile yine İngiltere’de havacılık kursu görecek 1 hava subayı ve 20 hava talebesi seçerek Yarbay Zeki Işın reisliğinde o zaman İngiltere’nin himayesinde bulunan Mısır’ın Port Said limanına göndermeye hazırlanıyordu. Kafile gemiyle oraya bırakılacak, yollarına İngiliz gemileriyle devam edeceklerdi.

Lakin o sırada Akdeniz’in suları birbiriyle savaşan devletlerin gemi ve denizaltılarıyla doluydu. Ortalık kim kime dum dumaydı. Böyle bir kaos denizine böylesine seçkin subay ve askerleri salmadan önce kırk kere düşünüp karar verilmesi ve gemimizin yola çıkacağının önceden harp halinde bulunan devletlere resmen bildirilmesi gerekirdi.

Bunlar ihmal edildi, üstüne üstlük gemi olarak yolcu vapuru bile değil, yük taşımaya mahsus Refah şilebi seçildi. Yarbay Zeki, hatta doğru dürüst cankurtaran filikaları bile bulunmayan şilebin sahipleri bile “yazıktır, günahtır, yapmayın, etmeyin” diye yalvarıyordu ama nafile. Dört denizaltıyı Türkiye’ye getireceğiz diye gözümüzün nuru bu seçkin subay ve askerleri kurban etme tehlikesi göze alınmıştı. Bile bile felakete davetiye çıkarılıyordu.

Şilepte bırakın kamara, yemek salonu ve masaları, doğru dürüst tuvalet dahi yoktu, çünkü İngiltere’de yapılan gemi yolculara göre inşa edilmemişti. Ancak mürettebata yetecek bir tahlisiye (cankurtaran) filikası vardı. Lakin Milli Müdafaa Vekaleti müsteşarı emir vermişti bir kere. Emir demiri kesecek ama nice canları da delip geçecekti.

İşte yolcular çıkınlarına doldurdukları peynir, zeytin, helva, ekmek gibi nevaleleri yanlarına almış, geminin ambar ve güvertelerine serilerek yola çıkmışlardı.

Akdeniz’de sakin bir gün müthiş bir infilakla sona eriyordu. Refah şilebi hangi düşman denizaltısından atıldığı hâlâ bilinemeyen(!) bir torpille gövdesinin orta yerinden yaralanmış, ardından ikiye bölünmüştü.

Can pazarı…. Koşuşmalar… Denize atlayanlar… Feryatlar… Duyulmayan emirler...

Tabiatıyla ilk akla gelen filikalardır ama biri hariç ortada yoktur. Tek bir filika ile birkaç tahta parçası bulup onlara sarılanlar kısmen şanslıdır. Böylece 4 deniz subayı, 15 erbaş, 5 er, 1 hava subayı, 4 hava talebesi ile mürettebattan 3 kişi olmak üzere toplam 32 kişi canlarını Mersin kıyılarına atabilmiş, başta kafile reisi Zeki Bey ve geminin süvarisi İzzet Kaptan olmak üzere 130 küsur yiğidimiz Akdeniz’in sularına teslim olmuştur (mürettebatla birlikte ölü sayısı 168’dir).

Facia pek feciydi ama sonrası ondan daha utanç verici oldu. Tek Parti devrinde bu “geliyorum” diyen facianın müsebbipleri, tedbirleri almadan hareket emri verenler sorumlu tutulmadığı gibi hesap da sorulmadı, hatta hesap sorulmasına dahi izin verilmedi. Bu cinayetin üstü, diğer birçok Tek Parti cinayeti gibi, ustaca kapatıldı.

Buraya kadar, işin ihmal ve tedbirsizlik kısmıydı ve bize bakıyordu. Ama biliyoruz ki şilep ihmal veya tedbirsizlikten değil, hangi devlete mensup olduğu belli olmayan meçhul “bir denizaltı” gemisinin torpiliyle batmıştı. Peki o suçlu devlet hangisiydi?

Gemi personeli İngiltere’ye denizaltılarımızı almaya ve havacılık eğitimi görmeye gittiklerine göre İngiltere olamazdı deniliyor. Fransa mı batırmıştı Refah’ı, yoksa İtalya veya Almanya mı? Önce Vichy adlı bir Fransız gemisinden atılan mıknatıslı bir torpille battığı iddia edildi ve bunun karşılığında tazminat olarak iki yardımcı gemi alındı ama son yıllarda deniz tarihçisi Osman Öndeş bir İtalyan casusu tarafından batırıldığını yazdı.

Harp sırasında başımızı kaldırıp da kimseyi suçlayacak halimiz olmadığı için bu “dersi” sineye çektik ve böylece neredeyse Akdeniz’de gemi yüzdüremez hale geldik. Harp boyunca başka gemi batırma hadiselerini de yaşayacak, bu sinik politika sebebiyle tabii barış döneminde Meis dahil adaları istemeye mecalimiz kalmayacaktı.

Şimdi soralım: CHP Refah şehidleriyle de helalleşecek mi?

Not: Refah şilebinin hazırlanması ve batırılması hakkındaki bilgileri Hür Adam gazetesinin 23 ve 30 Mayıs 1958 tarihli nüshalarından ve Milliyet’in Yakın Tarihimiz ekinden (s. 218-220 ve 234-236) derledim.

Mustafa Armağan

Akit TV köşe yazarı