Cumhuriyetin temel niteliklerini anayasaya bir Alman sokmuştu
Mustafa Armağan
Türkiye’de Batı hukuku eğitiminin önde gelen isimlerinden Prof. Dr. Ernst E. Hirsch’in hatıraları Cumhuriyet’in ilk yılları hakkında bize bir yabancının tanıklığını sunduğu için fevkalade önemlidir. Hirsch’in aynasına yansıyan çıplak görüntülerden biri de, tek parti devrinde CHP’nin bayrağındaki 6 Ok’un anayasaya sokuluş hikâyesidir.
Hirsch 1933’te kurulan İstanbul Üniversitesi’nde görev yapmak üzere Türkiye’ye davet edilmiş İsviçre doğumlu Alman hukuk profesörlerindendir. Aslen Yahudidir ve Üniversite reformundan sonra kurulan Hukuk Fakültesi’nde Ticaret Hukuku derslerini vermiştir.
Prof. Hirsch, İstanbul ve Ankara üniversitelerinde toplam 20 yıl hukuk hocalığı yapmakla kalmamış, TC hükümetlerine danışmanlıklarda da bulunmuş. Bu gayri resmi görevini 1953’de Almanya’ya dönüşüne kadar sürdürdüğünü ve bir türlü kitabına uydurulamayan Atatürk’ü Koruma Kanunu’nu kendisinin formüle ettiğini tafsilatıyla anlatır.
Hatıralarında bir nokta özellikle dikkatimi çekti. Meğer CHP’nin bayrağındaki 6 Ok’ta ifade edilen 6 ilkenin Anayasaya dahil edilmesinde Hirsch’in parmağı varmış.
Olayı şöyle anlatır:
1936 başlarında Yargıtay 2 ayrı Genel Kurul Kararı vermiş ve Ticaret Kanunu’nun 2 hükmünü öyle bir yorumlamıştır ki, sanki özgürlük sınırsızdır.
Bu ‘tehlike’ üzerine harekete geçen ve bir konferans vererek açıklama yapan Ernst Hirsch (mübarek sanki hukuk patronumuz), kararlarda “devletçilik ruhunun eksik olduğunu” belirtip özgürlüklerin sınırlandırılması gerektiği üzerinde durur. Sınırsız özgürlük olamaz ona göre.
Dikkati asıl çekmesi gereken nokta, Türk hakimlerin Hirsch’in itirazlarına karşı koymuş olmasıdır. Özgürlükten yana tavır koyan Yargıtay Hirsch’in eleştirilerine şu karşılığı verir:
“Nasyonal sosyalist Almanya’da tek iktidar partisine ait ilkelerin devlet organları üzerinde de bağlayıcı etkisi olabilir. Ama Türkiye’de tek parti sistemine rağmen, Anayasa’nın 54. maddesinde yargıcın tüm davalarda ve kararlarda sadece kanunla bağlı olduğunu belirten hüküm yer almaktadır. CHP’nin 6 ilkesi kanun gücünde değildir, dolayısıyla yargıçları hiçbir şekilde bağlamaz.”
İşin peşini bırakmayan sözde Hirsch ‘Türklere bu kadar özgürlük fazla, mutlaka budanması lazım’ aklını dayatmakta kararlıdır. Nitekim Yargıtay’ın sınırsız özgürlükten yana kararlarını eleştirerek CHP milletvekillerini uyandırmak için harekete geçer. Nitekim konferanstan sadece birkaç hafta sonra ağzının bozukluğu ve sertliğiyle maruf Genel Sekreteri Recep Peker, Anayasada değişiklik yapılacağını ve CHP’nin 6 ilkesinin anayasa metnine dahil edileceğini açıklar. Hakikaten 1937 Şubatının 3’ünde istediği değişiklik zaten emir kulundan farksız olan vekiller tarafından parmak kaldırma usulüyle gerçekleşecektir (sıkıysa hayır desinler).
Asıl kanımıza dokunması gereken husus ise Hirsch’in bu değişiklik üzerine yaptığı alaycı yorumdur: Böylece, der, benim sayemde iktidar partisinin 6 ilkesi devlet hukukuna uygun biçimde Anayasa ilkesi haline gelmiş ve herkes için bağlayıcı nitelik kazanmıştı.
Manzara şudur: Türk’e ne kadar özgürlük lazım geldiğini bir Avrupalı Yahudi hukukçu belirlemiş ve Türkçülük taslayan tek parti iktidarı da buna boyun eğmiştir.
Aşağıdaki sözler kendisinin:
“Böylece, farkına bile varmaksızın, Türk Anayasa hukukunun bir özelliğine katkıda bulunmuş oldum. Bu özellik 1961 Anayasasında da korunmuştur.”
Elin Almanı yıllar sonra kaleme aldığı hatıratında 1937’de kendi iradesiyle anayasaya geçirilen bu temel ilkelerin 1950’de seçimi ezici bir çoğunlukla kazanmasına rağmen Demokrat Parti tarafından da kaldırılmadığına, hatta 27 Mayıs’tan sonra yapılan 1961 anayasasına da dahil edildiğine dikkatimizi çekerek TC’nin kaderinde ne kadar temelli bir rol oynadığını belirtmek ve bununla haklı bir gurur duymak ihtiyacını hissetmiştir.
Hirsch’in Anayasamızda hâla yaşayan temel ilkelerinin 87 yıllık hikâyesi budur, vesselam.
Böylece Alman hukukçunun “belki de farkında olmadan” (inanalım mı?) anayasaya konulmasına katkıda bulunduğu Cumhuriyetin temel ilkeleri, 21. yüzyılın ilk çeyreğinde Türkiye’de iktidarıyla, muhalefetiyle siyasilerin karşısında tir tir titredikleri bir tabuya dönüşecektir.
“Belki de farkında olmadan”…