Vahdettin’in kendisini “devleti kurtarmak” için gönderdiğini M. Kemal söylemiş
Mustafa Armağan
Miçotakis’in Türkçe tvit atarak ön alma çabası üzerine hafızam beni nedense 2009 veya 2010 yılına götürüverdi.
NTV’de tarih tartışıyoruz. Alev Alatlı, Erdoğan Aydın ve bir iki kişi daha var stüdyoda. Çiğdem Anat da sunucu. Derdimiz, Muhteşem Yüzyıl rezaleti. Bir ara her nasılsa Atatürkçülüğünü Atatürkçü bir parti kurma noktasına dek vardıran (objektifliğini nasıl koruyacak sorusu ister istemez aklına düşüyor insanın) Prof. Dr. Sina Akşin’e telefonla bağlanıldı. Ben de hazır telefonda yakalamışken sunucudan izin isteyip kendisine şu soruyu yönelttim. Dedim ki:
1983 Eylül’ünde Yaba dergisini sizinle yaptığı röportajda şöyle bir sözünüz var: “(İngiltere, Fransa ve İtalya) Sevres (Sevr) Antlaşması’nı birlikte yaptılar. Fakat anlaşılan kimse Sevres’i ciddiye almıyordu ki hiçbir devlet bu antlaşmayı onaylamadı.Sevres’i, garip bir şekilde, bile bile ölü doğurdular.”
Prof. Akşin’in 1997 yılında Telos Yayıncılık tarafından neşredilen Türkiye’nin Önünde Üç Model adlı kitabından (sayfa 42) naklettiğim bu çarpıcı iddiayı halen savunup savunmadığını sordum. Cevap şaşırtıcıydı:
Hatırlamıyorum!
Kendisine sadece teşekkür ettim ibretlik cevabı için.
Kibar bir insan olan Prof. Akşin’e saygısızlık etmek istemem ama tarihçinin aslî işinin hatırlamak olduğunu, bırakın başka kişilerin başından geçmiş olayları, kendi yazdığı ve en azından iki kere yayınladığı (biri dergide, diğeri kitapta) cevabını hatırlamaması ne manaya geliyor, takdir sizin. Bir ülkenin tarihçisi bizzat yazdıklarını hatırlamazsa tarihçi olmayanlar geçmişteki olayları nasıl hatırlayacaktır?
Bu ilginç cevap, Kemalist/Atatürkçü tarihçilerin tarihi tahrifte nasıl yarıştıklarını ortaya koyması bakımından mühimdi benim açımdan.
Demek Sevr’i kimse ciddiye almıyormuş!
Demek ki ciddiye almadıkları için hiçbir devlet Sevr’i onaylamamış!
Ve demek emperyalistler Sevr’i bile bile ölü doğurmuş!
Öyle mi?
Ama aynı Prof. Akşin 2010 yılında Sevr üzerine bir kitap yazdı ve adını İç Savaş ve Sevr’de Ölüm koydu.
Peki, hani “kimse” ciddiye almayıp “hiçbir devlet” onaylamamış, “garip bir şekilde” bile bile ölü doğurmuşlardı Sevr Antlaşması’nı? Hangi söylediğine inanacağız tarihçinin? 1983 yılında dergiye verdiği ve 14 yıl sonra çıkan kitabına aldığı röportajındakine mi yoksa 2010 tarihli kitabındakine mi?
Çelişkiler ormanı
Sevr’in gerçekte ne olduğuna girecek değilim burada; sadece kendisine Kemalist veya Atatürkçü diyen ve kahir ekseriyeti birbirinin kopyacısı olan inkılap tarihçilerinin çelişkilerinden bir diğerine değineceğim.
Şimdi bir inkılap tarihi kitabını elimize alalım ve Mustafa Kemal Paşa’nın Anadolu’ya gönderilme olayını okumaya başlayalım:
“İstanbul’un yapmayı düşündüğü mücadele için hiç elverişli olmadığı açıktı. Anadolu’ya geçmek gerekti. (…) Halka köle olarak yaşamanın imkânsızlığı anlatılırsa Anadolu tekrar canlanabilirdi. (…) Padişahın ve Hükümetin seçimi Mustafa Kemal Paşa üzerinde birleşti. (…) Karadeniz’e gönderilmesini sevinçle karşıladı. (…) 19 Mayıs 1919’da, Samsun’da Anadolu topraklarına ayakbastı.”
Yukarıdaki cümleleri 1971 yılında Harp Okulları için hazırlanan Türk Devrim Tarihi adlı ders kitabının 31 ve 32. sayfalarından naklettim (kapağında T.C. Genelkurmay Harp Tarihi Başkanlığı ibaresi bulunuyor.)
Şimdi Harp Okulları öğrencilerine anlatılan tarihi bir kenara bırakalım ve bu defa Mustafa Kemal Paşa’nın en yakınlarından Falih Rıfkı Atay’a 1926 yılında anlattıklarına bakalım (okuyacağınız cümleler Atay’ın Atatürk’ün Bana Anlattıkları adlı kitabından):
“Vahdettin kabinelerinde (…) Aylarca münakaşadan sonra hangi fikir hak kazanmış, bilir misiniz: Mustafa Kemal’e emniyet edilemez! Mustafa Kemal İstanbul’da birtakım menfi telkinler, belki hazırlıklar yapıyor. Bu adamı İstanbul’dan uzaklaştırmak lâzımdır.Mustafa Kemal’i Anadolu dağlarına atmalı ve orada çürütmeli! Nihayet bu karar üzerinde mutabık kalmışlar.”
Şimdi hangisine inanmamız gerekiyor?
Harp Okulları öğrencilerine yazılan ders kitabındakilere mi yoksa bizzat M. Kemal’in sağlığında Falih Rıfkı Atay’a anlatıp 1926 yılında Hakimiyet-i Milliye gazetesinde yayınlanan hatıralarına mı? (Zaten Nutuk’un başlarında da “beni İstanbul’dan sürüp uzaklaştıranlar” ve “ne olursa olsun İstanbul’dan uzaklaşmamı arzu edenler” diye iki cümle geçmiyor mu?)
Samsun’a kendisi mi gitti yoksa gönderildi mi, hatta “nefy u teb’id” mi edildi, yani sürülüp uzaklaştırıldı mı?
Paşa, Paşa, devleti
kurtarabilirsin
Mustafa Kemal Paşa’yı Anadolu’ya atıp dağlarında “çürütmek” ne manaya geliyordu? Falih Rıfkı Atay’a anlattığı Sultan Vahdettin’le baş başa görüştüğü sahnenin manası neydi o zaman? Şöyle anlatmış:
Paşa, Paşa, şimdiye kadar devlete çok hizmet ettik (geleceğin tarihçisine not: Falih Rıfkı’nın 1944 yılında basılan 19 Mayıs adlı kitabında ettik şeklinde geçen kelime sonraki baskılarda ettin’e çevrilmiştir). Bunların hepsi artık bu kitaba girmiştir (yanındaki tarih kitabını işaret eder). Bunları, unutun, dedi, asıl şimdi yapacağın hizmet hepsinden mühim olabilir. Paşa, Paşa, devleti kurtarabilirsin” demişti.
Müfettişlik ataması yapılıyor, bunun uğruna “nefy u teb’id” ediliyor, yetmiyor, olağanüstü yetkiler veriliyor, dahası, padişah kendisine “devleti kurtarabilirsin” diyor ve ardından M. Kemal de “Merak buyurmayın efendimiz, nokta-i nazar-ı şahanenizi (bakış açışınızı) anladım” diye cevap veriyor. Sultan Vahdettin de ilginç bir şekilde “Muvaffak ol” (başarılı olmanı dilerim) diyerek konuşmaya son veriyor.
Resmen, hatta onurlandırarak tayin ediliyor, nitekim Havza’dan Padişaha çektiği telgrafta yine İstanbul’daki görüşmeden bahsedip şöyle diyor M. Kemal Paşa (sadeleştirdim):
“Huzurunuza çıkmakla son kez şereflendiğimde İzmir’deki elem verici işgalden pek hüzünlenmiş olan kalbinizin bu kurtuluş meselesine ilişkin ilhamları, şu an dahi uyanışıma dair hatıralarımı süslemektedir. Sizin kurtuluş fikrini aşılamanızdan/zorlamanızdan (ilkâ-yı milkdârilerinden) ilham alarak imanımın verdiği azimle acizane görevimin başındayım.”
Sultanın ilham verdiği/aşıladığı/gönderdiği görev hangisiydi sahi?
Şimdi söyleyin bakalım:
Resmi tarihi Kemalist/Atatürkçü kaynaklardan kurtarmanın formülü nedir?
İlk kaynaklara dönüp yeni baştan yazmak değil mi?
Asıl dertleri de o zaten. Onu yaptığımızı görüyor ve rahatsız oluyorlar. Onu yaptırmamak için nasıl çırpındıklarını ibretle görüyorsunuz.