BIST9.079,97%3,10
USD32.4086%0.20
EURO35,1290%0.32
ALTIN2.328,94%0.37

Türkçe mi bıraktınız ortada?

Mustafa Armağan

Abone OlGoogle News
17 Temmuz 2022 12:24

Her derslikte öğrencilerin görmesi için en uygun yere asılan Gençliğe Hitabe’yi okuyan öğrenciye, hatta öğretmene rastladınız mı? Çok çok ilk ve son cümleler olan “Ey Türk Gençliği” ile “Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur” akıllarda kalmıştır, o kadar. Hoş, okusalar sanki anlayacaklar!

Hepimiz o sıralardan geçtik ve anlamadığımız bir dille yazılmış bir yazıyı seyrettik. Gençliğe Hitabe’yi anlamak için uzman olmak lazımdır da ondan. İsterseniz bir deneyelim öğrencilerle okumayı:

“Birinci vazifen...” ‘Vazife’ ne demek? Bilmiyorum. Otur.

Devam et: “Türk istiklalini…” İstiklal ne oluyor? İstiklal Marşı da var ama bilmiyorum. Geç.

“İlelebed muhafaza ve müdafaa”nın manası ne? Soru çok çetin.

Daha yeni başlamıştık halbuki. Sırada “mevcudiyet” var, “istikbal” var, “dâhilî ve haricî “bedhahlar” var, hatta “şerait”, “namüsait”, “mümessil”, “cebren”, “elim”, “vahim”, “dalalet”, “müstevli”, “tevhid”, “fakr u zaruret” “bitab”, “ahval” vesaire var oğlu var.

Türkiye Cumhuriyetinin ilk Cumhurbaşkanının metni bugünkü nesillerce anlaşılmaz bir haldedir ve bunu sadece Gençliğe Hitabe ile sınırlamayın, neredeyse bütün konuşup yazdıklarında bugün dilimizden atılmış binlerce kelime kaynar. Sözümona İnkılap Tarihi hocalarının çoğu da Osmanlı’dan devralınan bu zengin dili ya tamamen veya hakkıyla bilmedikleri için çarpışan arabalar gibi bir yerlere toslayıp duruyorlar.

Ortada tam bir “körler, sağırlar” muhabbeti olduğu için ve kimse gözündeki morluğun görülmesini istemediği için komşusunun camına taş atmamaya özen gösteriyor, bir “al gülüm, ver gülüm” muhabbeti devam edip gidiyor.

Bir kenara bırakalım ilkokul duvarlarındaki tabloyu, doktora tezlerinde hangi feci Türkçe hataları işlendiğini yazsam şaşar kalırsınız. Adam profesör olmuş, hâlâ MECZ ETMEK diye yazıyor. Yahu bunun doğrusu MEZC ETMEK’tir. MEZC ile MECZ’i karıştırıyorsan bari edebiyat yapmaya kalkışmadan yaz şunu. Daha ne herzeler!

Neyse, bu berbat misallerle pazar gününüzün ufkunu karartmayayım, diyorum ama derdi de fakiri boğmak üzere. Onun bugün için biraz dertleşelim müsaadenizle.

Dil bayramı mı dil matemi mi?

12 Temmuz Türk Dil Kurumu’nun kuruluşunun 90. yıldönümüymüş. Türkçeyi katleden kurumun kuruluş yıldönümü demek daha doğru olurdu.

Gerçi Türk Dil Kurumu (TDK) 12 Eylül darbesinden sonra aslî işine, yani Türkçenin kaynaklarının düzgün bir şekilde neşrine geri döndü. Doğru olan da buydu. Lakin yaklaşık yarım asır boyunca Türkçeyi çamura çeviren suni müdahaleler, kasıtlı kelime uydurmalar, eğitime ve TRT’ye işgüzarca dayatmalar vatan toprağımızın bir parçası olan dilimiz üzerinde tamiri mümkün olmayan hasarlara meydan verdi.

Bu yaralar bugün kanamalı haldedir. Bozulmadan önceki kaynaklara dönmekten başka da çare yoktur. Türkçeyi anlaşılır ama zengin bir kıvama getiren kalemleri okumak tek çıkar yoldur. Mesela kimleri mi? Sayalım.

Mehmed Akif, Yahya Kemal Beyatlı, Necip Fazıl Kısakürek, Refik Halit Karay, Reşat Nuri Güntekin, Peyami Safa, Ahmet Hamdi Tanpınar, Kemal Tahir, Falih Rıfkı Atay, hatta Nazım Hikmet… İlk ağızda saydığım bu isimlerin kitaplarını okuyarak dil zevkini kazanın. (Hangi kitaplarını mı? Onları da bir liste halinde yayınlarım inşaallah.)

Sizin anlayacağınız, bu marazın hastanesi filan yok, doğru kitapları okuya okuya zevk aşısı olmaktan başka bir çözüm de görünmüyor.

Türkçeyi tasfiye ettiler

Tarih bir ayna. Milletlere kim olduğunu öğreten bir ayna daha doğrusu. İyi ama bizim aynamız karartılmış ve çatlatılmışsa bizi hakkıyla yansıttığını söyleyebilir miyiz? Aynamız harf inkılabıyla karartıldı, dil inkılabıyla ise çatlatıldı. Hem karartılmış, hem de çatlatılmış bir ayna ile ne kendimizi doğru dürüst ifade edebilir, ne de o kanamalı dil aracılığıyla hakikati görebiliriz. Bize bu kötülükleri yapan kurumun kuruluşunun “dil bayramı” olarak kutlanması da bir başka fecaat değil mi?

Neredeyse dokuz asır boyunca dilimize girmiş kelimeler tasfiyeye kalkıldı. Neymiş? ‘İmkân’ Arapça imiş. At. Yerine ‘olanak’ı uydur. Oldu sana Türkçe. Türkçe oldu mu bu şimdi? Benim dokuz asırdır şiirinden türküsüne milyonlarca metne girmiş ‘imkân’ım atılacak, TDK’nın bir masasında oturan Agop Dilâçar adlı Türk bile olmayan adam kelime uyduracak ve bu uyduruğu Türkçe olacak!

Yıllar önce Hazar denizinin kuzeyinde bulunan Astrahan’da belki 70’inin üzerinde bir Tatar kadın öğretmenle tanışmıştım. O Türkçe konuşamıyordu, ben Rusça. Çevirmen vasıtasıyla anlaşmaya çalışıyorduk. Anlaşılan Çarlık devrinde bir öğretmen olan babasının mesleğinden bahsederken söylediği bir kelimeyi çevirmen tam ifade edemedi filan derken benim aklıma birden ‘muallim’ kelimesi geliverdi. ‘Muallim’ kelimesini duyunca yüzüne yayılan rahatlamayı ve “Evet, muhallim, muhallim” demesini hiç unutmuyorum. Aramızdaki sihirli kelimeyi bulmuştuk. Ortak kelimemiz ‘muallim/muhallim’ idi. Orada bu kelimenin hangi dilden geldiği değil, ortak hatıralarımızı taşıyıp taşımadığının neden daha önemli olduğunu yaşayarak öğrenmiştim.

Bir İngiliz’in yazdığı ve Türkçeye Trajik Başarı: Türk Dil Reformu diye çevrilen kitabı okumanızı tavsiye edeceğim eğer baskısını bulabilirseniz. Lakin bu kitabın orijinal ismi The Turkish Language Reform: A Catastrophic Success’tır ve doğru çevirisi “Felaket Getiren Başarı” olmalıydı. Başarılı olmuştur gerçi ama bir dil de felakete itilmiştir.

Yazarın fikrini öğrenmek açısından şu paragrafı dikkatinize sunuyorum:

“Dil devrimi üzerine fikir bildiren Türk yazarlar genellikle alfabenin değişmesinden pek bahsetmezler. Onlar için harf devrimi ayrı bir konudur. (…) Alfabe değişikliğinin amacı, Türkiye’nin İslami Doğu ile olan bağlarını koparmak, içteki ve Batı dünyası ile olan iletişimi kolaylaştırmaktı.”

Fazla söze gerek yok. Geoffrey Lewis çözmüş meseleyi.

Dil marazımız üzerine tekrar be tekrar düşünmek zorundayız. Vatan toprağımız elimizden alınıyor. Dilimizi kıskanalım.

Mustafa Armağan

Akit TV köşe yazarı