BIST9.079,97%3,10
USD32.3677%0.07
EURO34,9649%-0.15
ALTIN2.325,36%0.21

Ahid'in Tanımı ve Mahiyeti

Muhammed Şevket Gökşan

Abone OlGoogle News
28 Ekim 2021 08:48

Adeta bukalemun gibi her bir şeyin rengine girme meziyetinde olan moderniz min hakim olduğu günümüz toplumunda, maalesef bir şekilde Müslümanlar da bundan ciddi manada etkilenmektedirler. Düşmanına bile vefalı olan bir peygamberin, dostuna bile vefasız ümmeti haline geldik. Bu nedenle ahdi ve vefanın manasını kavramak ciddi öneme hazidir. Zira islam ümmeti nin öne çıkan en bariz meziyeti şuurunu şiar edinemsidir.

Ahd söz vermek, emir, talimat, taahhüt, antlaşma, yükümlülük, itimat veren söz, yemin, misak, bir şeyi korumak anlamlarına gelir.

Bir şeyi her durumda koruyup gereğini yerine getirmek demek olan ahid de hem yemin hem de kesin söz verme anlamı vardır… Yemin ahdin dinî ve kutsî yönünü; söz verme de ahlâkî yönünü teşkil eder.

Ahd kelimesi İslamî bir kavram olarak "ahd-ü misak" şeklinde kullanılmıştır.

Ahd kelimesi Kuran’da 46 yerde geçer. Benzer anlama gelen misak kelimesi de 25 yerde kullanılır. Allah Âdem’i insanlığın atası ve temsilcisi olarak yarattığı zaman gerek onun şahsında gerekse kıyamete kadar gelecek tüm insanlardan tek tek "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" diye ahid almıştır (7/A'râf 172).

İttifak hükümlerini (Allah ile İsrailoğulları arasında yapılan ahdin hükümleri) ihtiva ettiği için Yahudi ve Hıristiyan kutsal kitaplarına Ahd-i Atik ve Ahd-i Cedîd denilmiş, İslam devletinin hâkimiyeti altında yaşamak üzere kendileriyle anlaşma yapılan gayri Müslimler için ehlü'z-zimme yerine ehlü'l-ahd tabiri kullanılmıştır.

İnsan Allah'tan başka rabb tanımayacağına dair Allah'a ahid vermiş Allah da bu konuda kendisinden ahid almıştır; yani muahede yapmışlar ahidleşmişlerdir. Bu ahdin Allah'tan başkasını rabb tanımamanın içinde şeytana ibadet etmemek de vardır. "Ey Âdemoğulları! 'Şeytana ibadet etmeyin' diye size ahid vermedim mi?" (36/Yâsin 60).

Allah ile beşer arasında geçen birçok ahidleşmeyi ahd-ü misak kavramı insan aklına getirmektedir. Kur'an-ı Kerim'de geçen ahidleşmelerden birisi insanoğlunun yaratıcısını bilmesi ve O'na yönelip ibadet etmesidir… Bu tür bir ahid fıtrî bir ahiddir.

Allah'ın varlığına inanmak ihtiyacı insan yaratılışında sürekli ve kalıcıdır. Yalnız bazen insan şaşırıp yolunu sapıtır. O zaman Allah'ın Rasulleri aracılığıyla gönderdiği emir ve yasaklara uyarsa ahde uymuş olur… Ahidleşme Kur'anî bir metottur.

Allah Rasulleri ile onlara uyan onların ashabı olan insanlar arasında gerek Allah'ın hükümlerini yaşama gerek bunları muhafaza etme konusunda ahidleşmeler olmuştur. Ahid hem Allah'ın insanlara teklif etmiş olduğu hükümler ve hem de insanların Allah'a karşı veya Allah namına diğerlerine karşı yerine getirmeyi taahhüt etmiş oldukları hususlardır.

Kur'an-ı Kerim'de "Allah'ın ahdini yerine getiriniz" buyurulur (6/En'âm 152).

Âlimler buradaki ahdi şöyle izah etmişlerdir: "Allah'ın ahidlerini ifa ediniz. Gerek Allah'ın size teklif etmiş olduğu ahidleri emirleri nehiyleri ve gerek sizin Allah'a veya Allah namına diğerlerine verdiğiniz ahidleri adakları yeminleri akitleri doğru olan her türlü taahhütleri yerine getiriniz.

İslam'da ahdi bozmak haramdır." Gerek Allah'a ve gerekse insanlara karşı verilen ahdin yerine getirilmesi gerekir. Kuran’da kurtuluşa eren mü'minlerin sıfatları sayılırken: "Onlar emanetlerini ve ahidlerini yerine getirirler." buyurulur. (23/Mü'minûn 8)

Allah ile insanlar arasında birçok ahidler vardır. Allah'ın insanlardan aldığı ilk ahid onların zürriyetlerini Hz. Âdem’in sulbünden alıp kendi ulûhiyetini tasdik ettirmesidir (bkz. 7/A'râf 172).

Ahidle yemin arasında fark vardır. Yemin bozulursa keffaret gerekir. Fakat ahidde bu yoktur. Ahdi bozmanın günahı keffaretle ortadan kalkmaz. "Ey İsrailoğulları sizi nasıl bir nimet ile nimetlendirdiğimi hatırlayın. Ve Bana verdiğiniz sözü yerine getirin ki Ben de size verdiğim sözü yerine getireyim. Siz Benden korkun." ayeti bu ahidlerden biridir. (2/Bakara 40)

Ayet-i kerimeden anladığımıza göre Cenab-ı Hakk'a söz vermiş bulunan bir kavme karşı Cenab-ı Hak da onlara bir vaadde bulunmuştur. Bu bir ahidleşmedir. Allah ahdinden asla caymayacağına göre insanlar da ahidlerinden caymamalıydılar. Ancak insanlar ahidlerinden caymaya başlamışlar ve Allah'a ibadet etmemek O'nun yasaklarına uymamak ve O'na ortak koşmak gibi sapıklıklara düşmüşlerdir. Ahidlerine uygun olarak yalnız Allah'a ibadet etmeleri hayatlarında Allah'ın hükümlerini hâkim kılmaları gerekmektedir. Ancak fâsıklar ahitlerini bozarak Allah'la sözleşmelerini iptal etmişlerdir. Allah ile olan ahdine vefa göstermeyen bu ahdi bozan ve bozmaya çalışan kimseden hiçbir ahde saygı göstermesi beklenemez... Oysaki Allah kendisi ile yapılan ahde bağlılık gösterenlere büyük bir mükâfat vereceğini vaad etmektedir. "Doğrusu sana sadakat yemini edenler (ey Muhammed) bizatihi o yemin ile Allah'a bağlılık yemini etmektedirler. Allah'ın eli onların ellerinin üzerindedir. Bu yüzden her kim (o yeminden sonra) yeminini bozarsa ancak kendi zararına bozmuş olur ve her kim Allah ile ahdini yerine getirirse Allah ona büyük bir mükâfat nasip edecektir." (48/Fetih 10).

İnsanlar Allah'ın emir ve yasakları ile hududunu aşarlarsa şeytana ibadet etmiş onun çemberine girmiş olmaktadırlar. Oysa Allah bütün insanlardan ahd-ü misak aldığını ifade buyurmaktadır. "Ey Âdemoğulları ben sizinle ahidleşmedim mi? Şeytana tapmayın o sizin düşmanınızdır diye." (36/Yasin 60).

"Rabbin Âdemoğullarından onların bellerinden zürriyetlerini alıp devam ettirmiş ve onları kendilerine şahit tutarak: 'Ben Rabbiniz değil miyim?' (demiştir.) "Evet, (buna) şahidiz!' dediler. Kıyamet günü biz bundan habersizdik demeyesiniz." (7/A'râf 172)

Ahde vefa konusunda İslam son derece titiz davranır… İnsanlar arası ilişkilerde güven unsurunun hâkim olması için yegâne garanti vasıtası ahde vefadır. Bu güven olmadan veya sağlanmadan sıhhatli bir toplum hayatı mümkün olamaz… Allah öyle bir topluma rahmet nazarıyla bakmaz. "Ama Allah'a verdikleri sözü iyice pekiştirdikten sonra bozanlar ve Allah'ın bitiştirilmesini istediği şeyi kesenler ve yeryüzünde bozgunculuk yapanlar... İşte lânet onlara (dünya) yurdunun kötü sonucu onlaradır." (13/Ra'd 25)

Allah emirleri yoluyla ve peygamberleri vasıtasıyla insanlardan ahid almıştır. ..Yahudi ve Hıristiyanlardan alınan ahid de bunlar arasındadır.

Allah İsrail oğullarından namaz kılıp zekât vereceklerine peygamberlerine inanıp onları destekleyeceklerine ve Allah'a güzel takdimlerde bulunacaklarına (faizsiz borç vereceklerine; bkz. 5/Mâide 12) Allah'tan başkasına tapmayacaklarına anaya babaya yakınlara yetimlere düşkünlere iyilik edeceklerine (2/Bakara 83) birbirlerinin kanlarını dökmeyeceklerine birbirlerini yurtlarından çıkarmayacaklarına (2/Bakara 84-85) dair söz almıştır… Fakat onlar Allah'a verdikleri sözü yerine getirmemiş ahidlerini bozmuş ve bunu alışkanlık haline getirmişlerdir (bkz. 2/Bakara 100; 5/Mâide 13).

Hz. Musa'ya karşı geldikleri için üzerlerine azap çökünce bunun kaldırılmasını istemişler Hz. Musa da onlara Allah'a verdikleri sözü hatırlatmıştır (bkz. 20/Tâhâ 86)… Çünkü Yahudiler ne zaman Allah'a söz vermişlerse içlerinden çoğu bu ahdi bozmuştur (bkz. 2/Bakara 100).

Allah Hıristiyanlardan da ahidler almış fakat onlar sözlerinin bir kısmını unutmuşlardır (5/Mâide 14).

Allah nasıl insanlara ahid vermişse insanlar da Allah'tan ahid almışlardır. İnsanlar Allah'tan başkasına ibadet etmemeğe O'ndan başkasını rabb tanımamaya ahdetmişler; Allah da bunun karşılığında insanlara yardım edeceğini ve dünya hayatından sonraki ahiret hayatında onları cennetlere koymayı ahdetmiştir. Ahid sorumluluk gerektirir (17/İsrâ 34).

Eğer insanlar Allah'a verdikleri ahdin ve bu ahid çerçevesinde kendi aralarındaki ahidleşmenin sorumluluğunu yerine getirirlerse Allah da ahdini yerine getirecektir (2/Bakara 40).

Tefsirciler Allah'ın ahdinin ne olduğu konusunda yaptıkları açıklamalarda diyorlar ki: Allah'ın ahdi Allah'ın insanların akıllarına yerleştirdiği tevhid adalet ve peygamberleri doğrulama delilleridir. Allah'ın ahdi Allah'ın peygamberler aracılığıyla insanlara gönderdiği mesajdır. Ayrıca insanların yapmalarını emrettiği ve yapmamalarını istediği konularla ilgili vasiyetidir diyenler de olmuştur.

İbn Kesir bu görüşler konusunda şu açıklamaları yapar: Bazılarına göre bu ahit Allah'ın yaratıklarına bir buyruğu emrettiğine itaat etmeleri nehyettiğinden kaçınmaları konusunda bir emridir. Bu emri kitaplarında ve Rasullerinin dilleriyle açıklamıştır. Bu ahdi bozmaları demek onunla amel etmeyi bırakmaları demektir.

Bazı âlimler de şöyle dediler: Bu ayetle bütün küfür şirk ve nifak ehli kastedilmiştir. Allah'ın onlara ahdi ise rububiyetine delalet eden deliller getirerek vahdaniyetini göstermiş olmasıdır. Allah'ın onlara ahdi hiç bir kimsenin benzerini getirmeye muktedir olamadığı mucizelerle peygamberlerinin doğruluğunu tasdik ettiği emir ve nehyidir… Bu ahdin bozulması ise delillerle doğru olduğu sabit olan hakikatleri kabul etmemeleri ve kitapları yalanlamalarıdır.

Diğer bazı âlimler de şöyle dediler: Allah Teala'nın söz konusu ettiği bu ahid insanları Hz. Âdem’in sulbünden çıkardığı zaman onlardan almış olduğu ahiddir. Bu ahdi bozmaları demek ona uymamaları demektir.

Fahreddin Razi Allah'ın ahdi konusunda şunları söyler: Bu konudaki farklı görüşler şunlardır: 1- Bu ahid ve misaktan maksad Allah'ın kullarına kendisinin birliğini peygamberinin doğruluğunu gösteren delilleridir. Böylece bu deliller ile tevhide sarılma hususunda bir ahd ve misak (söz) almış olur. Çünkü bu deliller ile tevhide ve Peygamber'in doğruluğuna sarılmak demektir. İşte bundan dolayı da Cenab-ı Allah'ın "Siz Bana olan ahdinizi (sözünüzü) yerine getirin ki Ben de size olan ahdimi yerine getireyim" ayeti pek yerinde olur. (2/Bakara 40)

2- Bu ayetle kastedilmiş olanların peygamberlerine indirilen kitaplarda Hz. Muhammed (s.a.s.)'i tasdik etmelerine dair kendilerinden ahd ve misak alınan; kendilerine Hz. Muhammed'in ve ümmetinin durumu açıklanan ehl-i kitaptan bir grup olması muhtemeldir... Böylece bu grup ahitlerini bozdular ondan yüz çevirerek Hz. Peygamber'in nübüvvetini inkâr ettiler.

3- Âlimlerden bir kısmı ise bununla insanlar zerreler şeklinde iken ve onları böylece Hz. Âdem’in sulbünden çıkararak insanlardan almış olduğu misak kastedilmiştir demişlerdir.

Elmalılı Allah'la yapılan ahidleşme konusunda şöyle der: O fâsıklar ki antlaşmalarını hem de Allah'ın anlaşmasını bozarlar; bunu da antlaşma ile belgeledikten sonra yaparlar... İlk yaratılışta "iyyâke na'büdü ve iyyâke nesteıyn (ancak Sana ibadet ederiz ve ancak Sen'den yardım dileriz" kavramı üzere akıl ve yaratılış olarak Allah ile aralarında yapılmış olan ezelî antlaşmayı iman ve kulluk antlaşmasını bu yaratılışa ait genel kanunu her iki taraftan antlaşma ile belgelenip te'kit edildikten; bir taraftan kitaplar indirme ve peygamber gönderme ile takviye diğer taraftan kalb ve dil bakımından iman ve ikrar ile kuvvetlendirdikten sonra bu ilahî antlaşmayı ve misakı kendi kendilerine bozmaya ve kaldırmaya kalkışırlar.

Seyyid Kutub bu ahidleşme konusuna şöyle açıklık getirir: "Allah ile beşer arasında akdolunan ahdin birçok çeşitleri vardır. Bunlardan biri insanoğlunun Halik'ını bilmesi ve O'na yönelip ibadet etmesi için yaratılışında sahip olduğu fıtrî ahiddir… Allah'ın mevcudiyetine inanmak ihtiyacı insan fıtratında daimîdir. Bu fıtrat bazen şaşırıp yolunu sapıtır ve Allah'a ortak aramaya koyulur. Diğer birisi de Allah'ın Âdem (a.s.)'ı yeryüzüne halife göndererek ondan aldığı ahittir.

Allah peygamberler vasıtasıyla her kavim ve milletten de ahitler almıştır. Ahidler gereğince yalnız Allah'a ibadet etmeleri hayatlarında Allah'ın şeriat ve nizamını hâkim kılmaları icap etmektedir. İşte fâsıkların bozduğu ahidler bu ahidlerdir.

Verdiği sözde durmayıp Allah'la ahdini bozan kimse aynı zamanda Allah'la olan sözleşmesi dışındaki diğer ahidlerini de bozmuş sayılır. Zira Allah'ın ahdini bozmağa cür'et eden kimseden hiçbir ahde saygı göstermesi beklenemez. Yeryüzündeki bütün sapıklık ve fesatlar Allah'ın emrinden uzaklaşmak Onunla olan ahdi bozmak ve bağlanmasını emrettiği bağları koparmak yüzünden doğuyor.

Yeryüzündeki anarşinin başı Allah'ın beşer hayatını idare ve tanzim için seçtiği ilahî nizamdan yüz çevirmenin sonucudur. İşte neticesi mutlak surette hüsran olan yolun ayrılış noktası buradan başlar. Şu halde yeryüzü Allah'ın nizamı ile idare edilmekten mahrum ve hayat da şeriat-ı ilahîden uzak kaldığı müddetçe yeryüzünde huzur ve sükûn aranamaz."

Kuran’da mü'minlerin vasıflarından bahsedilirken "Onlar emanetlerine ve ahidlerine/ sözlerine riayet ederler." diye buyrulmaktadır. (23/Mü'minûn 8)

Mü'minler fert halinde de olsalar cemiyet halinde de olsalar verdikleri sözlere riayet ederler emanetlere de hıyanet etmezler. Mü'minlerin omuzlarında pek çok emanet vardır; mü'minler her ne suretle olursa olsun emanetlerini yerine getirirler. Çünkü doğru olmak insanların fıtratındandır; fıtrat da İslam'dır. Onun için mü'minler fıtratlarının doğru yoldan sapmasına müsaade etmezler. Bütün insanların Allah'a vermiş oldukları bir söz ve ahit vardır. Bu da bütün insanların Allah'ı tanımaları O'na kulluk etmeleridir… Yüce Allah insanların fıtratına kendi varlığını ve birliğini kabul edecek özellik vermiştir. İnsanların bozduğu her ahdin şahidi Allah'tır. Bunun için mü'min ahde vefa gösterirken Allah'tan korkar ve sakınır. Mü'minler genel anlamda emanetlerden ve verdiği sözlerden sorumludurlar… Ayet-i kerime (23/Mü'minûn 8) nassın hududunu geniş tutarak kısaca her emaneti ve her ahdi içine alacak tarzda hüküm bildiriyor... Bu nitelikler her zaman ve her yerde mü'minlerin nitelikleridir.

Müslümanlar bu niteliklere riayet etmedikleri takdirde İslam cemaati doğru istikameti bulamaz. Böyle bir toplumda ortak hayat için konulacak temel kaidelere herkesin bağlanması güvenmesi ve dayanabilmesi için ahde vefa ve emanete riayet prensibi zaruridir. Bu prensibi tüm mü'minlerin örneği ve önderi Rasulullah'ın hayatında açıkça görmekteyiz. O'na müşrikler bile güvenmiş emanetlerini çoğu zaman O'na teslim etmişlerdir. Bir yandan düşmanlık öbür yandan O'na güvenmek gerçekten düşündürücü bir haldir… İşte kısa bir süre içerisinde İslam'ın dünyaya hâkim olmasında Rasulullah'ın bu ilkesinin büyük katkısı olmuştur.

"Hayır kim ahdini yerine getirir ve sakınırsa şüphe yok ki Allah sakınanları sever. Allah'ın ahdini ve kendi yeminlerini az bir pahaya değiştirenlerin; işte onların ahirette hiçbir nasibi yoktur. Allah kıyamet günü onlarla konuşmaz onlara bakmaz onları temize çıkarmaz ve onlar için acı bir azap vardır." (3/Âl-i İmran 76-77)

Ahde vefa Allah korkusuyla yakından alakalıdır. Bunun için sosyal muamelelerde dost ile düşman arasında herhangi bir ayrım yapılamaz. Her ikisi için de durum aynıdır. Ahde vefa dünyevî bir menfaat karşılığında değiştirilecek bir husus değildir. Çünkü verilen söz Allah adına verilmiştir. Buradaki mesele Allah'a karşı verilen ahde vefa meselesidir. Onun için de karşıdaki insanlar değil; Allah'ın emri gözetilir.

Kur'an-ı Kerim'de Allah Teala'nın Hz. Âdem’e Hz. Musa'ya Hz. İbrahim ve Hz. İsmail'e ahid verdiği ifade edilir (bkz. 2/Bakara 125; 7/A'râf 134; 20/Tâhâ 115).

Bu ahid genellikle emir veya talimat verme şeklinde açıklanmıştır. Yine Kuran’da Allah'la kulları arasındaki bir ahidleşmeden de bahsedilmiş (bkz. 36/Yasin 60) ve Allah adına verilen ahdin bozulmaması istenmiştir (bkz. 16/Nahl 91).

Allah'la yaptıkları muahedeye sadık kalanlara büyük mükâfat vaad edilmiş (bkz. 48/Fetih 10) ahdini yerine getirmeyenler fesatçı/bozguncu olarak nitelendirilmiş (bkz. 2/Bakara 27) ve Allah'a karşı ahidlerini hiçe sayanların ahirette hiçbir nasip alamayacakları haber verilmiştir (bkz. 3/Âl-i İmran 77). "Siz bana verdiğiniz ahde sadık kalın ki ben de size verdiğim ahdi ifa edeyim" (2/Bakara 40) mealindeki ayet değişik şekillerde tefsir edilmiştir. Bir yoruma göre ayette geçen birinci ahid Allah'ın kullarına olan emir yasak ve tavsiyeleri ikinci ahid ise Allah'ın kullarına vaad ettiği af ve mükâfatıdır. Diğer bir görüşe göre birinci ahid Allah'ın ahdi yani kulları üzerindeki hakkı ikinci ahid de kulların rableri üzerindeki haklarıdır.

Bir hadise göre Allah'ın kul üzerindeki hakkı kulun şirk koşmaksızın kendisine ibadet etmesi kulun Allah üzerindeki hakkı ise azap görmeden cennete girmesidir (bz. Buhâri Libas 101; Müslim İman 48). Semavî dinler Allah'la kulları arasında var olduğuna inanılan bir ahidleşmeye dayanır. Hz. Peygamberimiz dua ederken "Allah'ım! Gücüm yettiği kadar ahdine ve vaadine sadakat gösteriyorum" der ve kendini O'na karşı daima sorumlu hissederdi. (Buhâri Deavât 16; Tirmizî Deavât 15)

Ahde vefalı kullardan olmak her müimin açısından gözardı edilememsi gereken bir husustur. Selam ve dua ile.

Muhammed Şevket Gökşan

Akit TV köşe yazarı