BIST10.107,68%-1.64
USD40.0064%0,10
EURO47,0009 %0.34
ALTIN4.287,83 %-0.03

ŞOVA DÖNÜŞEN EZANLARIMIZ…

Muhammed Safa Ulusoy

Abone OlGoogle News
15 Ağustos 2024 12:51

Gök, nûra garkolur, nice yüzbin minâreden

Şehbâl açınca rûh-ı revân-ı Muhammedî

-Yahya Kemal

Yahya Kemal’in tasavvuruyla yedi kat göğü nuruyla dolduran en ulvi sestir ezan… Doğar doğmaz belki ana sesinden evvel kulaklarımıza ulaşan yine o ulvi sestir. Fetih ruhuyla at sırtında çocuklar gibi şen olduğumuz dönemlerde kılıç sesleri diner dinmez yine ilk duyulan sestir ezan…

Denildi mi bir yerin adına Türk beldesi;

Gözüm albayrak arar, kulağım ezan sesi...

Gönül coğrafyamıza olduğu gibi i’la-yi kelimetullah uğruna zapt ettiğimiz Türk İslam beldelerine de bir mühür gibi işlediğimiz ve uğruna can alıp can verdiğimiz bir çağrıdır ezanlarımız…

Bu ezanlar ki şahâdetleri dinin temeli

Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli

-Mehmet Akif Ersoy

Medeniyetimizde her konuda olduğu gibi Ezan bahsinde de bütün maharetimizle estetik, sanat ve maneviyatı mezcettiğimiz bir yorum ve tavır oluşturduğumuz muhakkaktır…. Fakat son dönemlerde tevarüs ettiğimiz örf ve adetlerimizden bir bir kopuşumuzu teessürle görmekle kalmıyor, asırların birikimi geleneklerimizin de göz göre göre avuçlarımızdan kayıp gitmesini hayretle seyrediyoruz…

İşte o değerlerimizden biri; göğümüzün yıldızı, gönlümüzün yaldızı, minarelerimizin dinmez sadası ezanlarımız…

Günde 5 kez davetine icabetle mabetleri doldurduğumuz canım ezanlarımızın hal-i pürmelali içlerimizi burkmaya devam ediyor. Ezanlarımızın favkalade okunduğu muhitler bereket versin ki hala çokça bulunmakta fakat yine de merkezi noktalardan mahalle aralarına doğru adımladıkça Türkiye’nin hemen hemen bütün illerinde, ilçelerinde seslerin şehrin gürültüsüne karışıp uğultu misali anlamını yitirdiği de bir hakikat…

Önüne gelenin “savulun ben de müezzinim. Bilal-i Habeşi'den ne eksiğim var” diyip sesini göğe savurduğu için ezanlarımız bir kakofoniyi andıran, bu yokuş aşağı yuvarlanış halinden bir an evvel kurtulmazsa bu işin bizi uçurumdan başka bir yere götürmeyeceği kesin…

Bu konuyu birkaç zaman konuşmak, gündemde tutmak niyetindeyim. Çünkü ümmet-i Muhammed şöyle gözleri dola dola dinleyeceği ezanlara hasret kalmış vaziyette ülkemizin dört bir tarafında…

Geçtiğimiz günlerde, aynı dertten muzdarip olduğumuz bir değerimiz, sanatçı, Hafız, Üniversite Hocası Dr. Asım Akkuş ile konuştuk, dertleştik. Sosyal medyada olsun, meşk ortamlarında olsun, sınıf ortamında olsun bu meseleleri dert edinip çok kıymetli işler yapan sevgili Asım Akkuş’a kulak verelim… Bakalım işin ehli ne söylüyor…

Hocam önce bir girizgah olması adına Ezan formundan kısaca bahsetsek olur mu?

Ezan formu malumunuz üzere Hazreti Peygamber zamanında; birden çok sahabinin rüyasında görerek İslam'ın nişanesi olması ve ibadete çağırması anlamında Hazreti Peygamberin de tasdik ederek İlk Bilâl-i Habeşî ve Abdullah bin Ümmü Mektûm tarafından, güzel sesli sahabiler tarafından okunarak başlamış bir geleneğimiz. İslami geleneğimiz. Yani Ezan bizim hüküm koyucu açısından; farz, sünnet, vacip diyeceğimiz bir konu değil. Bir gelenek aslında. Ezan okunmasa da vaktin girmesi namazın kılması için yeterli. Ezan sadece onun bir nişanesi. İslam'ın nişanesi olarak okuyoruz.

Ezanın dini musikimizdeki yeri ile alakalı neler söylersiniz?

Ezanlarımız makamlı icra ile birlikte dini musikinin de konusu oluyor. Yani biz ezanı hiçbir name ve musiki olmadan okusaydık şayet dini müzik açısından değerlendirmemiz mümkün olmayacaktı. Çünkü içerisinde herhangi bir melodi, herhangi bir nâme, söz konusu olmayan bir şeyin müziki açısından el alınması mümkün değil. Biz nâmenin olduğu İslami güfteleri inceleyen bir ana bilim dalıyız.

Peki, bizim geleneğimizde ezanın yeri dini musiki açısından nasıl oluşmuş?

Ezan, bilhassa Selçuklu'dan başlayan Osmanlı'da nirvanaya ulaşmış, musikiyle hemhal olan bir kültür altyapısıyla ortaya çıkıyor. Hatta bir laf vardır malumunuz; “Kur'an Hicaz'da indi Mısır'da okundu, İstanbul’da yazıldı” diye. Bu ifade Hat sanatı için söylenir. Ezanı da aynı şekilde; “Hicaz'da başladı, İstanbul'da okundu” diye ifade ederler. Çünkü ezan gerçek manada İstanbul'un Selatin, -ona da “Salatin” diyenler oluyor uyarıyorum “Salatin” yani Sultan’dan gelir. Sin harfiyle yazılır, ince söylenir- Selatin yani Sultanların Camileri anlamında. Bir Sultanahmet'te ve Ayasofya'da karşılıklı okunan ezan. Aynı şekilde Üsküdar Valide ve Mihrimah Camilerinin çifte ezanı gerçek manada hem sanatsal bir şaheserdir hem de insanı camiye çeken bir yönü vardır. Bu ezanın gerçek manada etkisini, gücünü gösteriyor.

16. 17. Yüzyılı düşünün; bir cemaat Teravih namazına gidiyor ve o esnada namazın Saba makamında kıldırıldığını duyup “demek ki cemaat ikinci tervihada” diyebiliyor. Yani okunan kıraatin makamından cemaatin hangi tervihada olduğunu anlayabiliyor. Çünkü Enderun Usulü Teravih namazı diye bir sistem var. Isfahan, Saba, Hüseyni, Eviç ve Acemaşiran makamları sırasıyla her dört rekatta bir değişerek devam ediyor başka mâkam versiyonları da var. Cemaat, imamın hangi makamda kıraat ettiğine vukufiyetle geliştirmiş kendini. Böyle bir dönemde ezanlar da birçok farklı makamda okunuyordu. Son yüzyılda Cumhuriyetin bizden götürdüklerinden birisi de aslında bu gelenekteki makamsal çeşitliliğin azalması. Şu anda ezanlarımız 5 makam üzere okunuyor. Sabah vakti malumunuz üzere Saba makamında. Öğlen vakti Uşşak makamında. İkindi vakti Rast makamında. Akşam vakti Segah makamında ve yatsı vakti de Hicaz makamında olmak üzere. Ama şöyle bir gelenek çıktı ve bu son 20 yılın geleneği, eski İstanbul ezanlarında falan çok bunu göremezsiniz; ezanda durmadan makam geçkisi yapmak hastalığı.

Makam aralar arası geçki mi?

Evet, makamsal geçki. Mesela ben İnstagram'da geçki çalışmaları, doğaçlama çalışmaları, tavır çalışmaları yapıyorum ama bunu şov aracı olarak göstermenin de yanlış olduğunu düşünüyorum. Burada kendimle tezata düşmüş olduğum anlaşılmasın diye bunu izah ediyorum. Bir şeyde çeşitliliğin, zenginliğin varlığı onu her yerde yapacağın anlamına gelmez. Yani çok zengin olabilirsin, 20 tane araban vardır sabah başka araba öğlen başka araba akşam başka bir arabaya binilir mi? “Her gün farklı arabayla geleyim çok zenginim” diyerek bunu ispat etmeye gerek yok. Bunlar yerli yerince kullanıldığı zaman estetiktir. Yerli yerinde kullanıldığı zaman süstür. Şimdi biz öyle bir hal içerisindeyiz ki malumun ezanlarda herkes “Ben daha iyi okurum al bu sana” öbürü diyor; “sen misin bunu diyen al bu da benden sana” Yani buna niye ezanı alet ediyoruz? Ya da sizin okuduğunuz ezanlarla niye camiler dolmuyor be kardeşim?

Ezanı güzel okumak nelere bağlıdır?

Bir hikaye var; teyzenin biri Hicaz bölgesine gitmiş. Hiçbir şey anlamıyor tabii herkes Arapça konuşuyor. Tam o arada ezan okununca teyze “oh bari ezan Türkçe” demiş. Türkiye'de de aynı ezan okunuyor. Şimdi biz ezanı millet olarak lafzını anlamasak da sahiplenmişiz, bizden bir parça olmuş. Aslında ezan Türkçeleşmiş. Güzel okumak için hangi melekeleri kesbetmek lazım? Şimdi güzel okumak neye göre güzel önce o soruyu cevaplamamız lazım.

Eğer sesinin güzel olması, makamla güzel okumak kastediliyorsa bu başka bu işin teknik boyutu. Bunu ayrıca değerlendirilir. Bir de içten okumak var. Yani öyle güzel bir okuyacaksın ki sesi de güzeldir zaten içten okuyanın. Eğer ezan okutuluyorsa sesi güzeldir zaten müezzinin.Dolayısıyla içten okuyabilmek önceliği olmalı. Bir ara dikkatinizi çekmiştir. Kudüs’te Gazze’de bir ezan okundu. Ben de onu hikayemde paylaştım. O kadar içtendi ki… O yaşanan olayların gönlümüzdeki duygusallığının tesiri belki… milyonlarca kişi o ezanı dinledi, etkilendi. Yine mesela Fatih Koca’nın, o zaman ben de yanındaydım, Ayasofya'da 80 küsur yıldan sonra sonra ilk defa ezan okuyuşu da aynı içtenliği ifade ediyor… Ezanın güzelliği aşikar da, gönle dokunması meselesi çok önemli. O da ezanı okuyan kişinin yaşantısıyla, halet-i ruhiyesiyle ve bununla birlikte, eğer ki; -işte orası benim konumu oluşturuyor- bir de onun rahle-i tedrisinden geçip, makamla, musikiyle, talimle, varsa birazcık Arapçayla, kelimenin anlamına vukufiyetle taçlandırdığınız zaman, ben inanıyorum ki herkes tarafından dinlenen etkili bir ezan olacaktır. Kabe'de okunan ezanların birçok makamsal hatası var ama bugün hepimiz Kabe'de okunan, Medine'de okunan ezanları dinlediğimiz zaman gönlümüzde bir yeri var diyoruz. Demek ki ezanın teknik meseleden öte manevi bir altyapıya da sahip olması lazım.

Ezan okunurken yapılan en sık hatalar nedir?

Öncelikle durmadan makam geçkisi yapmak hatadır. Birilerine bir şeyler ispat etmek zorunda değilsin. Ezanın görevi namaza çağrıdır arkadaş. Senin artistlik yapacağın yer değildir. Tabii ki hiç geçki yapma, hiç süsleme demiyoruz. Güzelliktir, süs güzeldir ama şimdi şöyle düşünün; bizim ecdat Osmanlı camilerinin mimarilerini biliyorsunuz her yeri süsle doldurmamıştır. Küçücük teslim motiflerini göstermiştir o güzellik, sadeliğin içerisinde çok zarif bir şekilde belirmiştir. Mesela İran'daki camilerde falan her yer süs, insan içerisinde rahatsız oluyor. Şimdi bizim medeniyetimizde sadeliğin içerisinde küçük süsler sevilir. Ezanda da aynısını gütmeliyiz.

İkincisi; ezanı okuyan kişi daha tiz okuyunca daha iyi olmuyor. Bu algıdan bir vazgeçmemiz lazım. Yani şöyle düşünün tabiri caizse; örnek vermek doğru mu bilmiyorum ama… Bin motor arabayla 200 km gidebilmek bir şey ifade etmez. 200 km giderken rahat gidiyor mu? Yolcuyu rahat ettiriyor mu? Öyle değil midir? Senin kapasitenin farkına varman lazım. Şimdi okurken yırtınıyor, yırtınıyor… Ben onun ta minareden okurken yüzünün halini tahmin edebiliyorum. Kıpkırmızı bir surat, bütün damarlar boğazlardan çıkmış patlamak üzere. Onun tek derdi “daha tiz okudum bak ben ne güzel sesim” demek…

Siz Ankara'da değilsiniz, dün Ankara'da hocalardan biri, isim vermeyeceğim. Böyle tiz seslerle “la ilahe illallah” derken, ezan biterken öyle bir sesi bozuldu, detone oldu ki yani kahkaha attı herkes… Ne kadar üzücü bir durum. Ben de o olay üzerine; “bugün bir kez daha anlaşılmıştır ki tiz okumak maharet değilmiş” diye yazdım.

Onun için ezan okumak, iyi ezan okumak, tiz ezan okumaktan ibaret olmamalı. Çok tenördür sesiniz bizim Aziz abiler gibi, (Aziz Hardal) bizim Alpcan kardeşim gibi, (Alican Çelik) bizim Mustafa gibi (Mustafa Alphayta) Bu kardeşlerimiz efsane tenördür. Onların da pest okuması komik olur. Çünkü adam 2500 motor araba yani onunla 80 km’de gidilmez. Fıtrata uygun okunacak… Fıtrata uygun, usule uygun, kendi tonuna uygun. Bu da sesini bilmekle alakalı yine burada teknik meseleler devreye giriyor. Sesini bilmiyorsan kardeşim bir bilene sor. Onun için iyi ezan, etkili ezan, yerinde ezan, kişinin kendini bilerek okuduğu ezan diyebiliriz.

Üçüncüsü de 10 dakika, 11 dakika ezan okunuyor…. Olmaz. 11 dakika, 10 dakika, 9 dakika ezan olmaz. Ezan, ne kâmet kadar kısa, ne de böyle 10 dakika, 12 dakika kadar uzun okunmamalı. Dengeli olacak. 5 dakika, 4 buçuk dakika. Rahmetli İsmail Coşar bir ezan okurdu. Kayıtları dinleyin. 6 dakikalık ezanı yoktur hep dört buçuk 5 dakika. Neyi ispat etmeye çalışıyoruz biz? Şov mu bu? Ezan ya hu. Namaz kılacağız arkadaş. Bitirin artık şunu.

Münavebeli ezanlarda bir süre kısıtlaması var mıdır?

Eskiden münavebeli ezanlarda inanın şu andaki tek ezanlar gibi belki daha seri okurlarmış uzamasın diye. Şimdi biz çift ezanı çarpı iki yapıyoruz. Halbuki, hatta tek ezanı münavebeli yapanlar var ecdattan. Yani bir ezanı karşılıklı okurlarmış. Ama şu andaki gidişat maalesef pek hoş değil… Ezanı, dediğim gibi şari’ açısından hüküm koyacağımız bir durum olmadığı için hadi yine şova alet ediyorlar ama bunun bir de Kur'an boyutu var… Kur'an'da şovlar var maalesef. Kur'an o işin daha da acı bir boyutu ama oraya hiç girmeyelim…

Son olarak güzel ezan neleri muhtevi olmalı?

Birinci madde; ezanın lafzına, kaidelerine uygun olarak okunması. Mahrecine dikkat diyelim. İki; kişinin kendi sesine göre okuması. Tenörse tiz, baritonsa daha pest diyelim. Üçüncü olarak çok uzun okumaktan kaçınmalıyız. Çok name yaparak ezanı şov aracı etmemeliyiz. Bir de evinden camiye koşan bir kişiyi harekete geçirdiğimiz gibi, hiç aklında camiye gitmek olmayan bir kişiyi bile harekete geçirmeyi şiar, vazife ve görev addeden bir okuma tarzı ile okumak… Bu noktada musikiyi de kullanacaksın, daha samimi okuyacaksın. Lafızını düzgün okuyacaksın. Cemaat şov hissetmeyecek, samimiyet hissedecek. Bu biraz daha soyut bir durum. Yani bunun bir tekniği yok. Bu kişinin yaşamasıyla alakalı. Yani “bunu nasıl yapacağım, ben hemen gideyim çalışayım” diye bir şey yapmamız çok imkan dahilinde değil. Bu ihlasla, samimiyetle olabilecek bir durum.

Teşekkürler hocam.

Muhammed Safa Ulusoy

Akit TV köşe yazarı