Bir mektup buldum…
Latif Erdoğan
Okuyacağınız mektup, büyük veli, bütün müçtehit ve mücedditlerin öncüsü Hasan-ı Basri Hazretleri tarafından, yine kendisi gibi büyük bir veli ve devlet adamı Ömer b. Abdülaziz’e yazılmıştır. Kırk sene önce ilk telifim olan Ömer B. Abdülaz kitabını yazarken bu mektuba muttali olsaydım, mutlaka kitabıma alırdım.
Geçenlerde Hasan-ı Basri Hazretlerinin Züht kitabını okurken mektubu görünce çok sevindim. Hem kitabımdaki eksikliği kısmen telafi etmek hem de bu önemli mektubun hiç olmazsa bir kısmını sizlerle de paylaşmak istedim. Büyük velilerin sözleri de halleri de ebediyet mühürlüdür. Zaman aşımına uğramaz. Bu sebeple de her bir istidat onlardan her zaman istidatları ölçüsünde istifade edebilir. Mevlana’nın dediği gibi, hatip muhatabın gölgesidir, ona göre uzar ve kısalır. İstifadeniz muhatap olma gayretinize bağlıdır…
“Bil ki, düşünce insanı hayra ve hayırlı amellere çağırır. Pişmanlık, günahı terke yöneltir. Ardından ebedi bir rahatlığın geleceği kesintili ve kısa süreli bir keder yolu; peşinden sonsuz acıların geleceği kısa süreli bir refah ve sefahatten elbette çok daha iyidir.
Dünyadan sakın! O, insanı hafifçe okşayan, kadife derili, öldürücü zehirli bir yılandır. Dünya nimetlerinden her biri sana az çok yoldaşlık edecektir. O halde dünya nimetlerine fazla meyletme! Dünya dertlerini ve koşuşturmalarını bırak! Bu dünya sana ne verebilir ki? Ebediyete kadar seninle birlikte olabilir mi? Hayır, bir an için dünya zevklerini tadan ve huzura kavuşan insan, bir saniye sonra kedere düşebilir. Kazandığı zafer bir an sonra hüsran dolu bir yenilgiye dönüşebilir. Dünyada rahatlık ve sefahatı eziyet ve felaketler takip eder. Dünyada beka yoktur, her şey fanidir. Dünya hayatı hep rezalet ve sefahatle biter. Bu dünyaya bir yolcu gözüyle bak!
Dünya kuruntuları, sonuçsuz biten boş emellerdir. Dünya ya yitirilmekte olan bir nimet ya da gelmekte olan bir beladır.
Dünya Allah nezdinde bir sinek kanadı kadar değer taşımaz. O dünya ki, tüm hazineleriyle Peygamberin (sav) önüne serildi de ona zerre kadar iltifat etmedi. Efendimiz biliyordu ki, dünya Allah’ın gazabına uğramıştı.
Öyleyse o niçin gazaba uğramış bir aldanış diyarına tutkun olsundu?
Dünyanın şer dolu oluşunun en önemli delili, enbiyanın ve salih kulların devamlı sıkıntı içinde yaşamaları ve güçlüklerle karşılaşmaları, oysa diğerlerinin şan, ihsan, bolluk ve rehavet içinde hayatlarını sürdürmeleridir.
Ama gözü perdelenmiş mağrur dünya aşığı insan, dünyanın, kendi başına bir anlamı olduğunu, bu yüzden kendisini zevk ve lezzet denizinde yüzdürdüğünü sanır.
Böylece Muhammed(sav) ve Musa’nın (as) başına gelenleri ve onların nasıl dua ettiklerini unutur.
Allah, Musa’ya (as) şöyle vahiy etmişti: “Ey Musa! Fakirliğin sana doğru geldiğini görürsen, salih insanların şiarına uyarak ona “merhaba” de. Zenginlik ve lüksün sana yöneldiğini görürsen “yok olasıca bela” de.
İsa(as) şöyle derdi: “Azığım açlıktır, şiarım korkudur, giysim yündür, bineğim ayağımdır. Gecemi aydınlatan kandilim aydır. Kışın beni koruyan güneştir. Meyvelerim ve çiçeklerim, vahşi hayvanlar ve sığır sürüleri için yerin bitirdiği otlardır. Hiçbir şeyde gözüm yok, hiçbir şeyim yok. Hiç kimse de benden zengin değildir…”
Süleyman(as), tebaasına beyaz undan ekmek yedirirdi. Oysa kendisi arpa ekmeği ile karnını doyururdu. Gece olduğunda kollarını bağlar, ağlar, kara kara düşünerek sabahlardı.
Bütün peygamberler, Allah’ın gazabına uğramış dünyaya istihza ile bakmışlardır. Peygamberlerin yolundan daha sonra salih kullar yürüdüler. Onlar tefekkür ve tevekkülle geçen günlerinde, gözlerini dünya kuyusundan çekip ahiret sonsuzluğuna diktiler. Ancak zaruret miktarınca yediler.
Ölü gibi hırstan uzak, sessiz yaşadılar. Dünyanın o çarçabuk gelen ve ansızın biten lezzetine hiç dalmamayı tercih ettiler. İşlerin sonunun nereye varabileceğini düşündüler. Dünyayı kokmuş bir leşe benzettiler.
Onlar dünyadan geçerken rahatsız olmamak için burunlarını tutuyorlardı. Dünyaya sarılan ve hayvani bir iştah ve salyalı bir ağızla, yaldızlı parıltılarla ve fani lezzetlere saldıran nefis kölelerini görünce şöyle sorarlardı: ”Bunların burun direkleri kırılmadı mı? Nasıl olur da her yanlarından yükselmekte olan leş kokularını duymazlar?”
Dünya dediğin üç gündür. Dün, bugün, yarın. Dünü geçtin, yaydan fırlayan oktan ne hayır umulur. Bugün ise her şeyindir. Kazanmak, faydalanmak, kaybetmek ve tüm işlerin bugünde gizlidir. Yarın ise sadece emellerin ve kuruntularından ibarettir. O halde güzel işlere yapış. Ecel gelip bastırmadan kuruntularla oyalanmayı bırak. Sakın ha doğan güne, yarın kaygısıyla başlama. Yoksa birden yorulur, çöker ve yarınların azığını toplayayım derken iflas edip batarsın.”
(Mektubun tamamını okumak için bkz: Hasan-ı Basri, Züht, Derleyen: İshak Doğan)