BIST9.486,56 %0.12
USD39.3447%0,44
EURO44,9250 %0.15
ALTIN4.301,76 %1.29

Atatürk ve Kemalizmi hutbe ve dualarda anmak caiz midir?

Kenan Alpay

Abone OlGoogle News
29 Mart 2022 09:13

Hutbede Atatürk yine anılmadı, Atatürk hutbede yine yok sayıldı” gibi manşetler Mustafa Kemal ve İsmet İnönü’nün uzun ve despotik iktidarları döneminde hiç ama hiç atılmadı. Tek Adam ve Tek Parti rejiminde Mustafa Kemal’i İslami sembol ve değerlerle birlikte anmak gerici bir itham sayılırdı çünkü. Fakat 28 Şubat post-modern darbe süreci de çökünce “dindar Atatürk” kampanyasına muazzam bir biçimde yüklenildi. İş o raddeye vardı ki sadece ismimizin, iffetimizin değil kulağımıza okunan ezanların bile Atatürk sayesinde okunduğu döne döne propaganda edilir. Dolayısıyla Atatürk’e ne kadar şükretsek, ona ne denli saygı ve sadakat göstersek hakkını ödeyemeyeceğimiz tekrarlanır durur.

Peki, “kurucu, kurtarıcı, yaratıcı, ulu önder” gibi şirk içeren sıfatlarla, kişileri hutbe ve vaazlarda anmak İslam açısından caiz ve meşru mudur? İslam’ı kamusal hayattan söküp atmak üzere seferber olan çevrelerin iddia ettiği gibi “Diyanet’in kurucusu Atatürk’ü dualarla anmamak nankörlük” müdür gerçekten de? İslami değer ve sembollere Atatürk, Kemalizm ve Kemalist cepheden yaklaşıp ekleme-çıkarma yapmak, haramı helal, helali haram yapmak mümkün müdür? Olan biten tartışmalara bakarsak evet, gayet tabii olarak Atatürk ve Atatürkçülük adına hutbelere, dualara, ibadetlere, şiarlara içerik, şekil ve istikamet bakımından istenildiği gibi müdahale edilebilir. Çünkü adeta tek kale maç oynanıyor bir asırdır. Atatürk siyaseti, bürokrasiyi, kültürü, tarihi, bilimi, sporu, İslam’ı nasıl anlamışsa esas ve nihai ölçü olarak hiç tartışılmaksızın öyle kabul edilmesi, itaat edilmesi emrediliyor.

Cumhuriyet ve Sözcü gibi Tek Adam ve Tek Parti dönemi özlemiyle yanıp tutuşan, TSK’nın cumhuriyeti koruma ve kollama vazifesini kesintisiz bir biçimde deruhte etmesi adına türlü desiseler tertipleyen, alenen İslam karşıtlığı yapan gazeteler bir süredir Diyanet İşleri Başkanlığı’nı manşetleriyle kuşatıp muhasara altına almış durumdaydı. 23 Nisan’dan 10 Kasım’a, 19 Mayıs’tan 30 Ağustos’a oradan Çanakkale Zaferi’ne önemli günlerde Atatürk’lü hutbe, Atatürk’e şükran ve dua talepleriyle sadece Diyanet İşleri Başkanlığı’nı değil hemen bütün cami ve mescidleri de ipotek altında tutmayı çok sevmiş durumdalar. Oysa takipçileri, bu tartışma sürecinde saklamaya ve tevil etmeye kalkışsa da Mustafa Kemal, Ulu Önder ve Ebedi Şef’liğini ilan etmiş biri olarak, “gökten indiği sanılan kitaplara” inanmadığını Meclis kürsüsünden gururla haykırıyordu.

Âlemlere Rahmet olarak gönderilen sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa’yı, “yaveler uyduran Arapoğlu” gibi çirkin sıfat ve iftiralarla anarak tahkir ettiğini kendi yanındaki kişiler anlatıyordu.

Mustafa Kemal ve İsmet İnönü, Recep Peker, Şükrü Kaya, Mahmut Esat Bozkurt, Reşit Galip başta olmak üzere hemen bütün kurmay kadrosu pozitivist-seküler bir toplum inşa etmek üzere siyaset yapmış, kavga vermişlerdir.

Özellikle Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın fakat genel manada diyanet, ilahiyat, medrese ve İslami kimliğe sahip kanaat önderlerinin bu tartışmalar sırasında hiçbir kompleks ve korkuya kapılmaksızın vahyin hakikatini, sünnetin ilkelerini olanca açıklığıyla kamuoyuna beyan etmeleri gerekmez mi?

Maalesef Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş, Sözcü Gazetesi’nden Saygı Öztürk’e gönderdiği mesajda hemen her fırsatta Mustafa Kemal Atatürk için ne kadar çok dua ettiğini ispatlamak üzere bir sürü video göndermiş. Ne büyük bir acı ve utançtır ki, Başkan Erbaş, “biz her vesileyle anıp, duamızı yapıyoruz” diye sadakat ispatına girişiyor.

Soralım o halde; Anafartalar kahramanı olmak veya Cumhuriyetin kurucusu olmak gibi sıfat ve başarılar filan kişi veya falan grup için Allah’tan rahmet okunması için yeter sebep midir?

Hz. Muhammed (a.s.) böyle bir zaafa düştüğünde vahiyle nasıl uyarılmıştı, hatırla(t)mak icap etmez mi?

Sadece Başkan Erbaş değil tefsir, hadis, fıkıh, kelam ilmiyle maruf hocalarımız, âlimlerimiz, üstadlarımız da İslam’ın hükümlerini beyan etsinler ki bütün bir toplum için hakikati aşikar edelim.

İslam hiçbir surette siyasal pragmatizme, politik veya sınıfsal beklentilere kurban edilmemeli.

Hassaten Kemalizm karşısında sergilenen takıyye, tevilcilik, oportünizm, korkaklık yıkıcı sonuçlar doğuruyorken medeniyet destanları yazmaya, ümmete liderlik etmeye soyunmak komik oluyor sadece. Şimdilik komik ama (Allah muhafaza) ahiret boyutu korkunç boyutlar içerebilir.

İslam üzerindeki resmi ideoloji ipoteğini kaldırmak için “mehdi” veya “mesih” beklersek verilen onca imkânın şükrünü eda etmediğimiz için (Allah muhafaza) sekinet ve bereketten, rahmet ve nusretten mahrum kalabiliriz. Tevhid bütünüyle Allah’a hasredilmiş bir inanç, ibadet ve hayat tarzıdır; geleneksel veya modern hiçbir şirke rıza göstermez.

Kenan Alpay

Akit TV köşe yazarı