BIST9.079,97%3,10
USD32.3343%0.13
EURO35,0554%-0.05
ALTIN2.307,63%1.32

Kaybolan hayatlar, iflas eden hedef ve söylemler

Kenan Alpay

Abone OlGoogle News
14 Ocak 2022 07:20

Hiç de öyle düşünmüyorum; tıp fakültesinde okuyan bir gencin intiharı topluma dair temel meseleleri konuşup yoluna koymak için ne bir milat olacak ne de acı bile olsa bir fırsat olarak değerlendirilecek.

Çünkü makul bir süreç dâhilinde hakikatle yüzleşmeden salt olarak ideolojik ve sınıfsal kaygılarla hesaplaşmaya hatta en ağır biçimde mahkûm etmeye şartlanmış aşırı politize olmuş kimlik ve tutumlarla ortak payda ve çözümlere ulaşmak ancak ham hayal olur.

Ölüme varıncaya değin en acı, en yıkıcı, en utandırıcı kayıpları dahi ideolojik savaşın veya magazin kültürünün metasına dönüştüren korkunç bir yabancılaşmanın üzerimize nasıl olup da bir karabasan gibi çöktüğünü tartışmamız gerekiyor öncelikle.

Hayatının baharındaki bir genci intihara sürükleyen sebepler üzerine alelusul birtakım verilerden yola çıkarak muarızlarımızı itham ve ilzam etmek de müttefiklerimizi temize çıkarıp kurtarıcı olarak kamuoyuna takdim etmek de pek kolay.

İntihar oranları neden hızla yükseliyor?

Dikkat edilirse intihar oranları boşanma, cinayet, gasp hırsızlık, kumar, zina ve tecavüz, alkol ve uyuşturucu bağımlılığı gibi günahlara paralel olarak yaygınlaşıyor?

Meseleyi ekonomi politikalarına endeksleyerek izah etmek sorunun bir parçasına dair aydınlatıcı olur elbette. Lakin meselenin ahlaki-dini ve eğitim-kültürel boyutlarını gereğince irdelemeden dökülecek gözyaşları belki timsahlarınkine benzer nitelik taşıyabilir.

Müslüman toplumlarda intihar ancak ileri düzeydeki psikolojik-psikiyatrik hastaların veya ciddi iman problemlerinin sürüklediği feci bir akıbetken nasıl oldu da tercihlerden bir tercih meselesine evrildi? Beşer-onar yıllık süreçler halinde tarihi geriye doğru sardığımızda intihar meselesinin giderek yok denecek kadar azaldığını çok net olarak görürüz. Fakat intihar meselesinin psikoloji ve sosyolojinin bilimsel yetkinliklerini ispat sadedinde en çok odaklandıkları mevzu olduğunu da unutmamalıyız.

Emile Durkheim’in 1897’de tamamladığı “İntihar” isimli eseri sosyal bilimlerde istatistiğin sağlam bir yöntem olarak kullanılmasıyla bireysel olandan çok toplumsal şartlara odaklanmanın zaruretine dikkat çeker. Bu bağlamda Türkiye’de intihar oran ve çeşitlerini magazin sayfalarının ve ideolojik savaşların malzemesi kılarak ne vicdanları temize çıkarmak ne de soruna bir nebze olsun çözüm bulmak mümkün olacaktır. Çok önemli olmakla beraber sıkıntı cemaat yurtları, tarikat çevreleriyle filan sınırlı değildir. Valisi, kaymakamı, emniyet müdürü, subayı, polisi, hâkimi, savcısı, öğretmeni, esnafı, sanatçısı, bankacısı, işçisi, işsizi, eğitimlisi, eğitimsiziyle intihar yaygın bir vaka haline gelmektedir. Alarm zilleri asıl burada çalmaktadır. Stres ve depresyonla ruhsal çöküntüler yaşayan insanların oranı artmakta. Aydınlanma ve ilerlemenin hemen bütün ideolojik ve teknolojik donanımına sahip oldukça kitlesel düzeyde asabiye sorunu yükselişe geçmektedir. Psikolojik danışmanlar, psikiyatri klinikleri gelen talepleri karşılayamaz durumdaysa sorunun modernleşme boyutuyla ilişkisi üzerine daha fazla kafa yormak durumundayız.

Ana sınıfıyla başlayan kariyer hesaplarının, lise ve fakülte tercihleriyle perçinlenen üst sınıf hayallerinin duvara toslayıp paramparça olması için fazla bir vakit geçmesi gerekmiyor. Hiç tartılıp tartışılmaksızın dizilerden, sosyal medya hesaplarından devşirilen aile, toplum, hayat tarzı ve çalışma hayatı modelleri birkaç küçük sıkıntıda çöküntüye ve iflasa doğru yelken açışın gerekçesi sayılabiliyor derhal. En zor matematik, fizik, kimya problemlerini veya en müşkil edebiyat, tarih, coğrafya sorularını aşan güçlü akıllar, sabırlı kişilikler en sıradan hayat problemlerinin nasıl vuzuha kavuşturulacağına dair hiçbir bilgi, görgü ve tecrübeye sahip olamadıkları için derin bir mutsuzluğa ve umutsuzluğa kapılabiliyorlar.

Kişisel gelişim kitaplarıyla aydınlanmış, kariyer hesapları üzerine ihtisas yapmış, geleceğin meslekleri ve kolay kazanç yolları üzerine uzman görüşlerinden tecrübe devşirmiş toplum esasen derin bir krizin eşiğinde. Anne babalar da öğretmen ve aydınlar da teklif ettikleri hayat tarzını, idealize ettikleri hedefleri tekrar tekrar muhasebe etmek zorunda. Topu sürekli olarak karşı sahaya atmanın mantığı da faydası yok. Hayatın anlamını kaybeden veya şaşıran bir toplumsal gerçeklikle acilen yüzleşme mecburiyetimiz var. Hayatı bu dünyadan ibaret sayan, en basit problemleri dahi aşma iradesi ve azmi göstermekte acze düşen, dünyanın sadece müreffeh değil savaş ve yoklukla cebelleşen diğer bölge ve halklarıyla da empati kurup sabır ve şükretmeyi beceremeyen, zorluklarla mücadele ve savaşma kudretini kuşanamayan birey ve toplumun çürümesi de çöküşü de mukadder olacaktır. Bu çürüme ve çöküş bireylerin hatalarından daha fazlasıyla elbette ki siyasal ve toplumsal işleyişle ilgilidir.

İşkence, tehcir, yıkım, açlık ve katliam gibi zulümlere karşı direnen birey ve toplumların elde edeceği şeref ve zaferdir. Fakat irade ve mücadele azmini kuşanmaksızın ufak ya da büyük engeller karşısında süngü düşüren, umudunu yitiren, mücadeleden vazgeçen birey ve toplumlar için türlü türlü bunalımlar kapıda beklemektedir. Kurtuluş alkol, kumar, fuhuş, magazin veya futbol kültüründe olmadığı gibi intihar seçeneğinde de değildir. Ancak bunu öğretmek ve belletmek için aile ve toplum, okul ve cemaatlerin fıtrata uygun, adalet ve merhameti merkeze alan bir söylem ve eylem bütünlüğünü temsil etmesi gerekiyor. Hayatı süslü hikayeler değil saf, samimi ve berrak ama acısıyla tatlısıyla hakikatler üzerine inşa etmek şartıyla tabii ki.

Kenan Alpay

Akit TV köşe yazarı