BIST9.716,77%-0,05
USD32.5593%0.07
EURO34,9408%-0.09
ALTIN2.443,68%0.31

Pazardaki Düşman, Döviz Kurundaki İhanet ve Direnen Soğan

Kenan Alpay

Abone OlGoogle News
26 Kasım 2021 06:53

Ölçüyü hiçbir biçimde elden bırakmamak gerekiyor. Söylem düzeyinde olsun, duygu ve eylem düzeyinde olsun ölçülü olmayan her fert ve toplum gibi devletler de benzer gerilim ve açmazlara duçar oluyorlar. “Bu konjonktür bunu gerektirdi, şimdilik en doğrusu budur” türü bir mantık siyaset ve toplumu orta ve uzun vadeli düşünemez, diğer seçenekleri hiçbir surette devreye alamaz bir körlüğe ve kötürümlüğe mahkum kılıyor. Zaruretlerin her türlü ruhsatı meşru kıldığı üstelik bu ruhsatın ilelebed geçerli olduğu gibi derin bir sapma hali yaygın ve bulaşıcı bir hastalık gibi yukarıdan aşağıya bütün katmanları kuşatmış durumda. Adalet, azimet, sebat, sabır, istikamet, gayret, tevekkül ve dayanışma gibi bireysel ve toplumsal kurtuluşu işaretleyen temel ilkeler iktisadi ve siyasi konjonktür hazretlerinin keyfine kolayca kurban ediliyor maalesef.

Kim Nankör Acaba?

Türkiye’nin son bir haftada yaşamış olduğu dolar-euro kuru ve altın fiyatlarındaki aşırı dalgalanma ne yazık ki makul ve ikna edici bir tarzda izah edilemiyor. Bu izahı en başta yapması gerekenler halktan hükümet etme yetkisini alanlardır elbette. Hazine ve Maliye Bakanı suskun ama ne alakaysa Kültür Bakan Yardımcısı Hz. Musa (a.s.) ile İsrailoğulları arasındaki bir kıssayı devreye sokabiliyor. Anormal yükseliş engellenemiyor, nasıl engelleneceğine dair sarih bir yol haritası çıkarılamıyor ve makul bir izah yapılamıyorsa toplumun içine yuvarlandığı panik havasını, korku durumunu kim düzeltecek? Çıkış yolunu kim gösterecek? Bu gibi durumlarda çare diye sarılmanın moda olduğu “dış güçler” söylemi bir nebze rahatlamaya vesile olsa da daha büyük patlamalara vesile oluyor.

Şimdi Türkiye hakikaten de ekonomi sahasında milli kurtuluş savaşı mı veriyor? Dolar-euro veya benzeri yabancı paralarla Türkiye’ye yönelik kapsamlı bir işgal harekâtı mı tertipleniyor? Medyaya yansıyanları, sosyal medyada yapılan polemikleri bir tarafa bırakalım ve soralım: Parasını TL’de tutan kazandı mı, kaybetti mi? Büyük yatırımlar için değil maaşından arttıran, ev veya arabasının taksidini ödemeye kalkışan, beyaz eşya veya bilgisayar almayı hesaplayan vs. alt ve orta sınıflar için hedefleri biraz daha, biraz daha uzağa düşmedi mi? Evet, Türkiye’ye diğer bazı devletler gibi küresel finans tuzağına ve faiz-kur açmazına sürüklenme durumuyla karşı karşıyadır. Ancak ülkenin askeri-istihbari açıdan üzerinde türlü ameliyatlar yapılmasına izin vermeyen, irade finans-kur-faiz üzerinden de yeltenilen ameliyatları bloke etmekle mükelleftir.

AK Parti iktidarı döneminde kontrol altına alınan ve minimize edilen enflasyon son üç yılda halkın sofrasına göz diken bir canavara dönüştü resmen. İşsizlik ve özellikle de genç işsizliği, asgari geçmişe dair yapılan acı atıfları hatırlatır bir hal aldı. Aynı süreçte Türkiye’nin büyüme hızının küresel ölçekte arttığı, alt yapı, teknoloji, sanayi ama özellikle de savunma sanayi alanında caydırıcı bir etkiye kavuştuğunu kimse inkâr edemez. Bütün bunların üstüne Dağlık Karabağ’dan Suriye ve Libya’ya uzanan, henüz emekleme aşamasında olsa da geleceğe ilişkin sağlam bir projeksiyon tutabilecek Türk Devletleri Teşkilatı’yla düşman kuşatmasının daha da sıkılaşması yolunda kimi “büyük suçlar” işlendiği de ortadadır.

Kusur Samur Kürk Olmuş; Kimse Üstüne Almamış!

Fakat bu sayılanların hiç birisi hükümetin özeleştiri yapmasına, yanlış giden bazı işler olduğunu kabul etmesine, bazı kadroların ehliyet ve liyakatten yoksun olduğunu itiraz etmesine engel değildir, olmamalıdır. İşin en acı ve sonuçları bakımından en feci tarafı da burasıdır. Hemen hiçbir yanlış kabul edilmiyor. Hangi yanlış, kusur, kötü niyet veya usulsüzlük işaret edilse derhal vatan, millet, Sakarya bakış açısı devreye sokuluyor. Sanki her iş doğru-dürüst ve olması gerektiği gibi icra ediliyor da sadece ve sadece yerli ve milli kadroları yıpratmak üzere bazı dış güçler ve yerli işbirlikçileri operasyona girişiyor. Bu mantık ve söylem, bu işleyiş ve ilişki biçimi, siyasetin hem kendine hem de topluma karşı kurduğu bir tuzaktan ibarettir oysa.

Şimdi çarşı-pazarda sanki düşman kol geziyor modunda haberler yapılıyor, manşetler atılıyor. İmalattan pazara markete değin ihanet şebekeleri yurdun dört bir tarafını sarmış da ülke beşinci kol faaliyetlerine karşı seferberlik ilan etmiş havasındayız. Ensesi kalın, keyfi yerinde olduğu her halinden belli tipler iktidara şirin gözükmek üzere soğan-ekmek, kara lastik-hoşaf edebiyatıyla güya milleti teskin etmeye, safları sıklaştırmaya koyulmuş. Nereden ve nasıl kazandığı, işgal ettiği makama veya yetkiye nasıl kavuştuğu üzerinde şüphe bulutları dolaşan tipler en mağdur kesimleri fedakârlığa, dava için en temel haklarından feragat etmeye davet ediyorlar. İşin sıkıntı verici noktası asıl burada saklı. Kimi dünya hayatının aldatıcılığından dem vuruyor, kimi israfın ne denli huzur bozucu olduğunu nazara veriyor kimileri de hayat pahalılığına itiraz edip geçinemediğini vurgulayanları şımarıklıkla, işgalcilere hizmetle suçlama densizliğine yelteniyor.

Toplumun iradesiyle alay etmek, uzun uğraşlar sonucu elde ettiği temel hak ve özgürlüklerini başa kakmak, bağımlı olmaya veya belirsizlikler içinde kavrulmaya itiraz eden kitleleri daha beter sonuçlarla korkutmaya müracaat etmek bütün yönleriyle yanlış bir tabloyu işaretler. Bütün bunları politik iletişim uzmanlığı, profesyonel medya dili, kamu diplomasisinin zaruri halleri gibi şeytani gerekçelerle içselleştirmek başka düşmana hacet bırakmaz. Soğan büyük bir nimet, hoşaf zevkli bir içecektir elbette. Ancak işin edebiyatını ve propagandası yapanların elinde bu nimetler nefret edilesi bir kitle iletişim silahına dönüşür. Üstelik ters tepmesi ve sahibini vurma olasılığı çok güçlü bir kitle iletişim silahına. Birazcık aklı olan bu çirkin silahtan uzak durur.

Kenan Alpay

Akit TV köşe yazarı