BIST9.486,56 %0.12
USD39.294%0,01
EURO44,8337 %-0.04
ALTIN4.176,44 %-0.52

“Fazladan izahat, lisanen kabahattir”

Günay Ertan Akgün

Abone OlGoogle News
11 Şubat 2022 09:16

Gazeteci ya da yazar olmak, sadece “doğru” ları ifade etmek için gerekli bir meslek değildir. Öyle olsaydı, yalan – yanlış yazanlara ve asparagas (uydurma) haberlere imza atanlara ya da “sosyal medya” platformlarının var olmasıyla birlikte algı operasyonları düzenleyen ve bunu da “geçim kaynağı” olarak görenlere de denk gelmez, sabah akşam bunlarla uğraşmak zorunda kalmazdık. Bir de böyleleri kendilerine utanmadan / sıkılmadan “gazeteci” demezler mi?!...

Doğruları ifade etmek için her şeyden önce “insan” ve akabinde de – İslamiyet diniyle müşerref olduğumuz için de - “Müslüman” olmamız da gerekiyor. Hatta dinimiz buna o kadar büyük bir değer veriyor ki; “yalan söylemek” büyük günahlardan sayılır, iftira ve suizanda bulunmak da “Müslüman kardeşinin etini yemek” gibi kabul edilir. Böyle bir dine sahip olup – sözde değil de özde - iman edenler, mümkün mertebe acı söylese bile doğruları ifade etmekten imtina etmez, etmemelidir. Kültürümüzde bile yer edinen “doğru söyleyeni dokuz köyden kovsalar bile siz onuncu köye gidin!” – “yalancının mumu yatsıya kadar yanar!” gerçekleri ne güzel de düsturlarımız olmuştur, değil mi?!...

“Bayram değil, seyran değil, eniştem beni neden öptü!” misali nereden de çıktı bu “doğru” – “yalan” muhabbeti diye düşünenleriniz olabilir, izahatını yapalım;

Mevlana’nın “bizi bilen bilir, bilmeyen de kendi gibi bilir!” kesimini bir tarafa bırakarak son zamanlarda yazmış olduğumuz yazılarımızdan dolayı alınganlık gösteren bazı dost ve tanıdıklarımız var. Biz, insan ve Müslüman olarak da doğruları; eğip bükmeden, yalan – dolana bulamadan ifade etmek zorundayız, böyle de bir mecburiyetimiz vardır. Acı da olsa, bazıları şikâyet etse de bu huyumuzdan vazgeçmeyeceğiz. Zaten sürekli olarak; Haksızlıklar karşısında susan ve doğruları ifade etmekten kaçınanın kör – sağır ve dilsiz şeytan olduğu inancını terk etmekten kaybetmedik mi ve marifetmiş gibi buna devam etmiyor muyuz?!...

Aldığımız terbiye, yetiştirildiğimiz eğitim yuvaları, Yüce Mevla’mızın bize bahşettiği “akıl” sermayesi ve gönlümüzdeki din / devlet / millet / vatan / bayrak / marş / dil gibi sevdalarımızdan dolayı bizim hanemize de “sağcı” dediğimiz milliyetçi – muhafazakâr olmak düştü. Hamdolsun, bundan da pişman değiliz, en azından cephemiz belli. Peki ne oldu da “bizim” kesimimiz, bize düşman oldu ya da soruyu şöyle soralım; Doğruları ifade ettiğimiz zaman, bu, niye birilerinin ağırına gidiyor? Halbuki biz; Yalan konuşmuyor, hakaret etmiyor ve lisan – i hâl ile bir yerlere dilimiz döndüğü / kalemimiz yazdığı ölçüde yardımcı olmaya çalışıyoruz, tek gayemiz de bu!... Ancak görüyoruz ki, bizim bu davranışımız; Birilerinin fincancı katırlarını ürkütüyor ve kırılmadık tabak / bardak bırakmıyorlar!... Kimse kusura bakmasın; yeryüzündeki tüm çanak – çömlek ya da tabak – bardak kırılsa da kimse bizi bu yoldan döndüremez, doğruları ifade etmekten de alıkoyamaz!...

Dedik ya; Sağcıyız ama kör ve sağır da değiliz, hele hele dimağlarımız / idrak yollarımız da kapalı değildir. Çünkü biz, bir yerlere ne göbekten bağlıyız ve ne de vefa borcumuz var. Sadece “bam tellerimiz” e dokunulduğu anda kim olursa olsun silindir gibi ezer geçeriz. Sırf oy veriyoruz diye her şeye de eyvallah diyecek halimiz yok. Hele hele birileri darılıp küsecek diye doğruları ifade etmekten ve sürekli olarak bunlara dikkat çektirmekten kaçınmayız, kaçınmayacağız. Eğer insansak ve göğsümüzü gere gere Müslüman olduğumuzu ifade ediyorsak; Buluştuğumuz tüm “ortak değerler” le ilgili yanlışlar yapılıyorsa – adı, partisi, konumu ne olursa olsun – herkesin karşısına çıkabilmeli ve gür sesimizle şöyle haykırabilmeliyiz; “BU GİDİŞAT; GİDİŞAT DEĞİLDİR, AKLINIZI BAŞINIZA DEVŞİRİN!...”

“Lafın tamamı ahmaklara söylenir!” ya da “arif onlar anlar!” ve buna benzer sayısız atasözü ve deyimlerimizi sabahtan akşama kadar bunlara söylemekten / ifade etmekten imtina etmeyiz ama ne olursunuz harcanan emekleri, dökülen alın teri – kan ve gözyaşlarını heba etmeyin, bunun çok büyük bir vebali vardır, ALTINDA KALIRSINIZ!...

Rahmetli üstat Cemil MERİÇ’in de dediği gibi;

“FAZLADAN İZAHAT, LİSANEN KABAHATTİR!...”

Günay Ertan Akgün

Akit TV köşe yazarı