BIST9.809,21%0,90
USD32.508%-0.18
EURO34,9377%0.24
ALTIN2.429,61%0.27

“Herkes yediğinden ikram eder!”

Günay Ertan Akgün

Abone OlGoogle News
13 Kasım 2021 12:01

Başlığı okuyanların “olur mu öyle şey. Misafir gelince her türlü ikram yapılır, gönüller hoş edilir!” dediğini duyar gibi oluyorum. Herkes haklı olarak böyle bir tepki verir ve akla gelen ilk tepkiye de “kısmî ön yargı” denir. Ancak kazın görünen ayağı bu değil, bir de görünmeyen ayağı var, bir de ona bakalım!...

“Herkes yediğinden ikram eder!” sözünün kökenini / gerçek hikayesini gelin hep birlikte hatırlamaya çalışalım;

“İran Sultanı Şah İsmail, devrin Osmanlı padişahı Yavuz Sultan Selim Han’a dışı kıymetli mücevher ve taşlarla süslenmiş olan bir sandık gönderir. Sandık da Y. Sultan Selim Han’ın huzurlarında açılır. Sandıktan çeşit çeşit kıymetli taşlar, değerli mücevherler, kadife kumaşlar ve o dönemlerde değerli sayılan nice şeyler çıkar. Fakat sorun şudur ki, çok geçmeden ortalığa ilk başlarda kimsenin ne olduğuna anlam veremediği iğrenç bir koku sayılır.

Kimse anlam veremez. Zira sandığın içinden çıkan şeyler değerli hediyelerdir ve böyle bir sandıkta bu koku insanlara saçma gelir ama olayın anlaşılması çok da sürmez. Sandığın en dibinde insan dışkısı vardır. (Kimi tarihi kaynaklara göre dışkı insana değil hayvana aittir.) Uluslararası ilişkilerden, siyasetten, politikadan az da olsa anlayan birisi bunun başta Y. Sultan Selim Han’a sonra da dolayısıyla tüm Osmanlı halkına hakaret anlamı taşıdığını bilir. Bu durumdan ötürü, padişah yanındaki devlet adamlarına direkt emrini verir: “Herkes düşünmeye başlasın, bu terbiyesizliğe bizim şanımıza yakışacak şekilde en güzel cevabı vermeliyiz.” der. Çok geçmeden de cevabı bulur zaten.

Yavuz Sultan Selim Han hemen “Şah İsmail’in gönderdiği sandıktan daha ihtişamlı bir sandığın hazırlanması” emrini verir. Yine değerli mücevherler ve kıymetli taşlar ile süslenmiş sandığa elmas, yakut, kadife kumaş gibi pek çok değerli şey konulur ama ek olarak bir de o dönem meşhur olan enfes gül kokulu Osmanlı lokumlarından bir kutu ve kısa bir notu da yerleştirir. Velhasıl hediye sandığı en ihtişamlı şekilde hazırlanıp, Osmanlı elçisine teslim edilerek Şah İsmail’e gönderilir.

Yolculuğun ardından elçiyle beraber sandık Şah’ın huzuruna varır. Sandık Şah İsmail’in huzurunda açılır ve ama bu sefer farklı olan şey, etrafa mis gibi gül kokularının yayılmasıdır. Ardından sandıktaki hediyeler de teker teker Şah İsmail’e sunulur. Hediyeler bittikten sonra Şah tedirgin olmasın diye Osmanlı elçisi lokumun tadına önce kendisi bakar, daha sonra da büyük bir saygı ve nezaket ile Şah İsmail’e ikramda bulunur. Üstelik bizim elçi Şah’a ikram ettikten sonra da durmaz, orada ne kadar devlet adamı varsa Şah’ın iznini alıp hepsine ikram eder. Tabi bu duruma kimse de doğal olarak anlam veremez. Tabi bizim elçi doğan bu şaşkınlığı gidermek adına lokum sandığının altındaki notu Şah İsmail’e verir. Notu okuyunca da Şah şaşkınlıktan büyük bir utanca kapılır. Yazan not ne mi dediniz?

“Herkes yediğinden ikram eder.” (www.technogezgin.com)

“İnsan, kendine yakışanı yapar!” değil mi? Karşınızdakini incitmeden – kırmadan – dökmeden büyük bir manevra ya da maharetle alt etmenin binbir türlü yolları vardır, işinin ehli – usta olmak da bunu gerektirir. Y. Sultan Selim Han’ın örneğini vermemizin de sebebi budur. Öyle bir şey yapın ki; böylelikle hem karşınızdaki hak ettiği cevabı almış olsun ve hem de tarihe bir not düşülsün. Son günlerde kamuoyunu derinden yaralayan “küfür komedyası” nı da böyle değerlendirmek gerekir. Bu işin takipçisi olacağız dedik ve bununla ilgili olarak da yazmaya devam ediyoruz;

Her ne kadar kötü söz sahibine ait olsa da hem sözün iğrençliği, hem ulu orta / aleni bir şekilde söylenmesi, hem söyleyenin bir milletvekili ve hem de söylenilenin şehit yakını olması toplumumuzun midesini bulandırmıştır. Söyleyenin özür dilemesi (!) ve Meclis Grup Başkanvekilliği görevinden istifa ettirilmesi sonucunda yaşanılanlar, küfür muhatapları İYİ partililerin aymazlıklarının / pişkinliklerinin sergilenmesine de sebep olmuştur. Partinin en üst düzey yetkilileri “sanki çok İYİ bir şey yapmışlar!” gibi arkadaşlarına sahip çıkması / arkalanmalarını da anlayabilmiş değilim. Bir de utanmadan – sıkılmadan küfredilene “alnında şehit yakını mı diye yazıyordu?” demezler mi? Bu, şehit yakını olsun ya da olmasın her önünüze gelene küfretme hakkı mı verir size. Başlı başına küfrün, kötü ve edepsizce sarf edilen bir söz / davranış olduğunu ne çabuk da unuttunuz. Bataklık misali debelendikçe daha da çok batıyorsunuz.Bir susun, bir durun ya!...

Siyaset artık bu iğrençliklerden, çirkefliklerden, seviyesizliklerden kurtulmalı, durulmalıdır. “Millete rağmen” ağalık taslayan – jakobenist tutumla bakanlara milletimiz gereken cevabı sandıklarda verecektir, hem de açıldığında gül kokacak sandıklarda!...

Günay Ertan Akgün

Akit TV köşe yazarı