BIST9.915,62%2,05
USD32.509%-0.09
EURO34,7760%-0.56
ALTIN2.438,67%0.10

ASKERLER; GÖREV İNSANI MI YOKSA AŞIRI DEVLETÇİ Mİ?

Günay Ertan Akgün

Abone OlGoogle News
09 Mayıs 2021 16:29

Türkler; devletleşmeyi sevdikleri kadar, gücü – silahı elinde bulunduran kısacası askerliği de seven, üniformanın maneviyatına şeksiz şüphesiz sadakatle bağlı olan bir millettir. Askersiz (ordusuz) devletin, devletsiz de ordunun (askerin) etle tırnak gibi ayrılmaz bir ikili olduğu inancını aklından hiçbir zaman çıkarmayan bu aziz milletin, ne yazık ki imtihanı da hep bunlar üzerinden olmuş, yumuşak karın bölgesi olarak da buralar seçilmiştir. Bir yerin bam teli olduğunu biliyorsanız onu koparmak da çok kolay olur. Düşmanın eline bu argümanı teslim etmemek gerekir.

Türk milleti, ordu saflarına kattığı her bir ferdini “ölürse şehit, kalırsa gazi” maksadı ve inancıyla uğurlar ve bu amaçla yolunu gözler, yeri geldiğinde “vatan sağolsun!” derken, yeri geldiğinde de düğün derneklerle karşılama törenleri düzenler, kurbanlar kesip yemekler dağıtır. Erinden subayına bu ordunun her bir ferdi için, TSK; “Peygamber Ocağı” olarak görülür ve sırf bu yüzden “Mehmetçik” olarak anılır. “Vatan borcu” dışında askerliği “meslek” olarak seçenler de gece gündüz demeden canhıraş bir şekilde kendini milletine ve devletine adar, görev süresi dolduğunda resmî olarak “emekli” olsa bile yeri geldiğinde taşıdıkları rütbelerin ağırlıklarıyla hiçbir zamanda – değişik vasıflar altında da olsa – görevden kaçmazlar. Bu yüzdendir ki bazı mesleklerin “emekli” si olmaz, “rahmetli” si olur. Askerlik de bu mesleklerden biridir, kıyıda köşede durması, dinlenmesi, sünepe bir şekilde izbe yerlere / kabuğuna çekilmesi, gündemden / ülke menfaatlerinden uzakta kalması beklenilemez, beklenilmemesi gerekir. Ancak bir farkla; düşmanların değirmenine su taşıyan, kendi duygu ve düşüncelerini anti demokratik kurallarla bezeyerek darbelere zemin hazırlayan eylemlerde bulunarak, bildiriler hazırlayarak, destek olarak ortaya çıkan güruhlar; hem sahiplerini kişnetmekten, hem şahsiyetlerine ve hem de mesleklerine leke sürmekten başka bir şey yapmamış olurlar. Bu da; bu aziz milletin ekmeğine yağ değil, zehir sürmüş olur, olacaktır.

Askeriyenin kendine has kural, konsept, düzen, terbiye ve belli bir hiyerarşik yapısı vardır. Bunların herhangi birinin olmadığı yerde boşluğu başka şeylerle doldurmaya çalışır, yerine de mesleğin kurallarını değil de parti – cemaat – tarikat – STK referanslarını koyar, etnik kimlik (milliyet) ve mezhepsel farklılıklarla yapılanmayı tamamlamaya çalışırsanız; bu yapının tümden zedelenmesine ve bir adım sonrasında da bozulmasına sebep olursunuz. Orduyla uğraşmak, başka şeylerle uğraşmaya benzemez, hele hele “ateşten gömlek” tabiri bile bunun yanında yüz kere soğutulmuş kalır.

Çağın gereklerine, ihtiyaçlarına, teknolojik imkanlarına, etrafınızı çevreleyen düşman ülkelerin güçlerine ve küreselleşmede rol belirleyen aktörlerin “askerî güç” le ilgili gidişatlarına (asker sayısı, silah gücü ve envanter durumu ile tatbikatlardaki başarılarına) göre ordunuzu dizayn etmez, güçlü modern ülkelerin hep bir adım gerisinde kalırsanız, bu, o yapı içerisindeki bazı kendini bilmezlerin ekmeğine yağ sürer, fırsat verir ve bu da hıyanetlerinin yolunu açmış olur, kaldı ki bizim ordumuz ve – bir kaçının dışındaki – mensupları böyle değildir. Geçmişte yaşanılan kötü örnekler, tümden bu yapıyı kötüleme nedeni olamaz. Bu; eşyanın tabiatına ve bu aziz milletin gözbebeğinin imza attığı “zaferler” e aykırı olur.

STK, amacı – derdi “din” olmayıp “ortalık karıştırmak” olan yapılanmalar, baskın gruplar ile kökü dışarıda olan hıyanet sarmalına kuyruklarını kaptıran, münferit çıkışları müşterek başkaldırışlara çeviren, görevleri esnasında sırtlarını devlete dayayıp emekli olduktan sonra aynı imkanlarla devlete kambur olmaya devam eden, yaptıklarıyla “devlet – millet sevgisi” nden ya da devletçilik / milliyetçilik ilkelerinden bahseden, aslında “istemezük!” dedikleri hükümetler üzerinden kendi heva – heves ve hezeyanlarını millete kabul ve muvazzaflarla birlikte hareket etmeye çalışan askerler; ne yazık ki bu devlete ve millete en büyük kötülüğü yapmışlardır, yapmaya da devam etmektedirler. Bu tutumun; ne devlet sevgisiyle, ne milliyetçilikle ve ne de askerlik mesleğiyle hiçbir ilgi ve bağlantısı da yoktur, kimse kimseyi kandırmasın!...

Birincil görevleri; karşılıksız sevdayla ülkeye, onu oluşturan – birbirine kenetleyen manevi değerlere bağlı olması gereken askerler; sebep oldukları darbe – muhtıra gibi zırvalarla bu ülkeyi savunmasız bir hale getirmiş, dıştan da müdahale etmenin yollarını açmışlardır. Meşru, demokratik yollarla iktidar olmuş hükümetleri “iktidar olmanız, muktedir olduğunuzu göstermez!” tehditleriyle alaşağı etmeye / gözdağı vermeye çalışan ve hiçbir zaman da eksik olmayan bu zihniyet, yaptıklarıyla birlikte ne yazık ki “apoletli – postallı hainler” olarak tanımlanmasına sebep olmuş, bunlar yüzünden gözbebeğimiz ordumuza leke sürülür hale gelinmiştir. “Bir sağdan, bir soldan astık!” diyecek kadar alçalan bu güruh, milliyetçilik ve devletçiliğin arkasına saklanarak hainliklerine kamufle etmeye çalışmışlar ve tarihe de “kara bir leke” olarak not düşülmüşlerdir.

Ordumuz; ülke savunmamızın belkemiği, omurgası, “dosta güven, düşmana korku salan” en önemli mihenk taşıdır. Dünya sıralamasında 6., NATO içerisinde de 3. Olan ordumuz, bir an önce kendini bilmez apoletli işgüzarların etkisinden / ellerinden kurtarılmalıdır. Ordumuz; önüne her gelenin darbe yaptıracağı, kafası estikçe bildiri okuyacağı, millete rağmen ayar çekeceği bir kurum değildir, olmamalıdır. Anti demokratik söz ve eylemlerin odağı haline gelen “grup” şeklindeki yapılanmaları, arkasına aldıkları ve “siyasi borazan” olarak kullandıkları Cuntacı Hazımsızlar Partisi ve STK’larla birlikte hareket eden rütbesi / konumu ne olursa olsun en ağır cezaya çarptırılmalı, yaptıkları da “demokratik hak” olarak görülmemelidir. Aksi takdirde, bunlar; arkasından gelecek olan ve vatan – devlet - millet aşkıyla kavrulan kurmay adaylarına ve “profesyonel ordu” yapılanması içerisinde yer edinmek isteyen idealist gençlere kötü örnek teşkil edecektir.

Her kim ki içerisinde / bilinçaltı ya da arkasında ne tür heves ve hainlik taşısa taşısın, ordumuz Mustafa Kemal ATATÜRK’ün de deyimiyle; “Türk birliğinin, Türk kudret ve kabiliyetinin çelikleşmiş bir ifadesi” olmaya devam edecektir.

Günay Ertan Akgün

Akit TV köşe yazarı