BIST9.716,77%-0,05
USD32.5546%0.05
EURO34,9768%0.35
ALTIN2.435,89%0.52

“Sağır ismet” in torunları

Günay Ertan Akgün

Abone OlGoogle News
05 Ocak 2021 09:06

İnsanlar her zaman ismiyle tanınmaz, bazen fizikî özellikleriyle de tanınırlar. Fizikî özellikler ve huylarıyla birlikte anılanlara kendilerine uygun bir şekilde “lakap” takılır ve bunlarla tanınmaya başlanılırdı. Hatta “soyadı” kanunlaşmadan önce başta kalabalık aileler olmak üzere bir çoğumuz bu lakaplarla tanınırdı. Anadolumuzun birçok yöresinde bu alışkanlık halen daha devam etmektedir.

Fizikî özelliklerden dolayı anılmak zorunda kaldığınız bazı lakaplar canınızı sıksa / üzülmenize sebep olsa da gün geliyor buna alışmak zorunda kalıyorsunuz. Lakaplarla birlikte anılan / tanınan kahramanları ahirete irtihal etse bile, ondan sonra gelen nesil aynı lakaplarla anılmaya / tanınmaya devam ediyor. İşte bu lakaplarla anılan kahramanlarımızdan (!) biri de “Sağır ismet” tir.

Son birkaç aydır yazdığımız yazılarda CHP ve zihniyetinden bahsettiğimiz için “Sağır İsmet” in kim olduğunu da az çok anlamışsınızdır. Önce sekiz yaşındayken sıtma ve 1912 yılında da Yemen’de koleraya yakalandıktan sonra işitme kaybı yaşayan, sonrasında da savaş cephelerindeki top - tüfek gibi silah seslerinden rahatsız (!) olup iyice duyum yitimlerini kaybeden ve kısmen sağırlaşan, hatta “Allah’a şükürler olsun ki sağırım!” diyecek kadar durumuyla dalga geçen “şef” İsmet İnönü’den bahsediyoruz!...

Şef İsmet İnönü ve ondan sonra gelen neslinin çoğu da ölüp gitti. Bu dünyada yaptıkları ya dayapmadıklarının hesabını öbür dünyada Allah’a verirler, veriyorlardır. “Ölüleri kötü anmamak” – “lanet okumamak” gibi bir inanç ve terbiyeye sahip olduğumuz için “Sağır İsmet” ten bahsetmeyecek, ancak onun zihniyetini temsil eden, yolundan giden - neslin değil de ideoloji olarak peşinden giden mirasçıları olan – torunlarından bahsetmeye çalışacağız;

Tanzimat, ıslahat fermanı gibi yeniliklerin (!) temsilcileri / ateşli savunucuları başta olmak üzere bunlardan sonra gelen “İttihat ve Terakkiciler”; Batılılaşarak iktidarı ele geçirme düşüncelerini kısmen gerçekleştirdikten sonra Osmanlı’yı kökten yıkıma uğratmanın da planlarını yapmış, geçmiş tüm izleri silmeye çalışmışlardır. Osmanlı’yı yıkan bu kafa yapısı “Cumhuriyet” i kurmuş ve yaptıkları her şeyi de iyi zannetmişlerdi. Her “yeni” şey “iyi” olmadığı için cumhuriyetin de bazı uygulamaları sancılı doğmuş, hatta sağlıklı doğacağı söylenilen bebek doğum esnasında yapılan hatalarla öldürülmüş, kuvözde canlandırılmaya çalışılmıştı. İşte bu öldürülenlerden biri de; babası Hıristiyanlık / anası Fransa olan ve adına “laiklik” dedikleri bebekti.

Kanun, uygulama, yönetmelik, reform, içtihat ya da adına ne derseniz deyin “toplum yararına” zannettikleriniz, “toplum” a ve onun “baş tacı” ettiği “değerler” e ters geliyor ve uymuyorsa ya da topluma rağmen toplumu görmezden geliyor ve zorla bir şeyleri kabul ettirmeye çalışıyorsanız; bu yemez beyler, yemiyor ve artık eskisi gibi de yemeyecektir, boşuna zorlamanızın da bir anlamı yoktur.

Yer yer – zaman zaman es geçilse / uygulanmasa da bir asra yakın bir zamandır – özümüze, değerlerimize, kanunlarımıza, geleneğimize, kültürümüze, hülasa her şeyimize ve bilhassa da dinimize aykırı olan / uymayan / ters gelen – “laiklik” denilen ve ölü doğan ilke; zorla / zorbalıkla / vesayet etkileriyle “sağ kesim” e ve ona gönül veren mütedeyyin insanlara karşı uygulandı / uygulatıldı ve baskı aracı – silah olarak da kullanıldı. Bu ilke sayesinde nice canlar ipte sallatılarak – kurşuna dizdirilerek öldürüldü, Medrese – i Yusufiye’de tedrisat görmeye sebep oldu, ocaklar söndü / söndürüldü. Bu ilke ortaya konulan anlayış ve ceberrut uygulamalarla birlikte öyle bir hâle getirildi ki – ilkenin çıkış özüne / menbasına da aykırı olarak – “dinsizlik” olarak algılatıldı, dayattırıldı ve bu kötülükler bu millete yapıldı.

“Sağır İsmet” in yolundan giden torunları, keyfiyet ve kemiyet olarak “azınlık” kalsalar bile zaman zaman kendilerini unutturmadı ve bunu da bir “başarı” olarak gördüler. Mantık ve mantalite olarak birbirine benzeyen bu tiplemeler; kış uykusundan uyanan ayılar gibi bazen piyasaya çıkıyor ve bazen de ruhî açlığın ve inançsızlığın vermiş olduğu doyumsuzluğa rağmen inanç kulübelerini yıkarak kendilerine yiyecek bulmaya çalışıyorlar. Talan ve hakaretlerle hareket edip sindirememe hazımsızlığına tutulan ve tarih çöplüğünde bile yer alamayacak olan kişilerin elinde kalan “laiklik” sermayesi ekonomik krizlerle yerle bir edildiği için dinsizlik ve inançsızlık duygularına tercüman olacak başka argümanları da kalmamıştır. Boşuna çırpınıp durmasınlar, artık eski günler geride kaldı!...

Mütedeyyin insanların başörtüsü (ya da onların deyimleriyle türbanı), sarığı - cübbesi - sakalı ve inancı gereği tüm göstergeleri birilerinin aklını bulandırsa, eski hafızalarının (!) geriye gelmelerine sebep olsa, hop oturup hop kalksa da biz rahmetli Mehmet Âkif ERSOY’un dizeleriyle diyoruz ki;

“Bacımın örtüsü batmakta rezilin gözüne…

Acırım tükürüğe billahi tükürsem yüzüne…

Medeni olmak eğer açmaksa bedeni…

Desenize hayvanlardan insanlardan daha medeni!…”

Günay Ertan Akgün

Akit TV köşe yazarı