BIST9.693,46%1,77
USD32.5355%0.02
EURO34,7190%0.09
ALTIN2.499,53%0.61

3s’den uzak durmak

Günay Ertan Akgün

Abone OlGoogle News
06 Haziran 2020 10:58

Hayatımız boyunca inandığımız, uğruna kan – ter – gözyaşı döktüğümüz, yeri geldiğinde ağlayıp yeri geldiğinde güldüğümüz, günlük hayatımızda – dost / tanışma sohbetlerinde tartışma konusu olan bazı “değerler” imiz vardır. Spor, sanat ve siyaset de bunlardan bir kaçıdır. Bu gün biraz da bunlardan bahsetmiş olacağız;

1 – “Spor” denilince “futbol” dan başka bir şey anlamayan toplum

Ömrü hayatım boyunca “spor” ve herhangi bir alt dalıyla uğraşmadığım gibi anlayabilmiş de değilim. Benim dışımda kalan toplumumuzun kahır ekseriyeti “spor” denilince “futbol” dan bahsetmeye, tuttuğu takımın mevcut ilk 11’i ile yedek kulübesindeki futbolcuları saymaya, eski şampiyonlukları – kaldırmış olduğu kupalardan, zorlu geçen derbi maçlarından bahsetmeye başlıyor. Hâlbuki futbol icat edilmeden önce, saygı gösterilmesi / baş tacı edilmesi gereken ata sporlarımız olan – güreş, cirit atma, okçuluk gibi - bir dizi “uğraş” larımız vardı.

Futbolun dünya çapınca sahip olduğu “para” ve “şöhret” sadece kişisel yetenekle açıklansa bile kondisyon – güç – kişisel yetenek ve bunları harmanlayan zekanız olmadığı sürece; antrenman ve maç esnasında sakatlanır, hem sağlığınızdan ve hem de – bel bağlamış olduğunuz / hayalleri içerisinde kıvranıp durduğunuz – geleceğinizden olmuş olursunuz. Son zamanlardan gerek maç ve gerekse saha dışında meydana gelen ölümlü vakalar, hep bu tespitimizi haklı çıkartan gelişmeler olmuştur. Bu, bütünü etkilemese bile en azından ondan kopacak parçaların onu nasıl deformasyona uğratacağını göstermesi bakımından oldukça önemlidir. Yani siz, bedeninizi tanımayıp sırf aşırı ego ve isteklerinizi tatmin edeceksiniz diye az buçuk olan yeteneğinizle birlikte vücudu yorarsanız belki geçici süreyle şöhret olabilirsiniz ancak bu, “kaçınılmaz son” u ortadan kaldırmayabilir. Hele hele “doping” konusuna bile girmek istemiyorum.

Fiziki yıpranma, aşırı yorgunluk, dünyevî şöhrete kavuşma isteği; Yaşama azminizi huzura kavuşturmuyor, ahirî dünyanızı da berbat etmeye yönlendiriyorsa, bu, futboldan ve diğer spor dallarından uzak kalmanız için yeterli sebeplerden bazılarıdır.Futbol kariyerinin zirve noktasında olup da “manevi huzur” a kavuşanların sayısı çok azdır. Bu, sporun diğer alanları için de geçerlidir. Olimpiyat madalyası kazansan da, Guinness Dünya Rekorları Kitabı’na girecek kadar başarılara imza atsanız da hiçbir spor dalı futbol kadar rağbet görmemiştir, görmüyor da!...

Topun peşinden koşturan futbolcuların ve takımlarının peşinden koşan taraftar gruplarının (Allah’tan bizde “Holigan” zihniyetli taraftarlar yok!) – eskiye nazaran pek olmasa da – kavga / ayrılık / kin tutma gibi durumları artık kimseye bir şey kazandırmıyor. Anlık kavga ve sürtüşmelerin kimseye fayda sağlamayacağı, istisnaları hariç olmak üzere bazı kulüplerin yabancı menşeli futbolcularla doldurulduğu bir dünyadan “millîlik” bekleyemezsiniz. Yaşamış olduğumuz korona virüs salgını süresince, ülkemizden – takımlarından ayrılan yabancı futbolcuları ve onların aldıkları fahiş ücretleri görüp memleketlerine döndüklerinde ilk olarak söz vermiş oldukları indirimi yapmayıp soluğu - UEFA ve FİFA’nın mahkemesi olarak da bilinen - CAS (Court of Arbitration for Sport – Spor Tahkim Mahkemesi)’da almaları – tazminat taleplerinde de bulunmalarıyla yaşanılan nahoş olaylar bu spor dalının rağbet gören eski gücünü yitirdiğini göstermektedir. Bu süreç yaşanıldıktan sonra bizim elimizde de kalan tek şey; Anlık kavga ve üzüntüler olmuştur. Sağlıklı – zinde yaşamın haricinde günlük / anlık yapılan spor – egzersiz hareketlerin dışında kalan her şeyden uzak duralım. Beyin sağlığı olmadan “sağlam kafa, sağlam vücutta bulunur!” demekle ancak kendinizi kandırmış olursunuz.

Herkesin gönlünde yatan bir “aslan” vardır. Benim gönlümde de – ilk 11’ini sayamazsam bile – bir “aslan” yatmaktadır, olsa da olur – olmasa da!... Yeter ki “Türkiye” aslanımız içimizden hiçbir zaman kopmasın (2002 de yaşadığımız “Millî Sevinç” in tadı, hâlâ damağımda duruyor). Bu anlamda sporun tüm dalları ile futbol takımlarımızın hemen hemen hepsine eşit mesafede duruyor, mümkün mertebe “maç tartışmaları” na girmekten imtina ediyorum ve hayatım boyunca bunu bu şekilde de sürdürmeye gayret göstereceğim!...

2 – İnsanları kutuplaştıran – düşman eden boş meşgale; SİYASET

Siyaset; kire / pisliğe ve çamura bulaşmamış temiz insanların, onu tartışacak ve ortak paydalarda buluşturacak ciğeri / yüreği tam milletlerin “ilke” ve “uğraş” edineceği bir arzu, heva – istek ve heyecanlar bütünüdür. Kesinlikle “meslek” edinilecek bir uğraş – köşe dönülecek / akrabaları holdingleştirecek / iş ve ihale takiplerinin yapılacağı bir sektör de değildir.

Dünya ve özelinde de ülkemizin tarihi; “yönetme” iddia - idealleriyle yola çıkıp devlet ve milletlerini boş hayallerin peşinden koşturan, hâlihazır durumu ile geleceğini mahveden siyasilerin tezgâh – oyun ve ihtiraslarıyla doludur. Değişik etnisite, inanç ve görüşlere sahip olan, “ide” ve “idol” olarak farklı kulvarlarda yarışan tipleri “iktidar” ya da “muhalefet” de görmek isteyenler; siyasileri “kurtarıcı” olarak ilgili kurumlara gönderdikten sonra beklenti ve isteklerinin karşılanmadığını görünce boş ve ham hayallerin peşine koştuklarının farkına varırlar. Bu sefer de rakipleri denemeye ya da “denenmişi tekrar denemek” adına yeni kurulan partilere bel bağlamaya onlardan medet ummaya çalışırlar. Aynı serencamı onlarda da görünce, yapılanların “boş meşgale” olduğunu anlarlar ama bu durumda da atı alan çoktan Üsküdar’ı geçmiş olur.

Bizim milletimiz gerçekten de çok enteresan bir millet olduğu kadar, yaratılmışlığındaki genetik özelliklerinden midir nedendir bir türlü çözülemeyen ama her gittiği yerde bariz özelliği olarak ortaya çıkan bir “baş olma” sevdası vardır. Bunu; Çin Sarayı’na kafa tutmada da, Viyana Kapıları’na dayanmada da, İstanbul’u fethedip surlara bayrağı dikmede de, “hasta adam” ı yeniden canlandırıp sahaya sürmede de, kurulamaz düşüncesiyle bakılan “Cumhuriyet” i kurup şahlandırmada da, her türlü darbeyi yaşayıp boyun eğmemede de görebilirsiniz. Dünya, hiçbir nedenden dolayı korkmasa bile sırf bu geçmişten dolayı “Türk” ten korkmakta ve sürekli olarak - yedikleri silleniz etkisinden kurtulamadıkları için – “Osmanlı Ruhu” nun yeniden canlanacağı endişesiyle hareket etmektedirler. Mayası “İslam” – hamuru “cesaret” olan bu milleti, hiçbir güç bu güne kadar alt edemediyse, bunun arka planında boyun eğmemek – lider (baş) olmak sevda ve bu konularda yaşadığı geçmiş tecrübeler yatmaktadır. Bu yüzden bu gün mikrofon alıp sokak röportajlarına giriştiğiniz zaman herkes “ben vali, milletvekili, bakan, başbakan, cumhurbaşkanı olsam!” diye cümlelere başlar, şeytanın bile aklına gelmeyen projeleri bile ardı sıra dizerler.

Siyasetteki kalitenin düşmesi, oy verip ilgili yerlere gönderdiğiniz insanların, pusulasını şaşıran kaptanın gemiyi alabora ettirmesi gibi rotasını şaşırması, bam tellerinize dokunanlara aynı karede / aynı ortamda bulunup poz vermeleri, memleket meselelerini şahsi meselelerinden kat kat sonra görmeleri, yandaş / yalaka / kendilerinden görünüp arka planda kuyu kazan tiplerin daha çok zenginleştirilmeleri için “siyaset” in aracı bir arguman olarak tercih edildiği / seçildiğini görenler; artık siyasî tartışmalara girmiyor, mümkün mertebe sadece “seçim mevsimi” nde sezonluk tartışmalar yapıp yaşanmışlıklarının üstünü örtüyor. Bunu yapmaz - örttüğü bu uğraşı eşeleyip gün yüzüne çıkartırsa, altından daha çok pis kokularının yayılacağının bildiği için artık siyaset tartışmak ve bunu hayatın merkezinde oturtmak, eskisi gibi bir işe yaramıyor ve “boş meşgale” olmaktan da öteye gidemiyor. Neden dersiniz?!...

3 – İçine tükürülmesinden baş tacı edilmesine geçen süreçte yetenek gösterisi; SANAT

Hangi dalı olursa olsun, sanatsız kalan bir millet; bir yönü eksik kalmış, kanadı – kolu kırılmış bir kuş gibidir, uçamadığı gibi “özgür” de olamaz. “Sanatçı” kimliği olan ya da herhangi bir sanat dalı ile uğraşan her bir ferdin; notasından çıkan sese, fırçasından çıkan boyaya, murç – keskisinden doğan her bir figüre, mısralaşan kelimeleri döken kalemine, metinleri kitaplaştıran kelime dağarcığına, siyasi görüş ve tercihlerinden dolayı ortaya koymuş oldukları eserlerine karışamazsınız.

Sanatçı;özgür ruha /iradeye sahip bir kimsedir, öyle de olmak zorundadır. Siz, onun yeteneklerine pranga vurmaya çalışır, ortaya çıkan eserleriyle “dalga” geçerseniz, gün gelir içine tüküreceğiniz bir “sanat eseri” bulamayacağınız gibi “keş” diye alay ettiğiniz “sanatçılar” ı da çok arayıp durursunuz. Bir devlet ve milletin sanata bakışını, sanatçıya verdiği değerle ölçersiniz. Yalnız burada da dikkat edilmesi gereken çok önemli bir husus vardır, o da şudur; Sanatı, tüm siyasi görüşlerin üstünde ve “toplum yararı” na görmeyen, halkı alay edercesine “beni anlamıyorlar!” deyip aşağılama cüretinde bulunan tipler, toplum nezdinde / gözü ve gönlündeki “sanatçı” olarak kabul edilmez ve ne yazık ki bekledikleri saygı – ilgi ve rağbeti de göremezler. Toplumun mihenk taşları – inanç ve değer yargılarını görmezden gelip hor – hakir görmek / alay etmek de sanatçıların görev ve beklentileri arasında yer almamalıdır. Böyle bir durumda biri de çıkar sizin sanatınızın hem içine eder ve hem de tükürüğünde boğmaya çalışır. Sanatçı, bu tarz tartışmalara fırsat vermediği – ortam sağlamadığı sürece, her zaman el üstünde tutulur ve baş tacı da edilir.

Sanatını en üst noktalara taşımak amacıyla “Siyaset” i araç olarak kullanmamış ve günlük kısır tartışmalara girerek siyasete bulaşmamış her bir sanatçı bu toplumda beklenilen değer ve itibarı da görmüştür. Çınarlaşan ve halen daha vefa eden ömürleriyle ayakta durmaya çalışan her bir sanatçının neden el üstünde tutulduğunu görmek isteyenler, onların yaşam - toplum / devlet ve millete bakış açılarından biraz ders almaları gerekiyor. Dün farklı görüşlerden dolayı ötekileştirilen birçok değerin öldükten sonra “idol” haline getirilmesinin kökeninde de sağ iken “tam olarak anlaşılamamak” ya da “derdini anlatamamak” gerçekleri yatmaktadır. Her şeyi “para” için yapan ve bu yolla sanat icra ettiğini zannedenler, paraya giden her türlü yolu meşru ve mubah olarak gördükleri sürece, hem sanatlarını ve hem de toplum nezdindeki itibarlarını kaybetmiş olurlar. “Sürüsüne bereket!” dediğimiz bu tiplerden çok var, bunları tartışmak – bunlarla zaman geçirmek boşa kürek çalmak gibidir, bizim de işimiz bu değildir.

Spor, siyaset ve sanat gibi toplumun / devletin baş tacı ettiği – etmesi gereken uğraşları tartışmayla; kendinize bir fayda sağlayamadığınız - bir noktada buluşamadığınız, “kalite” li bir ortam hazırlayamadığınız sürece bunları “tartışmak” yersiz ve zamansız olur. Birbirimizi kırmama – üzmeme adına bu tarz sığ / boş düşüncelerden uzak kalmak ve bir kenarda kendiliğinden düzelmesini beklemenin daha iyi bir davranış olacağı kanaatindeyim. Zaman; kim ya da kimlerin haklı çıkartacağını gösterecektir, bekleyip görelim!...

Günay Ertan Akgün

Akit TV köşe yazarı