BIST9.716,77%-0,05
USD32.4899%-0.24
EURO34,9197%0.19
ALTIN2.438,48%0.63

Diyanetle cemaatler arasında sıkışıp kalmak

Günay Ertan Akgün

Abone OlGoogle News
01 Haziran 2020 06:45

DİN; O’na inandığınız / bağlandığınız sürece dünyevî ve uhrevî hayatınızı zapt ü rap altına alır, şekillendirir ve karşılığında da ceza / ödül olarak cennet ve cehennemi verir. Buna inandıysanız ne mutlu size, tersi bir durum da bizi ilgilendirmiyor zaten!...

Dini yaşamak; Yaratan’ın size çizdiği yoldan yürümekle yani indirdiği “rehber” ile gönderdiği “önder” e uymakla olur. Bunun da metotları Kur’an – ı Kerim ve (uydurma ve biatlerin “ayrık otları” gibi temizlenmesi koşuluyla) Sünnet’te apaçık bir şekilde belirtilmiştir. “İndirilen” i bırakıp “uydurulan” a uyma, farklı yol ve metotları aramanın sonucu “din cahilliği” ne ve dolayısıyla aklı / iradeyi başkalarının eline kiraya vermeye / art niyetlilerin değirmenine su taşımaya kadar varır. Böylelikle “bütün” olup yutulamayan lokmanın “cehalet” e bağlı “bölünme” yoluyla parçalanarak yutulması ve hazmı de kolaylaşmış olur. “Birlikte rahmet, ayrılıkta azap vardır” gerçeğini unutup cemaatleşme amaç ve metoduyla yollara düşen her bir grup da ister istemez bu bölünmeye paydaş olur ve – sanki sebebi kendileri değilmiş gibi – “neden bu kadar din cahili kaldık?” / “son zamanlarda deist - ateist ve LGBT’li sayısı neden bu kadar çok arttı?” serzenişlerinde bulunurlar. Hani bir Rus atasözünde “Camdan evi olan başkasının evine taş atmasın!” denmişti ya, düşünmek gerekmez mi?!...

DİB (Diyanet İşleri Başkanlığı)’in ilk başkanı Ankara eski müftüsü Börekçizade Mehmet Rıfat Efendi’den bugüne kadar sayısız “Başkan” lar gelip geçti. Kimi resmi ideolojinin, kimi siyasi akrabalık ilişkilerinin, kimi dönemsel iktidarların, kimi tabi oldukları cemaatlerin ve kimileri de “doğru” bildikleri yanlışların borazanlığını yapıp ya emekli oldular ya da bu fani dünyadan göçüp gittiler. Hayatın da gerçeği bu değil miydi zaten? Öyle ya da böyle bir şekilde iz bırakıp ebediyete uğurlanmak ya da şairin dediği gibi “Baki kalan bu kubbede bir hoş sada” yı miras bırakmak değil midir?!... Hayırlarla anılması gerekenleri bir kez daha anarak mevzumuza dönmeye çalışalım;

Peki, gerçekten de “diyanet” bu ülke için “olmazsa olmaz” elzem bir kurum mudur, neden bu kadar tartışma konusu yapılıyor, hani Nasrettin Hoca’nın da dediği gibi “Hırsızın hiç mi suçu yok?”!.. Davası – derdi “din” olan / olması gereken bir “yapı” güncel tartışmalar / siyasi kavgaların içerisine dâhil edilerek yıpratılmasının arkasında “dinin siyasallaştırılması” mı (ya da onların deyimiyle politize edilmesi mi), cemaatlerin “diyanet” i ele geçirme heves ve istekleri mi, cami cemaatleri üzerinden iktidar olmak için bu mabetlerin “seçim irtibat bürosu” olarak etkili / yetkili kullanılmak istenilmesi ya da vb. durumlar mı yatmaktadır? Sahi sizce de “asıl dert” ne, kurum üzerinden “din” mi yıpratılmak isteniliyor yoksa saymaya çalıştığımız nedenlerden ötürü “dini siyasallaştırmaya” (!) çalışan zümrelerin elinden en etkili “koz” – “silah” mı alınmak isteniliyor? Bunlara sebep olmak istemiyorsanız yapılacak tek şey, Diyanet’i; birçok kurum ve yapılanmanın üstünde görmekten vazgeçip, “özerk” kurum haline getirmek ve bu yolla birilerinin ekmeğine de yağ sürmemek olmalıdır, nasıl mı;

Ülkemiz; Tarihsel geçmişinden, vatanındaki yeraltı ve yerüstü manevi hazinelerinin bolluğundan “dini doyum” a muhtaç ve darbe – muhtıra / siyasi baskıların vermiş olduğu “eziklikler” den dolayı da farklı yol ve metotları da benimseyerek sayısız cemaatlere bölünmüş, bu da “ayrışma” ya sebep olmuş, zaman geçtikçe herkes kendi içerisinde bir “güç unsuru” haline gelmiş ve serbest piyasa ekonomisi ile kapitalizmin bir sonucu olarak da “DİN A.Ş.” tartışmalarının önünü açmıştır. Gün geçtikçe daha da güçlenen ve dikkat çekecek şekilde palazlanan cemaatlerin içerisine dâhil edilen CIA, MOSSAD, MİT, BND, MI6 gibi istihbarat teşkilatlarının elemanları sayesinde güç üstünde “güç” olmaya çalışan cemaatler, hem kendi içlerindeki rekabete dayalı suikastlara engel olamamış, hem darbelerin öncüsü ve hem de iktidarların seçim kayıplarının “bir numaralı” nedenleri olmuşlardır. Devlet ve onu idame ettirmekte yükümlü olan iktidardaki siyasi partiler (hükümet), günü geldiğinde de “kurt kışı geçirir ama yediği ayazı (soğuğu) unutmaz!” misali bu kuyruk acılarının hesabını sorar, sormaktan kaçınmaz ve bunda da bir beis görmez!.. Sırf bu yüzden bile DİB, cemaatler karşısında “devletin etkili aracı silahı” olarak kullanılmaktadır ve bu da çok büyük bir yanlıştır.

15 Temmuz hain darbe kalkışmasının ardından neredeyse dört yıl geçmesine rağmen halen daha Menzil grubunun belediyeler ile Sağlık Bakanlığı kadrolarında yer alması, Süleymancıların ayrılan kanadının – FETÖ’den boşalan – kadroları doldurması, hazineye ait olan yerlerin külliye / medrese – kurs vb adlar altında Fatih – İsmailağa (Mahmut Efendi) ile İskenderpaşa (M. Esat COŞAN) gruplarına tahsis edilmesi vb. iddialarla cemaatlerin “gündem” olmaya devam etmesi, bunların vakıf – dernek yapılaşmalarıyla “yardım” toplanarak güçlenmeleri, radyo – TV – sosyal medya üzerinden güçlenme ve kendilerine gönül veren “bağlı” zengin müritlerin şirketlerinden nemalanmaları gibi tartışmalar, işin esasının “din” olmadığını göstermiştir. Buna bir “son” verilmesi ve dinin gerçekten de “din” olarak öğretilmesi / dert edinilmesi gerekir.

Cemaat, tarikat, tekke – dergâh, külliye gibi “dini öğretme” yi referans alan yapılanmaların içerisinde yer alan tüm dini gruplar; bir an önce siyaset ve devletten ellerini çekmeli, gelir ve giderlerini dengelemek için kendilerine gönül verenlerin maddi / manevi destekleri, fitre ve zekâtları, devletin kısmî yardım ve muafiyetleriyle ayakta durmaya çalışmalıdırlar. Ayrıca bu yapılara aktarılan kaynağı belirsiz tüm yardımlar, yeni darbelere / siyasi kalkışmalara örnek teşkil edeceği için her yapılan aynî / nakdî yardımlar da kayıt altına alınmalı ve gider kısmına eklenerek resmileştirilmelidir. Böylelikle “ihanet – ticaret – ibadet” piramidi de gerçekleşmemiş ve ticaretteki “esnaf” kısmı ile ibadetteki “gariban” kesim de suçlanıp fişlenmemiş olur. Ayrıca bu yolla herkes gönlündeki aslanın peşine düşebileceği gibi cemaatlerin de “ticaret” silahı ellerinden alınmış olur.

DİB; Gündem oluşturan söylem – eylem ve tartışmaların konusu olan “protokol kuralları” ile “bütçe” mevzularından uzak tutulmak isteniliyorsa bir an önce “özerk” hale getirilmeli, şayet bu sağlanamıyorsa mürit sayısı / bağlılarının büyüklüğüne göre cemaat temsilcilerinin oy (seçim) yoluyla seçildiği ve bunların bir arada oluşturdukları kurulların “ortak görüşler” i (icma – kıyas) sayesinde “fetva” konuları tartışılmamış ve din de sulandırılmamış olur. Cumhurbaşkanlığı bünyesinde korona virüs amaçlı oluşturulan “Bilim Kurulu” bu amaç için biçilmiş bir kaftandır. Diyanet’e atanan “başkanlar” ın farklı cemaatlere tabi olmasının önüne geçmek istiyorsanız; bu kurum özerk yapılmalı, dine gerçek manasıyla hizmet gayesiyle yollara dökülen cemaatlerin seçeceği temsilcilerle “temsil hakkı” taşıyarak tartışmaların önüne geçebilirsiniz. Bunu yapmadığınız sürece; dini güncellemek – dizayn etmekten, devlet kadrolarının ehliyet / liyakat / sadakatle değil cemaat müritleriyle doldurulduğundan bahseder durur ve bir arpa boyu kadar da yol almamış olursunuz. Bir de tutar – her yıl mevsimi gelmiş gibi – sakızın orucu bozup bozmamasından, güvercinlere atılan yemin zekâttan sayılıp sayılmamasından, sahur vaktinin yanlış hesap edilip edilmediğinden dem vurup durursunuz.

“Siyasal İslam” ın iktidar olduğu iddiasıyla yaklaşık 18 yıldır AK Parti tarafından yönetilen ülkemizin yaşadığı bu süreçte, “diyanet” sürekli tartışılır / gündemden düşmemiş hâle gelmiştir. bir an önce buna son verilmelidir. Diyanet, siyasilerin çiftliği haline getirildiği – güncel tartışmalardan uzak tutulmadığı sürece çok daha kurumun meşruiyeti ve diyanetin siyasallaştırılması konuları tartışılacak, bu duruma da engel olamayacaksınız. Kimse bu taarruzlara karşı savunmaya geçip yapılan yanlışları müdafaa etmesin, artık her şey gözler önünde olduğu ve internet üzerinden “sosyal medya “da aktif bir şekilde kullanıldığı için de YEMİYOR!...

“Ümmet” ve ümmete baş (halife) olma sevdasıyla yola çıkmak ve o eski “Osmanlı Ruhu” nu geri kazanmak istiyorsanız; bunu “siyasallaştırılmış diyanet” üzerinden yapamazsınız, vesselam!...

Günay Ertan Akgün

Akit TV köşe yazarı