BIST9.079,97%3,10
USD32.4322%0.27
EURO35,0288%0.03
ALTIN2.325,38%0.21

Din; kültür mü, inanç mı yoksa sektör müdür?

Günay Ertan Akgün

Abone OlGoogle News
22 Şubat 2020 10:22

Toplumları huzura kavuşturmak, hata ve günahlara karşı hizaya çekmek, sahibini hatırlatmak, “ölüm” ü ve sonrasını unutturmamak, sevaplar karşısında “ödül” olarak “cennet” in ve günahlar karşısında da “ceza” olarak “cehennem” in olduğunu bildirmek adına insanoğluna “YARATAN” ı tarafından “KİTAP” ı ve “PEYGAMBERLER” i olan “DİN” ler indirilmiştir.

DİN; İnsanların iki dünyasını da dizayn ve mamur eden, onlara manevi haz veren – kurtuluşa erdiren ilahî, imanî ve inanç esaslarıdır. Diğer bir ifadeyle, din; Adına “insan” denilen varlığın dünyadaki “kullanım kılavuzu” - “işletme ruhsatı” dır. Dinin “din” olabilmesi için; Öncelikle Yaratan tarafından indirilmesi, kitaplarının ve peygamberlerinin, bağlı olarak da “ilahi manzumeleri” nin olması yani vahiy yoluyla gelmesi gerekir. Bu açıdan baktığımızda bugün dinin iki şeklini görmekte – yaşamaktayız. Birincisi; vurgulamaya çalıştığımız üzere gözüken - vahiy olan kısacası “indirilen” yani Allah tarafından Peygamberleri vasıtasıyla gönderilmiş “vahiyler bütünü” ve O’nun tarafından koruma altına alınmış ve günümüz Müslümanları (!) tarafından pek de rağbet görmeyen – yaşanılmayan “din”, ikincisi ise; Allah tarafından gönderilen vahye şirk unsurları bulaştırıp, biraz da allayıp pullayıp – yaldızlayıp eli / hükmü altındaki insanları kullanmak için ortaya atılan yani “uydurulan” dindir. Böyle bir din de “ilahîleşmek” ten öte insan yapısı yani “kültür” olmuş olur. Türkiye de ve dünyanın başka yerlerinde de yaşanılan “din” değil, artık “kültür” olmuştur.

Allah tarafından gönderilen (indirilen) din; İnsanları uyandırmak, ayağa kaldırmak, her türlü hile – desise – tuzak ve baskıdan kurtarmak, rahat – güzel yaşamak ve dünyayı güzelliklerle donatıp aynı şekilde de idame ettirmek için gönderilmişse de, insanlar tarafından uydurulan veya içine kendince vahiy katılarak sunulan – yaşatılmaya çalışılan din ise tam tersi bir vazife görmektedir. “Din” diye yutturulmaya çalışılan ve böyle bir algıyla ortaya çıkan yaşanmışlıklar ise; Köleleştirir, tutsak eder, insanların canını – malını – ırzını – kanını kullanır ve geleceğini esaret altına alırken, adamın bir (sol) eline cübbe başına bir sarık takar ve diğer (sağ) eline de bir asa (baston) verirsin sonunda da hükmü altındaki insanları da “boyunduruk” altına aldırırsın. Böyle bir görüntüden “din” elde edeceğini ve referans olarak da Peygamber (s.a.v.) Efendimizi aldıklarını zannedenler, taraftarlarını da “dindar” yaptıklarını sanırlar. Taraftarlar da kendilerinin bu dünyada şeyh – hoca ve mürşitleriyle birlikte “cennet” le müjdelendiklerini ve bu vaatle yaşadıklarıyla avunup dururlar. Hani kulunu Allah biliyordu, kimin cennete - kimin cehenneme gireceğine “O” karar veriyordu?!...

Din, devlet elinde / sayesinde de insanları kullanma – yönlendirme aracına dönüşür, dönüşmüştür. Müteakip kereler bunu yakinen yaşadık, gördük ve sürekli olarak bunun yanlış olduğu, tehlikeli sularda gemi yüzdürüldüğü konusu üzerinde kafa patlatıp durduk. Din, her zaman inananların “yumuşak karnı” – “damar yolu” olmuştur. Kaldı ki, insanları başka hiçbir unsur / olgu, “din” kadar kolay kolay kullanamaz veya başka bir ifadeyle hiçbir unsur / varlık ya da ideoloji insanları, insan eliyle / beyniyle üretilmiş olan din kadar kolay kullanamaz ve etkili de olmaz. Dinin bu vasfını bilen ve bunun farkına varan krallar, padişahlar, başbakanlar, bakanlar, cumhurbaşkanları, başkanlar ya da siyasiler hep bu vasfı kullanagelmiş ve “basamak” olarak üstünden atlayıp geçmişlerdir.

Din, temsil ettikleri kişiler tarafından çok iyi bir gelir kapısı haline getirilmiş adeta sektörleştirilmiştir. Böyle bir din şirketleştirilmiş – holdingleştirilmiş ve hatta “DİN A.Ş.” denilerek de dalga geçme konusu edilmiş, bazen de “baskı unsuru” olarak da kullanılmıştır. Kaset, komplo, şantaj, imar yolsuzlukları, yeşil alanların kara alanlara çevrilmesi, birilerinin bir yerlere getirilip başkalarının yerlerinden edilmesi hep “DİN A.Ş.” yönetim kurulu üyeliğinden geçmekte ve buralar geçim kapısı olmaktan da öteye götürülmüştür.

Özgürleştiren, aklını başkalarının elinde oyuncak yaptırmayan, zihnini – geleceğini başkalarına kiraya verdirtmeyen, sosyal – politik – siyasî adaleti hâkim kılmak isteyen “din”; bir anda köleleştiren, yığınlaştıran, kalabalık olması ile övünülen, yaşam kalitesini yerlerde süründürten, kazandığı zaferler ile haklılığı pekiştirilmeye çalıştırılan, kan dökülmesi / can verilmesine sebep olan bir zulüm aracına dönüşür. Dini böyle bir hâle getirten / getirilmesine yardımcı olan kişiler “dindar” değil, “zalim” olmuş olurlar. İslamiyet de böyle bir din olmadığı - olmayı da emretmediği gibi yapanları da “zalim” ilan etmiştir.

Netice itibariyle, insanların yaymak istedikleri “din” in amacı ve görevi;insanların hep birlikte, barış – huzur içinde yaşayabilecekleri bir dünya inşa ettirmek olmalıdır. Şayet dindarların elindeki din buna katkıda bulunmak yerine sorunun bir parçasıymış gibi hareket ediyor ve “din”, kültür / sektör haline getiriliyorsa, o zaman vay halimize!....

Günay Ertan Akgün

Akit TV köşe yazarı