BIST9.772,31%0,52
USD32.5408%-0.08
EURO34,9709%0.34
ALTIN2.435,43%0.51

Yine deprem, yine aynı terane

Günay Ertan Akgün

Abone OlGoogle News
25 Ocak 2020 14:05

Meslek, sektör ve yaşanmışlıklar üzerinden sürekli olarak “deprem” le ilgili bir şeyler yazmaya, ifade etmeye ve tekliflerde bulunmaya çalışıyoruz. Bizim gibi onlarca – yüzlerce insan da aynı şekilde davranıyor ve üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmeye çalışıyor, bundan da eminiz. Adı – unvanı ne olursa olsun herkesin “deprem” konusunda bir şeyler yapmaya çalıştığı ve taşın altına da elini koyduğunu görüyoruz. Bu uğraşlar yetiyor mu, elbette ki hayır!...

24 Ocak 2020 tarihinde merkez üssü Elazığ – Sivrice olmak üzere Malatya – Doğanyol ve çevre yerleşim birimlerinde de maddi/manevi kayıpları olan bir deprem daha yaşamış olduk, Allah (c.c.) bir daha böyle acıları yaşatmasın. Saat 20:55’de 6.8 ve 21:08’de 5.4 büyüklüğünde iki deprem sarsıntısı ve 400’den fazla artçı sarsıntıların yaşandığı, ilk belirlemelere göre 22 ölü 200’den fazla yaralı ve 30 civarında da enkaz altında kalan insanlarımızın olduğu açıklanmıştır. Her deprem ya da “afet” diye adlandırdığımız doğa olaylarında bu tür açıklamalara alıştık, ancak bunun “rutin” haline gelmesi ve tekrarların yaşanılması da “ölüm” den beter bir durum almaya başlamıştır.

Her defasında söylüyoruz; “Deprem öldürmez, insan öldürür!” diye. Bunun bugünkü iktidarla hiçbir alakası yoktur, ancak bu iktidar da ne yazık ki aynı hatalara düşmekte, kör olası “algı” larla uğraşmak zorunda kalmaktadır. Neden mi; Aldığımız duyum ve bölge insanından gelen bilgilere göre Malatya – Pötürge ilçe merkezinde TOKİ tarafından yapılan ve daha yeni teslim edilip taşınılan (ikamet edilen) konutlarda bile çatlamaların meydana geldiği ifade edilmektedir. Eğer bu gerçekse, o zaman vay halimize!.. Demek ki “ders” alamıyor, kontrol mekanizmalarını tam olarak işletemiyor ve halâ ahbap – çavuş ilişkisiyle işlerimizi yürütmeye çalışıyoruz.

Deprem, sel, yangın vb. gibi doğa olaylarının sonucunda meydana gelen can kaybının az olması, sevinilecek – el ovuşturulacak bir durum değildir. Biz, bu olaylardan sonra konuşmayı değil, olaylar olmadan önce teklif edilen tedbirleri almakla ve bunlarda ne kadar başarılı olduğumuzu görmekle övünebiliriz. “Tedbir almak, takdiri bozmaz!”, ancak bile bile de ölüme gitmek takdirle ifade edilmez. Herhangi bir tedbiri almadan “ölümcül” sonuçlarıyla karşılaşılan ve pişkin bir şekilde ortaya konulan bir durum; ahmaklıktır, cinayettir, insanına – devletine – nesline – millî sermayene düşmanlıktır ve dolayısıyla vatan hainliğidir. İsteyen alınsın, isteyen kırılsın ve isteyen de bu durumu farklı yerlere çeksin!...

1999 depreminin yıkıcı etkileriyle boğuşan zamanın DSP – MHP ve ANAP (ANASOL – M) Hükümeti’nin dağılmasından sonra 2002 yılında iktidara gelen AK Parti; Yapı denetim ve kontrol mekanizmalarını çalıştırmak adına “yetersiz” olsa bile bazı tedbirleri almış, kontrolleri sıklaştırmış sonrasında da “kentsel dönüşüm” yasasını çıkarmıştır. Ancak devlet ve mülkiyet sahipleri bu konuda bile bir arpa boyu kadar yol alamamışlardır. Eğri oturup doğru konuşmak gerekirse, kentsel dönüşüm konusunda “dev proje” olarak lanse edilen İstanbul – Kadıköy / Fikirtepe örneği ortada dururken ve kentsel dönüşümün “bina” ve “rant” dönüşümüne çevrildiği ortada iken, bu konuda tek suçlanan kesim hep – vurun abalıya misali – “müteahhitler” olmuş ve oluşturulan algıyla birlikte de bu kesim adeta “taşlanan şeytan” a dönüştürülmüştür. Belediyeler üzerinden “yapılanlar” ve merkezî hükümet üzerinden de “yapılmaması gerekenler” i göz ardı edenler, şehirler “kuleler” mezarlığına dönüştürüldükten sonra “dikey mimari” den şikâyet edip “yatay mimari” ye dönmenin zorunluluğundan dem vurmuşlardır. Böyle bir sorun karşısında da sürekli olarak çözümü bir yerlere çamur atmakta görenlerin tavırları bu da yanlış, gidilen yol da hatalıdır.

“Kentsel Dönüşüm” den istenilen / beklenilen seviyede başarı elde edilemediği ve birçok mağdurun türetildiği görüldükten sonra bir de “imar affı” nın çıkartılmasıyla birlikte, “çürük” diye tarif edilen binalar da “resmiyet” e kavuşturularak pimi çekilen saatli bomba haline getirilmiştir. Binaların yapım yılı - şekli, strüktürel yapısı üzerinde herhangi bir kontrol – denetim uygulanmadan sadece maliklerin beyanlarının esas alınmasıyla birlikte “yapı kayıt belgeleri” nin düzenlenerek yapı stoğunun belirlenmesi - bu binaların resmiyete kavuşturulması ve bu yolla devlete gelir kapısı açılması “deprem” karşısında alınacak tedbir olarak lanse edilmemeliydi. Bu konuda da hatalı davranılmış, eleştirilere kulaklar tıkanmıştı. Biz, millet ve devlet olarak; musibeti görmeden – yaşamadan nasihate kulak vermiyor ve bunları da terane olarak dinliyoruz.

Deprem gibi yıkıcı sonuçları olan doğa olaylarından sonra yaşadığımız – şahit olduğumuz diğer bir sorun da; kanı bozuk, vicdanı sekteye uğramış, merhamet kapısının önünden geçmemiş, manevi duyguları enkaz altında kalmış, “insan” bile diyemeyeceğimiz varlıkların; aslı astarı olmayan, bilgi kirliliğinden öte mide bulandıran – tiksindiren, nahoş bilgi (!) ve görüntüleri paylaşması, iktidara olan düşmanlıklarını bu yolla ortaya koymaya çalışmalarıdır. Böyle bir yapıda olan ve bu yolla temiz suyu bulandırmaya çalışanları, ilgili – yetkili kurumlar tespit eder ve gereğini de yapar, bundan da kuşkumuz yoktur.

Deprem ve diğer afetler konusunda alınması gereken tüm tedbirlerin, gerekirse devlet eliyle “zor” la bir an önce alınması ve artık ölümlere / enkaz kaldırmalara da bir son verilmesi gerekir, çok geç olmadan!..

Günay Ertan Akgün

Akit TV köşe yazarı