İki gün önce (15 Eylül’de) haber7 adlı sitede “Küle dönen ormanlar yeşiline kavuştu” başlıklı bir haber okudum. Haber detayında; Orman Genel Müdürü (OGM) Bekir Karacabey’in, daha önceden Marmara, Ege ve Akdeniz bölgelerinde çıkan yangınlar ile bu yaz boyu meydana gelen orman yangınlarıyla ilgili beyanatlarını görünce ben de bu konu üzerinde – inşallah bunlar son olur niyetiyle – durmaya ve dikkatlerinizi bu noktaya yoğunlaştırmaya çalışacağım:Yapılan söz konusu açıklamada; Balıkesir’in Ayvalık, İzmir’in Foça ilçesi ve Meryemana bölgesi ile Antalya’nın Taşağıl bölgesinde çıkan yangınların ardından sözü edilen yerlerin – turizm bölgesinde olsa bile – imara açılmadığı / açılmayacağı ve “ağaçlandırılma” çalışmalarının devam ettiği ve 2006 yılında İzmir’in Meryemana bölgesinde meydana gelen yangında 850 hektar alanın zarar görüp 1 milyon 450 bin adet fidanın dikildiği, 2008 yılında Antalya’nın Taşağıl bölgesinde meydana gelen yangınlar sonrasında 25 milyon 250 bin adet fidan dikilerek tohumların da ekildiği, 2017 yılında İzmir - Foça’da 98.6 hektar alanda meydana gelen yangın sonrasında 160 bin adet fidanın dikildiği, yine aynı yıl içerisinde Balıkesir’in Ayvalık ilçesinde yangın sonrası zarar gören bölgelere 35 bin fidanın dikiminin gerçekleştirildiği, Mersin’in Gülnar bölgesinde de yangından zarar gören alanlara 8 milyon 100 bin adet fidan dikimi yapıldığının belirtilmesi, akla; “Üzülsek” mi, “sevinsek” mi ikilemini getirtmektedir.Ağaçlarımız neden zarar görür, ormanlarımız neden talan edilir, yakılır? Hiç düşünmüyor musunuz; Ormansız – ağaçsız bir memleketin sonu kuraklık ve akabinde de “çöl” olmaktan geçer, “har vurup harman savurmak” la nereye kadar varacağınızı düşünüyorsunuz? Bu memleket çöl olunca elinize ne geçecek?, ormanları yakmakla başınız göğe mi erecek?, kasıtlı olarak ağaca zarar veren / ormanları yakanın polise / askere kurşun sıkan teröristten / vatan haininden bir farkı var mıdır, böyle mi zannediyorsunuz? Bir insanın şah damarını kesmeyle, ormandan bir ağacı kesmenin aynı şey olduğunu bilmiyor musunuz? İstanbul Fatihi Sultan Mehmet’in “Ağaçlarımdan bir dal koparanın kellesini keserim!” sözünün ne kadar büyük bir anlam ifade ettiğini bilen milletimiz, mahmurluğunuzu bırakıp uyanın, uyanalım artık!...Ağaç denilince; Müteahhitlerin “kereste”, kartoncuların “kâğıt”, kömürcülerin de “odun” u anlamaması lazım. Ne zaman ki ağacı; “Oksijen” ve alınacak “nefes” olarak görür, sel ve heyelanların tek “koruyucu bariyer” i olarak kabul edersek, güneşli havalarda altında serinlenecek bir “gölgelik”, hani her defasında çok sevdiğimiz / vazgeçemediğimiz mangal ihtiyaçlarımızda ailecek eğleneceğimiz hamaklarımızı asıp uyuyacağımız, iplerimizi asıp sallanacağımız ve sonrasında da temiz bulup – temiz bırakacağımız / yakmayacağımız ve yakılmasına da müsaade etmeyeceğimiz “hafta sonu eğlence mekânlarımız” olarak görürsek, işte o zaman ormanlarımızın kıymetini daha iyi anlamış oluruz. Bir şeyin değerini varken bilmeliyiz. Kaybettikten sonra; ahlanıp vahlanmak, gözyaşı dökmek, dizlere vurmak, size kaybedileni geri getirtmeyeceği gibi bir şey de kazandırmaz. Hani OGM uyarıcı tabelalarda da dikkat çekmek için yazıyor ya; “ELLERİNLE YAKTIĞIN ATEŞİ GÖZYAŞLARINLA SÖNDÜREMEZSİN”, ne yazık öyle!...Orman Genel Müdürlüğü (OGM)’de adını ağaçlandırma yapılacak yerlere yazarak reklâmını yapmamalı, koruyucu tedbirlerini arttırmalı, güç belâ ulaşılan yerlere yolların yapılması – var olanların da rehabilite edilmesi, helikopter ve yangın söndürme uçaklarının sayılarının arttırılması ve yangın anında bunların rahatlıkla inip kalkacağı yerlere gölet ve havuzların inşa edilmesi, gözetleme kulesi sayılarının arttırılması, orman muhafaza memurları ile yangın söndürme ekiplerinin yeterli donanımla görevlerine sahip çıkmalarının sağlanması, orman içinde çürümeye yüz tutmuş - yıkılmış ve “ağaç” vasfını kaybetmiş olan ağaçları “gençleştirme” için kesmeli – imara açılacak arazi geliştirmek için kesmemeli vb. tedbirler alınmadığı sürece daha çok orman yangınları ve bunlarla ilgili maddi / manevi kayıpları okuyup dururuz. En iyi koruma şekli “yakmamak” ya da “yangına sebebiyet vermek” ancak söz konusu ağaç – orman ve yeşillik olunca herkese çok büyük görev ve sorumluluklar düşmektedir.Ormanları korumanın yolu sadece “yakmamak” tan geçmez. Sürekli olarak yangınlar üzerinden bir algı oluşturmaya çalışır ve halkı “suçlar” mahiyette “uyarıcı tabelalar” ı görünür yerlere asarsanız, “kurdun aklına koyun düşürmüş” olursunuz. Ağacın / ormanın önemini belirten eğitici faaliyetlerde bulunulması, yukarıda da değindiğimiz tedbirlerin de alınması, kasten orman yakanlara müebbet gibi çok ağır cezaların verilmesi ve bunların uygulanması, orman köylülerinin eğitilmesi / desteklenmesi ve sürekli olarak denetim ve kontrol altında tutulması, orman envanterinin ürün ve bölgelere göre yeniden güncellenmesi, orman yakarak arazi – arsa oluşturup imara açan yerel idareciler ile sorumluların da deşifre edilmesi ve bu tarz hainliklere de izin verilmemesi gerekir, ki oksijensiz ve akabinde de nefessiz kalmayalım.Unutmayalım ki;Ağaç dikerek alın teri dökelim, en azından bu, yangından sonra gözyaşı dökmekten iyidir.