BIST10.380,78%0.10
USD40.3798%0,16
EURO47,0350 %0.52
ALTIN4.349,46 %0.53

Uluslararası ilişkilerin boyutu; Dostluk mu, menfaat mi?

Günay Ertan Akgün

Abone OlGoogle News
16 Eylül 2019 10:12
Devletlerin ve onlarla olan durumunuz ile içerisinde bulunmuş (üyesi) olduğunuz uluslararası kurum ve kuruluşlardaki konumunuzun önemi ve sergilemiş olduğunuz ilişkilerinizin boyutu; oturduğunuz bir apartman ya da sitedeki komşuluk ilişkilerine benzer: Sevdiğinize selam verir ve samimiyetiniz ilerlerse “can ciğer kuzu sarması” olur, bunu da çıkarsız / şeksiz / şüphesiz yaparsanız “dost” olursunuz ya da tam tersi bir durumda dost gözüküp çıkar (menfaat) sahibi olursunuz.Diplomasi biliminde, dış politika ilişkileri ve uluslararası platformlarda sürekli olarak yapılan tartışmalarda “devletlerin dostu yok, menfaatleri vardır!” sözü karşımıza çıkmakta ve karşılıklı ilişkilerin boyutu hep menfaatlerle sınırlı tutulmaktadır. Gerçekten de öyle midir; Devlet(ler)in dostu olmaz mı, olsa da dost değil midir ve kurulan dostluklar menfaat (çıkar) gözetilerek mi kurulur? Bu sorular tarih boyunca hep tartışıla gelmiş ve yerli / yersiz cevaplarını aramıştır.Dünya diplomasisine baktığımız zaman başta Amerika olmak üzere tüm devletlerin dış politikasının hep bir “çıkar” (menfaat) ilişkileri üzerine kurulu olduğunu ve “kazı – kazan” ya da “kazan – kazan” siyasetlerinin güdüldüğünü görüyourz. ABD’nin ( ve kendi gibi başı – kıçı ayrı oynayıp dünyanın başına bela olan “kuyruk devletler” in ) Venezuela’daki muhalif lideri destekleyip Başkan Nicolas Maduro’yu alt etmek istemesinin arkasında; “zengin petrol yataklarının ele geçirilmesi” ve Venezuela’ya olan petrol borçlarını silmek istemesinin yatmış olduğunu görürüz. Yine aynı şekilde de Çin’den ülkesine sokulan mallardaki gümrük vergilerinin fahiş oranlara çıkarılmasının arkasında da bir menfaat ilişkisinin yatmış olduğunu görmek için ille de müneccim olmak gerekmiyor. Tutarsız politika ve salladığı “Demokles Kılıcı” yla “Deli Dumrul” u aratmayan ABD Başkanı Donald Trump’ın “Yaptıklarımla ABD kazanıyor!” demesi de çıkar ilişkilerinin boyutunu ortaya koyuyor. “Sen kazanıyorsan ben neden kazanmayayım?” mantığı her zaman geçerli olabilecek mi?!.Dünya, bölge ve kendi (!) güvenliğini bahane eden Amerika ve havarilerinin Afganistan, Irak, Suriye ve burnumuzun dibine kadar neden girdiklerini – ne aradıklarını merak etmek isteyenler, o bölgelere yerleşen petrol şirketlerinin varlığına ve “taraf” – “karşı taraf” taki grupların ellerinde bulunan silahların menşelerine ve hangi ülkelerden geldiklerine; yönetimlerine darbe yaptırılıp tarumar ve yerle bir edilen ülkeleri “yardım” adı altında kimlerin imar ve inşa edip “Yap – Boz Tahtası” na çevirdiklerine; Kıbrıs açıklarındaki doğalgaz sondaj gemilerinin hangi ülke şirketlerine ait oldukları ve neden ülke donanmaları tarafından – “savaş hali” konumunda - korunduklarına; uluslararası kanun / deniz ve kıta sahanlıklarının vermiş olduğu haklarla orada olması gerekirken – BM ve NATO üyesi olmasına rağmen – Türkiye’nin nasıl dışlanmak ve aforoz edilmek istenmesine şahit olmadık mı?!. Bunlar ve sayamadığımız niceleri “dostluk” adına mı yapılıyor zannediyorsunuz? Hangi kriter ya da birliktelikler, sizi “dost olma” adına bir araya getirecek; ağlarım gülünecek halimize!..T.C. Hükümetlerinin dış politikadaki gelişmelerine baktığımız zaman sürekli olarak “ne olduğunu bilmeyen”, kendi gölgesinden bile korkan, “başkaları ne der – düşünür!” diye sürekli diken üstünde oturan, artılarının farkına varamayıp eksiye çevirmeyi maharet – meziyet zanneden politikalar ve “ülkesini temsil etme” konusunda beceriksiz olan / konumunun ağırlığını taşıyamayan diplomatik tiplerle karşılaşmış oluyoruz. Hani “Musul Konsolosu” olup “ülke toprağı” sayılan binasını korumadan aciz, korkudan kendini “muhasebeci” olarak tanıtan ve sonrasında da CHP’den milletvekili ve o cesaretle (!) genel başkanlığa bile aday olan bir diplomatımız da vardı.İnsani vasıflarla politikalar üretmek bir tarafa, bulunduğunuz coğrafyanın / temsil ettiğiniz ülkenin nimetleri ile yakalamış olduğumuz küresel etki ve gelişmeleri menfaate çeviremeyip bunu da lehimize dönüştüremiyorsak vay halimize!... Bu durum, “beceriksizlik” ve “korkaklık” la da izah edilemeyeceği gibi kamufle de edilemez, edilmemesi gerekir. (Devlet olma ve menfaatlerini üstün görme / tutmanın ardında “muhalif olma” duygu ve düşüncesi yatmaz, tam aksine “vatanseverlik” ve “devletin korunulup idame ettirilmesi” duyguları yatar.) Böyle düşünenler Bizim dışımızdaki herkesin, Türkiye’nin her geçen gün daha da büyüdüğünü ve “bölgenin lideri” olduğunu üst perdeden dile getirmesi, bundan korkup endişe duyması ve bunun da apaçık bir şekilde ifade edilmesi, birilerinin hamaset duygularını kabartmasa bile, bu, geçmiş politikalara alışkın olanlara tuhaf gelmektedir. Çünkü, bir kere “efendim!” demeye alışkın olan köle zihniyetleri “efendi” olmaya ikna edemezsiniz! Türkiye, geçmiş dönemlerdeki dış politikalarıyla haklı olduğu tüm davalarda bile, haklılığını kaybettiği gibi çıkarlarını da kaybetmiştir. Tarihî kökenlerinden ve ırkî bağlılıklarından dolayı Türk Cumhuriyetleri’ndeki menfaatlerini kaybeden, Türkiye; iç politikalarına müdahaleden ve cemaatlerin farklı boyutlardaki etkilerinden dolayı dostlukların da kaybedilmesine sebep olmuştur. Aynı zamanda Ermeniler – Azerbaycan’ın toprağı olan ve halen işgal altında bulunan – Karabağ’a girip katliam yaparken dönemin iktidarının – açlık ve kıtlıktan ölmesinler diye – Ermenistan’a yardım yapmaları ve “komşuluk” (!) ilişkileri bahane edilerek “Yardım yapmayalım da açlıktan mı ölsünler!” demeleri Azerbaycan’ın kaybedilmesine ve bu sayede de Bakü – Ceyhan Petrol Boru Hattı’nın geç açılmasına sebep olmuşlardır.Kendimize has ve ortak bağlayıcı değerlerimizle, “merhamet” ve “hamaset” duygularımızla mazlumların yanında yer almayı hep şiar edinmişiz. Bu çerçeveden baktığımızda, Türkiye’nin menfaat gözetmediği ve hep ezilenlerin yanında olduğunu görürüz. Filistin, Suriye ve diğer devletlerdeki kan / barut kokuları altında inin inim inleyen mazlum halklarla olan ilişkilerimizi “çıkar” ilişkisiyle değil, “aynı ümmetten” ve “mazlum” olmalarından dolayı “koruyucu” iç güdüsüyle yaptık, yapıyoruz ve her zaman da yaparız. Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın Davos’taki “One Minute” çıkışının ardında “Müslümana ve ezilene sahip çıkma” gerçeği yatar, menfaat ilişkileri değil!...Siyasi parti liderleri ile hükümetlerin – ülke menfaatlerini gözeterek - diğer devletlerdeki dönemsel hükümetlere yakınlıklarını – dostluk çizgisinde - “devlet yakınlaşması” na çeviremeyen ve bunu da “dış politika” nın olmazsa olmazları haline getiremeyenler, o ülkelerdeki maddi / manevi tüm zenginliklerin başkalarının elinde peşkeş çekilmelerine sebep olmuşlardır ve olmaya da devam ederler. Bunun olmasını istemeyiz değil mi? “Abi” olmak ve “bölgenin lideri” olmak kolay değil!..Kendini inkâr eden, değerlerini (artılarını) “çıkar” a çeviremeyen, nimetlerinden politika üretmeyen ve bu konuda aciz olan, nimeti “külfet” e çevirme konusunda “Oscar” kazanan politikacılarımız  tam bir “tez” lik konusu. Allah, böyle tiplerden hem ülkemizi ve hem de tüm insanlığı korusun!..   

Günay Ertan Akgün

Akit TV köşe yazarı