BIST10.366,16%-0.04
USD40.3784%0,16
EURO46,9953 %0.43
ALTIN4.350,44 %0.55

“AŞIRI TÜKETİM” BERABERİNDE DE “AŞIRI TÜKENİŞ” İ GETİRİR     

Günay Ertan Akgün

Abone OlGoogle News
18 Şubat 2025 10:21

GÜNAY ERTAN AKGÜN

“Vurulduk ey halkım, unutma bizi!” diye başlayan sol jargonun acıklı hikayesi artık “tükendik ey halkım, çöküşe gidiyorsun!” a dönmüş durumda.

“Hazıra dağ dayanmaz!”, “sakla zamanı gelir zamanı”, “damlaya damlaya göl olur”, “güvenme varlığa düşersin darlığa”, ak akçe kara gün içindir”, “ayağını yorganına göre uzat”, bol bol yiyen bel bel bakar”, “her çok azdan olur”, “har vurup harman savurma”, “emek olmayınca yemek olmaz”, “işten artmaz, dişten artar”, “tutumlu olan fakir olmaz”, “cennetin kapısını cömertler açar”, “ucuzdur vardır illeti, pahalıdır vardır hikmeti”, “emek olmayınca yemek olmaz”, “yazın başı pişenin kışın aşı pişer”, “yerli malı yurdun malı herkes onu kullanmalı”, “gençlikte taş taşı, ihtiyarlıkta ye aşı”, “eskisi olmayanın yenisi olmaz”, “ekmeden biçilmez” ve bunun gibi onlarca sözü tecrübe edip söyleyen atalarımız, ya çok fakirdi, ya bunca sözü tecrübe değil de “muhabbet olsun” diye söylemişlerdi ya da biz çok zekiyiz. Peki, sizce hangisi geçerlidir?!...

Onlarca – yüzlerce ekonomik sıkıntının kökeninde korona virüsten miras kalan ölüm korkusu, rehavet, tembellik, az çalışıp çok kazanmak gibi duygular yatsa da bunlar; fıtrat ve genlerimizden gelen hasletlerimize, geçmişimize ve mücadele yapımıza ters duygulardır ama ne yazık habis bir ur gibi her yanımızı çevirmiş durumda.

Bırakınız daire – araba veya kefen parasını bile biriktirmeye bir gün, bir yıl ve bir ömür sonrasını düşünmeden çok tüketiyor ve bunu da öyle bir astronomik hızla yapıyoruz ki çok üretmediğimiz halde her gün üretsek bile bu tüketim hızına yetişebilecek durumda değiliz. Bu tüketime “çılgınlık” demek bile hafif kalır. Nereye gidiyoruz, sonumuz nereye varacak, bunları merak eden var mı?!...

Anlık yapılan yemeklerin bile beğenilmediği, anlık giyilen giysilerin sonrasında temizlenmek üzere “kirliler” e atılmayıp direkt bir şekilde çöp tenekelerine atıldığı, oyuncaklardan – ihtiyaç olunan eşyalardan anlık sıkılıp yerine yeni ve farklı olanların alındığı, her şeyden çabuk bıkılan ve sıkılıp bir kenara atılan / oldukları yerlerden bir daha alınmayıp direk çöplüğü boylayan o kadar çok şey var ki, ne yazık ki hayatı da bu noktaya getirdik, bir an önce çöplüğe atılıp yerine yenisi getirilsin ama bu olamaz, olmamalıdır. Mehmet Akif’in de dediği gibi “Eski, eski olduğu için değil kötü olduğu için atılır. Yeni, yeni olduğu için değil iyi olduğu için alınır”, bu gerçeği hep unuttuk!...

Evlerimiz, biten poşet – kap ve ambalaj kutularını atmazsak neredeyse çöplüğe dönüşecek. Hani TV’lerde izlemeye alışık olduğumuz “çöp ev” ler var ya işte ben de sizlere soruyorum; Hangimizin evinde “tek kullanımlık” tabak – çanak – çatal – bıçak – kaşık – bardak ve sair ürünler olmayan plastik ya da yan sanayisinin ürünleri yok, kimyasal temizleyici – parfümeri ve kozmetik ürünlerinin olmadığı banyo /gardırop dolapları ve – WC değil - tuvalet masaları olmayan evler var mı ve bunlar marka marka / boy boy veya renk renk çeşitleriyle evlerimizi nasıl süslüyor (!), eskiden kullandığımız alüminyum – çelik – bakır kaplar yerine teflon içerikli kaplar / zehirlemeye ve zehirlenmeye müsait kimyasal bileşenlerin oluştuğu ve bir adım sonrasında zararlarından bahsedilen mutfak araç gereçleri hayatımızın ne kadarlık alanını kaplıyor, “geri dönüşüm” – “sıfır atık” projelerinden bahsedip çöpleri ayrıştırmaya bile üşenirken hepsini bir torbaya doldurup çöp tenekelerine atmayı marifet / meziyet zannettik!...

“En güzel temizlik, kirletmemektir!” düsturunu unutup her yeri çöp dağına çevirdik, geri dönüşüm tesis ve ünitelerinin sayılarını arttırmakla sadece çevrede biriken / birikecek olan çöpleri tasnif ve imha etmeye yarayan işleri yapmış olursunuz ama bu; çöp dağlarını eksiltmez, tam aksine arttırmış olur. Saha ve etrafı müsait olan yerlerde – köylü ve çiftçilerimiz iyi bilir – anız yakmak gibi çöpleri yakarak imha eder ve plastik – kimyasal ürün ve türevlerinden içinde olanları bir tarafa bırakıp kalan külleri de sebze – meyve ve bitki dikiminde de kullanabiliriz. “Doğadan doğan, doğada ölür!” gerçeğini aklımızdan çıkarmamız lazım. “Doğal” olduktan sonra da doğa, kendinden kaynaklı olan her türlü pislik ve atığı da kabul eder ancak insan kaynaklı olan pislikleri de günü geldiğinde insana iade eder, etmesini de bilir.

Evet, hayatımızın her alanını tüketim çöplüğüne çevirdik. Üretmemiz, topraktan, tarımdan ve hayvancılıktan da kopmayarak “yerinde” ve “doğal” yaşamamız da tüketimi önleyecek radikal tedbirler arasında yer alacaktır. Şehir hayatının bilmem ne plazasının bilmem kaçıncı katında yaşayıp tüketip ürettiğiniz çöplerinizle birlikte doğanın içine ederken hiçbir şeyi “doğal” olarak talep etme ve kullanma hakkınız yoktur. Buna inekler bile gülerken sizin sessiz kalmanızı da anlayabilmiş değilim!...

Tolstoy’un “Kendi acısını hisseden canlıdır. Başkasının acısını hisseden insandır.” sözünü düstur edinerek acıları iliklerimize kadar hissedebilmeli, yaşanılabilecek - geleceğe temiz bir çevre ve insanlık adına iyi bir miras bırakabilecek şekilde var gücümüzle çalışmalı, “aşırı tükeniş” e doğru giden tüm yolları da tıkayabilmeliyiz.

Tüketen ve aşırı tüketim çılgınlığıyla boğuşan insan, başka canlı ve nesilleri tükettiği gibi kendi neslinin de tükenişini hazırlar, beklenen sona doğru emin adımlarla ilerlemiş olur. Böyle bir acı sonla karşılaşmamak adına unutmayalım ki;

“Bu dünya bizim, kirletmeyelim.

Bu dünya bizim, yok etmeyelim.

Birbirimize zehretmeyelim.”

Günay Ertan Akgün

Akit TV köşe yazarı