ETNİSİTE ÜZERİNDEN SİYASET YAPMAK, TÜRK OLMAK VE KABULLENME SORUNU
Günay Ertan Akgün
Siyaset; İdeoloji, dava, inanç, millî – manevî değerler, proje ve planlamalar üzerinden yapılır. Bu yapılırken de siyaset arenasındaki figürlerin ikna gücü, liderlerin karizma / kariyer gibi özellikleri, ırk – mezhep – inanç – hemşehricilik gibi bölgesel kimlikler, yerel yönetimlerin genel siyasete etkileri, toplumun bilhassa ağır basan ve cebine dokunan “maddî” beklentileri, iç dünyanızdaki baş tacı edilen – edilmesi gereken “değerler” kullanılır, kullanılmıştır. Türk siyasetinin günümüze kadar ki tarihsel gelişimini oluşturan ve parçalanmışlığına sebep olan en bariz özellikler bunlardır.
Ülkemizdeki siyaset 1980’li yıllara kadar “sağ” ve “sol” diye ikiye ayrılmış ve bunun üzerinden yapılmış olsa da daha sonraki süreçte bunlar da kendi içerisinde amip gibi çoğalıp cıva gibi yayılmışlardır. Bu çok parçalanmışlık panoramasında herkesin çıkış noktası farklı olsa ve tabela değişikliğini başarı olarak görseler de aslında birçoğu tarih süzgeci içerisinde eriyip gitmiş, peşi sıra gelenler de hem akıllanmadığı gibi hem de bu hüzünlü tablodan nasiplerini almışlardır. Heyhat ki, bu durum devam ediyor.
1990’lı yılların başlarından itibaren siyasetimize kazandırılan (!), başlangıçta Rusya – AB ve sonrasında da Amerika tarafından pohpohlanan, terör örgütünün tehditli desteğiyle oluşturulan ve “sorun” temeli üzerine kurulu bulunan “Kürtlük” kimlik ve bölgesel etnisitesine dayandırılan bir politika aparatıyla tanıştırıldık. Bu aparat o kadar çok aleyhimize kullandırıldı ve bunun üzerinden devletin yapısı ve gücü tartışıldı, devlet ve yöredeki başta Kürtler olmak üzere tüm demografik unsurların arası o kadar çok açıldı ki günün sonunda “mücadele” edilmesi gereken terör örgütü ve unsurlarıyla “müzakere” etmeyi konuşur olduk. Hani “devletimiz güçlü” ydü, “terör örgütü ve teröristlerle masaya oturmamak” tan bahsediliyordu, ne oldu?!...
Bizler; kendini Türk hisseden, Türk gibi düşünen, Türkiye’den başka vatan aramayan, bu aziz / asil vatanın tüm maddî – manevî değerlerine karşı “sahiplenme” ve “saygı duyma” yla ilgili sorunları olmayan, acısına – derdine üzülüp sevincini paylaşan, kimlik – bölge – ırk – etnisite – inanç – mezhep ve sair hangi özelliği olursa olsun herkesi sever, sayar ve baş tacı ederiz. Bunların tam tersine göre hareket eden “sever” le “hain” arasında gidip gelip bocalayan ve daha çok “hain” cephesinde yer alan her kim olursa olsun kendine başka vatan ve kinlerini kusacak başka toprak arasınlar, bu da bizi ilgilendirmez. “Ya sev ya terk et!” derken tam da bunu kastediyorduk!...
Son birkaç yıl öncesine kadar bu ülkeyle ilgili bir şeylerden bahsedileceği zaman başına “Türk” konularak devam edilirdi. Örneğin; Türk dili, Türk toplumu, Türk siyaseti, Türk sineması, Türk ekonomisi ve saire. Şimdi ne oldu da bu özellik kaldırılarak yerine “Türkiye” konuldu, hangi ara Türkiye sevdanız bu kadar da depreşmiş oldu, anlatın bakalım veya siz durun biz anlatalım;
Etnisite – ırk ya da kimlik üzerine kurulan devletler, milletleri (veyahut da uluslarıyla) anılırlar. Almanların kurdukları devlete Almanya, İngilizlerin kurdukları devlete İngiltere, Fransızların kurdukları devlete Fransa demeyi bırakıp Almanya – İngiltere – Fransa toplumu demediğiniz gibi Türklerin kurdukları Türkiye’ye de Türkiye toplumu diyemezsiniz. Türk kelimesinden – Türklükten bu kadar çok korkacak ya da ürkecek ne yapıldı ki size “Türkiye toplumu”, “Türkiye siyaseti”, “Türkiye dili”, “Türkiye ekonomisi” gibi absürt – kabulü / izahı mümkün olmayan kavramlardan bahsetmeye başladınız. Türkiyeli olmakla Türk olmak arasındaki farkı bize de anlatın ki biz de sizi farklı kulvara sokmasak, bakış açımızı değiştirmesek, iyi olmaz mı?!...
Bir yerlere şirin gözükme / söz vermeler adına kabuktan çıkan civcivin gerisini beğenmemesi gibi ırkından – milletinden utananlar olabilir, bu onların sorunu. Ancak “Açılım” süreciyle başlayan “Andımız” ın kaldırılması ve “T.C.” ibaresinden rahatsızlık duyulmasıyla devam eden süreç içerisinde – AK Parti içerisindeki belli başlı vekil – yöneticiler de dahil olmak üzere – sırf kendi kimliğini ön plana çıkartabilmek adına Türk kavramını kaldırıp Türkiye kavramı ve Türkiyelilikten bahsedenleri ekranlarda görüyor ve gerçekten de balta sapı misali çok üzülüyoruz, yapmayın, etmeyin, üç beş oy uğruna bu devletin temel dinamiklerine karşı kendinizi kamplaşmalara – cepheleşmelere sokmayın ve “Türk Kimliği” etrafında birleşmeye özen gösterin.
Öcü görmüş gibi Türk ve Türklükten korkanların mutlak bir şekilde kuyruk acıları vardır ve bunlar tarihsel bir öç – intikam alma peşine koşuyorlardır. Devletin akıl ve hafızası elbette ki bunları bir kenara not ediyor, etmesi de gerekiyordur. Bizler de Türk demenin ne demek olduğunu bir kez daha paylaşarak tarihe not düşmeye devam edelim.
Türkiye’nin ABD Seattle Fahri Konsolosu olan Sayın J. F. Gökçen’in “Türk olmak nasıl bir duygudur?” konulu yazısını aktaralım;
“Türk olmak…
Aslında çok şeydir Türk olmak.
Türk olmak,
Osmanlı’nın borcunu ödemektir.
Kosova’da ve Bosna’da, Batı Trakya’da ve Makedonya’da bilmem kaç asır geçmişte kalan meselelerin hesabını vermektir.
Türk olmak; Kıbrıs’ta, Hocalı’da, Anadolu’da ve Balkanlar’da soykırıma uğrayıp karşılığında yapmadığın soykırımla suçlanmaktır.
Türk olmak; Faşist olmaktır,
Vatanına, milletine, tarihine sahip çıktığında…
Demokrat ve çağdaş olmaktır vatanına, milletine, tarihine sövüldüğünde…
Türk olmak; lisanının Avrupa’da yasaklanmasıdır ve yine Türk olmak kendini ve derdini anlatamamaktır.
Avrupa’da hor görülmek Türk olmaktır, ataların birçok asır önce Viyana’yı kuşattığı için hoş görülmemektir.Sadece kuşatıp Napolyon gibi bütün Viyana’yı yakmadığı için.
Türk olmak; Selanik’te Pontus Anıtı’nın, Viyana’da çiğnenen yeniçeri minberinin ve Malta’da papazın üzerine bastığı Türk bayrağı heykelinin önünden geçmektir.
Türk olmak; zordur, çetindir ve eziyetlidir. Üç kıtadan dönüp, bir küçük yarımadada misafir muamelesi görmektir.
Sayısız imparatorluk kurmak Türk olmaktır.
Türk olmak; Arabaya koşulan ilk atın vatanında, ilk yazılı antlaşmanın imzalandığı yurtta, yazının bulunduğu, paranın icat edildiği, her metrekaresinden bereket fışkıran bu yurtta, kalkınmak için yabancı sermaye beklemektir.
Türk olmak; Truva’dan bu yana, Sümer’den bu yana serpilerek gelse de, tarihten eski bu topraklarda, bütün zamandan damıtılarak gelen yüksek değerlerine rağmen, bir haftalık hafıza ile yaşamaktır.
Doğu Roma’yı da, Batı Roma’yı da yıkıp, Yeni Roma olan AB’ye girmeye çalışmaktır, Türk olmak.
Türk olmak; Mostar’da köprüdür, Kerkük’te kaledir, İstanbul’da Kızkulesi’dir, Anadolu’da buğdaydır, Çukurova’da pamuktur, Ege’de tütün, Karadeniz’de fındık, Trakya’da ayçiçeğidir.
Türk olmak; Çanakkale’de ölmektir, Çanakkale’de ölmeden önce düşmana su vermektir, onun yaralısını sırtında kendi hastanesine taşımaktır.
Düşmanın arkasından rahmet okumak, kanlısından helallik almaktır.
Kar yağdığında kayak yapmayı değil, evsizleri düşünmektir.
Balkon köşesine kuşlar için, kışın ekmek kırıntısı, yazın su koymaktır.
Yağmura rahmet, kara bereket diye bakmaktır.
Türk olmak; Harap bir ülkede, zengin ülkelerin müstemlekesini reddedip, tahtadan kılıç ve ipten üzengi ile paylaşacak ve sahiplenecek tek varlığı fakirlik olmasına rağmen, yedi düvele meydan okumaktır.
Türk olmak; Askere davul – zurna ile uğurlanmaktır, belki de dönmeyeceğini bilerek.
Türk olmak; Annenin, şehit oğlunun ardından; “Bir oğlum daha olsun, onu da vatan için göndereceğim” demesidir. Babanın gözyaşlarını tutarak, tabutuna son kez dokunurken “vatan sağ olsun!” demesidir.
Türk olmak; Her hükümetin enkaz devraldığı ama ardında enkaz bırakmadığı ülkede olmaktır.
Türk olmak; Ecdadın yaşadığı kıtlıktan dolayı, çayın yanında gelen şekerden fazla olanı garsona geri vermektir. Ayni nedenle Türk olmak, yemeği ziyan etmekten korkmaktır. Göz hakkına, diş kirasına saygıdır.
Türk olmak; Evindeki bir kap aşın yarısını Tanrı misafirine vermektir. Kendi yerde, misafiri döşekte yatırmaktır Türk olmak.
Türk olmak; Millî maçta ağlamaktır. Ayhan Işık’a, Belgin Doruk’a âşık olmaktır.
Türk olmak; Aşkını ölesiye sevmektir. Aşkı için ölmektir, öldürmektir. Sevdiceğinin elini bir kez tutamadan toprağa girmektir. En güzel aşk şiirlerini yüreğinde hissetmektir. Eşkıyaya türkü yakmaktır Türk olmak.
Türk olmak; Yunus’u bilmektir, Aşık Veysel’i sevmektir. Mevlana’yı, Hacı Bektaş – i Veli’yi ve Hoca Yesevî’yi, tek bir satırını okumasa da yüreğinde taşımaktır.
Türk olmak; Saz çaldığında, ney üflendiğinde, kös dövüldüğünde ve kaval çaldığında, yüreğinin derinlerinde bir sızı sezmektir, bir de Yemen türküsünde…
Hayatın sana verdiklerine “nasip”, vermediklerine “kısmet” demektir. Her işin “hayırlısına” inanmaktır ve ağlamamak için çok gülmekten çekinmektir.
Türk olmak; Asya’da “Batılı”, Avrupa’da “Doğulu” diye tepki görmektir. Irk sözünü bilmeden yaşamak, Yaratılanı Yaratan’dan ötürü sevmektir.
Magazin programları ile dizilerin arasına sıkışsa da silkinip üzerindeki ölü toprağını atabilmektir.
Türk olmak; En zayıf gününde bile dünyaya meydan okumak, en dertli gününde bile her ufunetin bir şafakta biteceğini bilerek tevekkül göstermektir.
Türk olmak; Anadolu’da her düşen yağmur damlasına hamdetmek, her çıkan başak için şükretmektir.
Türk olmak; Medeniyetler mezarlığı Anadolu’da dik durabilmektir!
Zor iştir Türk olmak…”
Evet!... Türk’süz bir Anadolu, Türk’süz bir Türkiye görmek ve bunun üzerinden reddiye yapan, kabullenme ve hazım sıkıntısı yaşayanlara var gücümüzle haykırabilmek adına;
“NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE!....”