BIST10.225,48%-1.28
USD40.2266%0,12
EURO46,9911 %0.29
ALTIN4.336,62 %0.41

BOZMAYA KAVRAMLARLA BAŞLADINIZ

Günay Ertan Akgün

Abone OlGoogle News
09 Aralık 2024 17:44

Dostum, hemşehrim, meslektaşım Ali DAMA Kardeşim “Arş” başlıklı makalesinde şöyle der; “Bazı kavramlar vardır ki onlara verilen mana sanki sabitmiş gibi yüzyıllardır değişmiyor.” Bu kural, son zamanlarda yaşadığımız yüzlerce olumsuzluktan sonra bozuldu, bozgunculuğun çoğu da ne yazık ki siyasi iktidarlar başta olmak üzere medya ve onun ahtapot gibi sarmaş dolaş olan kollarıyla yapıldı.

Konuşurken – yazarken ve birçok şeyin tespitinde “kurtarıcı” olarak gördüğümüz, içerik ve söylem bakımından da ağırlığı olan “kavramlar” ı bozarak sosyal çözülmenin önündeki tüm engelleri (!) aştık, bunu da büyük bir marifet ve meziyetle yaptık. Bunu da o kadar ileri götürdük ki sanki uzay mekiği yapmış, çözülemeyecek bir denklemi çözmüş gibi sevindik. Halbuki bu hamleyle hem toplumun ve hem de devletin işleyişini tarumar ettiniz ve sonrasında müsebbibi siz değilmişsiniz gibi bundan şikâyet edip en üst düzeyde serzenişte bulundunuz, yazıklar olsun!...

Gündelik hayatımızın – sohbet ortamlarımızın içerisinde adeta bir ritüel haline gelen ve ifade edildiğinde de bazılarımızın sözlüğe (son zamanlardaki moda haliyle internet arama motorlarına) bakma ihtiyacı doğdurtan, orta yaş üstü biz akranların hele hele yaşı kemale ermiş insanlarımızın kullandığı o kadar güzel kavramlar vardı ki, hepsinin içi boşaltıldı. “Dalında güzel olan çiçek” gibi yerinde güzel olan kavramlar – sanat kokan ağır kelimeler unutulmaya başlandı. Eskilerin “İstanbul dili” diye tarif ettiği o konuşma kelime – cümle ve şekillerini aramayan biri varsa emin olunuz ki o, ya dil ya da toplum düşmanıdır.

Yerli yerinde kullanılmayan, kendi anlam ve misyonu dışında kullanılan, içerik ve söylem olarak yapısı bozulan - bozdurulan kavramlar ifade edilirken de boş karından çıkartılan glu glu sesleri gibi her ağızdan çıkmamalı, çıkartılmamalıdır.Kavramlar, aşüftenin çiklet patlatması gibi her ağıza yakışmaz. Kavramları manasıyla ifade etmek; her kişinin işi değil, er kişinin işidir.

Gündelik hayattan birkaç örnek verelim;

“Adalet” deyince kafayı eğen - burun kıvıran ya da cüzamlı görmüş gibi davrananlar, “yargı” deyince mangalda kül bırakmayacak kadar ahkam kesiyorlar. Halbuki adaletin olmadığı yerde yargıdan ve onun kurumlarından da bahsedemezsiniz. Bir de son zamanlarda ekranlara çıkan, sosyal medya ortamlarında poz veren avukatlar her ne hikmetse mesleki unvanlarını kullanmaktan ziyade “hukukçu” tabirini kullanıyorlar.

Dilbilimci ya da Türkçeyle az buçuk ilgilenen her bir yazar veya uzmanımız şunu iyi bilirler ki; Bir kelimenin sonuna “- çu, - cu, - ci, - cı” gibi ekler konulduğunda ek almış haliyle oluşan yeni kelime onu bir iş ya da meslek grubu yapmaz, daha çok mal alım – satım işiyle uğraşan kişi haline getirir. Örneğin; Kuyumcu, yemekçi, sobacı, keresteci, vesaire, vesaire… Sizler, unvanınızdan “avukat” ibaresini kaldırıp onun yerine “hukukçu” diye yazarsanız, bu, sizi; hukuk alım satımıyla uğraşan kişi yapar. Sahi sizler hukuk ya da adalet alım satımıyla mı uğraşıyorsunuz? Uygulamayı tabela ve adlarda değil, içerik ve manada arayacaksınız.

Bir de “ahlâk” yerine “etik” kelimesi kullanılıyor. Bunlar, kelime olarak birbirlerine benzemese de anlam – içerik olarak da birbirlerine benzemiyor. Şöyle ki bir insana “ahlâksız” demekle “etiksiz” demek aynı şey değildir. Hem kelimenin ifade edilmiş biçimi ve hem de mana olarak ona yüklediğiniz misyon aynı değildir.

Manasına baktığınız zaman “Ahlâk”; toplum içerisinde – sosyal ortamlardaki davranışların töre, gelenek, görenek ve dinî kuralları referans alarak ortaya konulmasıdır. Ahlâkın “resmî” bir boyutu ve kanunî bir yaptırımı olmadığı – “yazısız kurallar bütünü” olduğu gibi daha çok edep, utanma, saygı – sevgi, hürmet gibi davranışların ifade edilmesi için kullanılan, manevi ağırlığı olan bir kavramdır. Etik ise daha çok yazılı “ilke” – “kurallar” ı kapsar, manevi ağırlığından ziyade “yaptırım gücü” ve kanunî olarak da ceza karşılığı vardır. Etik kuralları zamanla ve ihtiyaçlara göre değişirken ahlâk kuralları asla ve asladeğişmez, ağırlığını da kaybetmez.

Kavramlar; boş kavanozlara benzer. İçerisine bir şey koyarsanız dışarısına da o yansır, içtekini de boşaltırsanız kendisi de boş gözükür. Kavramların anlam – söyleyiş biçim ve içeriği değiştiği gibi kimse gidişattan da pek memnun değil. Her gün değişen gündem, ahlâksızlığın insan boyunu aşıp arşa kadar yükselmesi toplumu öyle bir hâle getirdi ki yaşanılan her bir pislik – rezillik; sıradanlaştı, utanmamayı, yüz kızartmamayı ve boyun eğmemeyi de öğretti. “Allah’tan korkmaz, kuldan da utanmaz” bir profil, moda haline geldiği gibi bu da normalleşti ve “normallik” öyle bir hâle geldi ki artık neye “normal” ve neye de “anormal” diyeceğimize de şaşırır olduk!...

Adına “insan” dediğimiz vahşi yaratık, yaptıklarıyla artık bizleri de şaşırtmıyor. Hani “bir tane doğru bir şey yaparsan dişimi kıracağım!” dedirten bir tane doğru yok, ne oldu bize?!...

Televizyon – telefon - cep telefonu - internet ve bunu “toplumsal örgü” – “bağımlılık” haline getiren sosyal medyayla başlayan ahlâkî çözülme süreci, koronavirüsün sebep olduğu ölüm korkusu – şüphe – tedirginlik – yalnız kalma ve tek başına yalnız ölme endişesi, yiyeceklerin bozulması – tahdit / taklit ve tağşiş ürünlerle doldurduğumuz midemizi çöp tenekesi haline getirmemiz, hayat pahalılığı – geçinememe sıkıntısı ve bunlara benzer ne kadar olumsuzluk varsa hepsi tüm maneviyatımızı bozup dejenere etti, boş kavanoz gibi dolaşmamıza sebep oldu.

Sorun belli;

Herkes aynı dertlerden mustarip olduğuna göre bunları çözecek olan kim, soruyorum ve hedef kitlesini daha da daraltarak yineliyorum bu sorunların müsebbipleri ebeveynler mi, toplum mu, devlet mi? Bu büyük kayanın altına kim ya da kimler gövdesini koyup kendilerini feda edecek, var mı böyle bir babayiğit?!...

Yüzlerce, binlerce tesis inşa ederken kavramların içeriğini – manasını bozduk ve üstüne üstelik de ahlâk binasını yıktık. Hem de öyle bir yıktık ki ne zemininde yeni çalışma yapılacak ve ne de yeniden manevi değerlerimiz yeniden inşa edilecektir, inşallah yanılan biz oluruz!...

Günay Ertan Akgün

Akit TV köşe yazarı