BIST10.616,09%0.00
USD40.4295%0,03
EURO47,4783 %-0.11
ALTIN4.449,00 %-0.21

TÜRKLER’DE HAYVAN SEVGİSİ  

Günay Ertan Akgün

Abone OlGoogle News
03 Ağustos 2024 10:01


Başlığı görünce tarihsel – bilimsel ya da istatistiksel verilerden bahsedeceğimi düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Bununla ilgili onlarca – yüzlerce ve belki de binlerce makale ya da kitap yazılmış, belli başlı veriler ortaya konulmuştur. Biz, tam tersine son zamanlardaki gündemimizi de meşgul eden haliyle Türklerin günümüzdeki hayvan sevgisinden bahsetmeye ve bir nebzecik de olsa eskilere dönerek bir kıyas yapmaya çalışacağız.
Tarım, hayvancılık, yaylalar, otlak, seracılık ve mera işleriyle nam salmış olan ve bu konuda kendine münhasır ürünler üretip tüketen aziz milletimiz; modern şehirciliğe doğru bir yaşam tarzı seçip bu doğrultuda bir yaşamı tercih edince artık hayvan sevgisi de farklı bir şekil ve boyut kazanmıştır. Ait oldukları ortamlardan alınıp dört duvar arasına hapsedilen hayvanlara karşı gösterdiğimiz ilgi ve sevgiyi bir müddet sonra terk edip geçen hevesinizi “sevgi” zannediyorsunuz.
Evet, gerçekten de hayvan sevgisini hayatımızın hemen hemen her kesitinde yer alan şu tavırlarla mı ortaya koyuyoruz ya da bunları mı “sevgi” zannediyoruz;
“İtilmiş – kakılmış” rolleriyle bildiğimiz film ve tiyatrosundaki “öküz” – “ayı” seslendirmeleriyle insanları çağırmayı sevgi zannediyoruz,
Çok sevdiğimiz insanlara tebrik mahiyetinde “aslanım” – “tosunum” diye hitap etmeyi sevgi zannediyoruz,
Beğenmediğimiz, hal – hareket ve tavırlarını tasvip etmediğimiz kişilere de “köpek” – “öküz” – “eşek” diye hitap etmeyi sevgi zannediyoruz,
Fanatik – taraftar olduğumuz futbol takımlarının hayvan sembollerini telefon ve bilgisayar ekranlarında paylaşarak rengimizi / tarafımızı belli etmeyi sevgi zannediyoruz,
Bu ve bunlara benzer bir dizi davranışımızı belki de “sevgi” adıyla gösterip kendimizi kandırıyor ve bu yolla tatmin oluyoruz, olamaz mı?!...
Halbuki, bizler; merhametiyle, acıma duygusuyla, sahiplenme ve canlı türlerinin yaşamlarına ve hayat sürmelerine karşı olan saygımızı, gösterdiğimiz hal ve hareketlerle tüm hayvanları “Allah’ın yaratmış olduğu bir canlı” olarak kabul ediyor ve bizlere emanet olarak bıraktığına inanıyorduk. Hangi ara yaratılmış fıtratımız bu kadar bozuldu ya da fabrika ayarlarını alt üst ettik!...
Millet olarak biz Türkler, ata – ite – kurda düşkünlüğümüz olduğu gibi geçimimizi sağlamak için de evcil – helal hayvanları besleyip büyütüyor ve bunlarla ticaret yapıyorduk. Gerek sinema – film ve dizilerdeki kahramanlara arkadaşlık yapan hayvanlar ile gerekse şarkı sözlerine konu olan hayvanlara baktığımız zaman gerçekten de bu âleme ne kadar düşkün olduğumuzu ortaya koymuştuk.
Hepimizin hayatından bir kesit sergilediği “Bizimkiler” dizisindeki “katil” in horozu “prens” i, “Arka sokaklar” dizisindeki köpek “Garip Kont” u, “Mahallenin Muhtarları” dizisindeki maymun “çaydanlık” ı, “Çarli İş başında” filmindeki maymun “çarlı” yı, Cüneyt Arkın’ın atı “gelincik” i, Kemal Sunal’ın köpeği “dayı” yı, Tarkan’ın kurdunu, Barış Manço’nun “ayı” ve “eşek” şarkısını, son zamanlarda spor gündemini de meşgul eden ve aynı zamanda da milliyetçiliğimizin sembolü olan “Bozkurt” u hangimiz unutabiliriz!... Hadi millet – milliyetçilik duygularını bir tarafa bırakarak Müslümanlığımızı ön plana çıkartalım; İsminin “kedilerin babası” olmaktan alan Ebu Hüreyre’yi ne çabuk da unuttuk!...
Bazen aynaya baktığımız zaman ya da kendi iç dünyamızla yaptığımız hesapla baş başa kaldığımızda hiç “insan” olduğumuza şükrettik mi? Yaratan bizi “hayvan” olarak da yaratabilirdi. Peki, eşref – i mahlukat olmanın vermiş olduğu haz ve duyguyu sonuna kadar yaşayabildik mi, insanlığın zirvesine çıkabildik mi? Gerçekten de bunları çok merak ediyorum.
Şu üç günlük dünyada, gelenin gidenin bir türlü hesap edilemediği şu alemde bu kadar merhametsizlik – doyumsuzluk – hırçınlık – açgözlülük, bizi ancak ve ancak hüsrana götürmekten başka bir işe yaramaz, yaramamıştır. Sultan Süleyman’a kalmayan bu dünya bize kalsa ne olur, kalmasa ne olur. Eninde – sonunda adına “ölüm” denilen ebedi aleme göçmeyecek miyiz ?!...
Evet, her türlü alemi yaratan ve bizim dışımızdaki canlıları da bizlerin istifadesine sunan Yüce yaratana sonsuz şükürler olsun ki bizleri; merhamet dolu, yetime – öksüze – düşküne – kimsesize sahip çıkan, kimseyi de yarı yolda bırakmayan bir millet olarak yarattı ve bu milleti de İslam’la şereflendirip adına “Müslümanlık” denilen manevi zırhla kapladı. Son zamanlarda bu zırha ayrılık ve fitne okları saplansa da içindeki büyük nimeti külfete çevirmedi.
Hayvan sevgisinden bahsediyoruz. Siz bir hayvana sahip çıktığınız zaman günü geldiğinde o hayvan da size sahip çıkar. Onlarca belgeseli izlerken öküzün trene bakması gibi değil de “insan” gibi izlersek ne demek istediğimizi daha iyi anlamış olacaksınız ya da şöyle söyleyelim; “Ayı” adlı filmi izlerseniz ne demek istediğimi o zaman görürsünüz.
Her hayvanın yavrusunu okşayalım sevelim, yolda gördüğümüz hayvanlara yem ve su verelim. Hayvanlara yardım etmeyen, onlara sevgi ve merhamet duygularıyla yaklaşmayan her bir insan, sonunun hüsran olacağı günü beklesin!...

Günay Ertan Akgün

Akit TV köşe yazarı