BIST8.838,60%2,13
USD34.2606%0.01
EURO37,0447%0.04
ALTIN3.016,03%-0.39

İNSAN, SİYASET VE KOLTUK ADAMLIĞI

Günay Ertan Akgün

Abone OlGoogle News
14 Haziran 2024 11:09

İnsan; bilgi, birikim, tecrübe, gelişim ve gelişmelere aç ve açık olan sosyal bir varlıktır. Daha doğru bir ifadeyle, insan; böyle bir varlık olmak ve yaratılış gayesine – fıtratına ters düşmemek zorundadır.
Çevresel koşul, mecburiyet ve beklentiler adına “insan” denilen varlığı daha donanımlı bir birey ve statüsü yüksek bir varlık haline getirebildiği gibi bazen tersi de olabilir. Birey ve sosyal varlıkları birbirinden farklı kılan, toplum içerisinde ayırt edilmesini sağlayan da bu özelliklerdir. Hani şöyle düşünün; yüz beyaz koyun içerisindeki siyah bir koyunun ayırt edilmesi ( farklı bir ifadeyle de sırıtması) gibi toplum içerisindeki bir birey de – olumlu ya da olumsuz açılardan da bakabilirsiniz – o şekilde kendini belli eder ve ayırt edilir.
Milletimizin her bir bireyinin en belirgin özelliği – hiç şüphesiz ki – devletine olan bağlılığı ve eksik gördüğü alanlarda “yönetme” içgüdüsüne karşı olan talepli olması halidir. Beşikten mezara kadar bu hâl devam eder. Bu hâlin tavan yaptığı yer; “siyaset” ve onun kurumsal yapısı olan “partiler” dir. Buralara olan bağlılık bazen bir hâl alır ki, bu; “düşkünlük” haline gelir ve hiçbir şeyin adam edemediği figürler buralardaki koltuklar sayesinde “adam” olmaya çalışırlar.
“Koltuklar” üzerinden adam olmaya çalışıp eşikten değil de çatıdan siyasete başlayanlar, oturdukları yerden aşağıya düşmeye mahkumdur. Kendine bir hedef koyması gereken, siyaseti “ikbal aracı” olarak değil de “devlete hizmet” için bir “araç” olarak gören kadın – erkek her bir fert ya da akıl sahibi; siyasi anlamda bir başarıya ulaşmak ve hedefini de oturttuğu gayeye ulaşmak için çatıdan değil, eşikten siyasete başlamak zorundadır. Bunun için de “gençlik kolları” – “kadın kolları” ve parti teşkilatlarının her bir basamağı birer “eğitim aracı” olduğu gibi siyasî büyüklerin dizlerinin dibi de tedrisat için en uygun zeminlerdir. Katılınan her bir konferans – sempozyum, dinlenilen her bir tecrübe ve ders çıkartılan / çıkartılması gerekilen her bir olay siyasî anlamda kişinin kendisini geliştirecek aparatlardır. Bu çerçeveden baktığımız zaman siyaset; sadece siyaset akademilerinde değil aynı zamanda da bahsettiğimiz mekân ve kademelerde de öğrenilir.
Siyaseti “üstten indirme” ya da “cemaat – tarikat referansları” yla yapmaya çalışanlar, bir dönem sonrasında demokrasi dehlizlerinde kaybolup giderler. Hem geçmiş siyasetimiz ve hem de Türk demokrasi tarihimizin son kırk yıllık kısmı bu tür örneklerle doludur.
Siyaset; hedef midir, amaç mıdır yoksa şöhret basamaklarını tırmanmanın eşiği midir ya da soruları şöyle soralım; İnsanlar siyasete niye girer, toplum ve devlet yararına hizmet etmenin farklı yolları yok mudur?!..
Türk siyasetine girmek, kendinize yer edinmek ve bunu sürekli hâle getirmek için eskiden “dava eri olmak”, lidere şeksiz şüphesiz itaat etmek ve yeri geldiğinde aç susuz gezip cebinde kalan son kuruşu bile harcamak yeterli oluyordu. Bir aşk, dikenli yollarda bir mücadele şevki ve hedefe oturtulan bir gidişat vardı. Şimdi ise;
Siyaset sisteminin değişmesi ve ittifaklarla tanışmamızla birlikte; dava ve ideolojiler, lidere bağlılık, partiye hizmet etmek ve buralarda kalmaktaki ısrar, enayilikle eşdeğerde tutulur oldu. Birbirine zıt ve düşman olan siyasî yapılanma – hareket ve partiler, 40 yıllık kanka gibi oldular. Ekranlarda – sosyal medya platformlarında birbirlerine Demokles kılıcını sallayanlar kapalı kapılar ardında hısım – dost ve akraba olmaktan kendilerini alıkoyamıyorlar. Böyle bir siyasi yelpazede neredeyse “kim kime, dum duma olmuş!..
Eskiden başta siyasiler olmak üzere koltukları işgal edenler, makamları sayesinde ön plana çıkar ve hizmet aşığı olduklarını ispatlamaya çalışır ve bunun için de adeta kırk dereden su içerlerdi. Son zamanlarda koltuklar, adamları “adam” yapmaya çalışıyor. Buradaki adamlıktan kastettiğimiz tabii ki - merhum Necip Fazıl’ın da dediği gibi – “cinsiyet değil, şahsiyettir”. Şahsiyetin olmadığı bir adamlığın işgal ettiği koltuğa oturan adamlar da kendilerini bir halt zannediyor. Böyle bir ortamda sergilenen “temsiliyet hakkı” yerini koltuklar üzerinden zenginleşme aparatına bırakıyor. Yazıklar olsun ki buna da “siyaset” diyorlar.
Türk siyasetinin geleceğinin karanlık olduğunu görmek için müneccim olmaya gerek yok. Buna sebebiyet verenler, kendilerini jakoben - kutsanmış ve üstün ırk gibi görenler, bir gün bir daha hatırlanmamak üzere unutulup gideceklerdir. Yalnızca bir zümre hariç olacak, o da; mayası sağlam olan ve vatan aşkıyla yanıp tutuşanlardır. Sizce de bu vatan için yanmaya değmez mi?!...

Günay Ertan Akgün

Akit TV köşe yazarı