BIST10.208,65%1,62
USD32.4013%0.07
EURO34,8104%0.07
ALTIN2.398,69%0.08

Fıkra tadında Rizem - 2

Günay Ertan Akgün

Abone OlGoogle News
02 Mart 2024 11:51

Genelinde Karadeniz, özelinde de Trabzon ve Rize insanı tam bir sosyolojik laboratuvardır. Ayrıca her birinin yaşantısı da ayrı bir tez konusudur. Yöre insanının gen yapısını çözmek için epey zorlanan tıp dünyası artık yeni bir keşif yapmış ve adına da topyekûn mantıkla “Lazları kendi haline bırakın!” demiş, amansız (!) hastalığa yakalananların reçetesine de “günde en az bir Lazla sohbet edin!” diye yazmışlardır.

Şakayı bir tarafa bırakarak devam edelim;

Yaklaşık 20 gün önce 2 günlük bir ziyaret için gittiğim Rize’de başımızdan geçenleri yazmıştım. Hatta yaşadıklarımızı yazacağımı muhataplarına söylemiş, “bana pas atmayın, direkt gol atarım!” diye de uyarmış, yazıp sizlerin istifadesine de sunmuştum.

Her gidişimde “en kısa zamanda yine geleceğim!” diyerek içimdeki hisleri söylesem, istemeye istemeye İstanbul’un yolunu tutsam da bu kez yine aynı şey olmuş, kaderin acı cilvesi tekrarlanmış Rize’ye - güzel memleketime yolumuz düşmüştü.

Yıllardır amansız hastalıkla boğuşan ve yatalak bir şekilde yaşama tutunmaya çalışan ve son 10 gününü de yoğun bakım ünitelerinde geçiren teyzem Fatma ERTAN’ın 25 Şubat 2024 Pazar günü saat 14.15’de vefat haberini alır almaz 2- 3 saat içerisinde uçak biletini de alıp yeğenim gibi sevdiğim aynı zamanda teyzemin de torunu olan tarihçi Yasin BAŞ’la yine yollara düştük. 26 Şubat’ta defin işlemlerini gerçekleştirdikten sonra bizi ağırlamak isteyen arkadaşların davetine icabet ederek Rize’deki şehir merkezine gittik.

Rize’den Çayeli ilçesine doğru giderken sahil yolu üzerinde sanayi ve Gündoğdu diye bilinen beldeler vardır. Gündoğdu yolu üzerinde Rize eski sanayisinin tam karşısında Akpınar lokantası vardır. Köyünün adını lokantasına verenler ve yaklaşık 40 yıldır ailecek burayı işletenler; hem damak tadına hitap etmekte ve hem de güler yüzle sizleri karşılamaktan gurur duymaktadırlar. TAYLAN ailesinin bu sıcacık yuvasında meşhur Rize kavurmasından yapılan pideyi tatmanızı isterim. Şimdi gelelim zurnanın “zırt!” dediği yere;

Bir önceki geziden sonra yazdığım yazıdan dolayı benim huyumu ezberleyen Tamer TAYLAN hemşehrime “bak, bana malzeme verme. Bir sonraki yazımda da seni yazarım!” dedim. Cevaben “merak etme hemşo, temkinli ve tedbirliyim!” dedi ve ben de “göreceğiz, bakalım!” dedim. Sıkı durun şimdi;

Tamer;

“ – Hemşehrim, ne yersin!”

Ben;

“ – Her yemekten önce mutlaka çorba içerim, hangi çorba var?” dedim.

Tamer;

“ – Ezogelin ve mercimek çorbası var” dedi.

Ben;

“ – Ezogelin olsun!” dedim.

Tamer gider ve fem barın olduğu yerden bana seslenir;

“ – Ezogelin yok, mercimek yer misin?” der.

Ben de;

“ – Olsun, onu getir!” dedim.

Masada oturan beraber geldiğimiz diğer misafirlere de “siz ne yersiniz?” der. Bir önceki yazımdan da hatırlayacağınız Aziz ALLAHVERDİ kardeşim masadan kalkıp Rize’de çok meşhur olan “aşçı karışımı” – “karışık yemek” de denilen yemekten istedi. Yasin yeğenim ve ben pide fırınında hazırlanan lahmacunları görünce canımız lahmacun çekti. Lahmacun söyledik, önce “tamam” diyen Tamer kardeşimiz sonrasında da yeterli lahmacun hamurunun olmadığını, pide yaptırabileceklerini söyledi ve hemen beynimde hinlik şimşekleri çakmaya başladı ve geldi bizim meşhur esprimiz;

“Ezo yok, mercimek ye,

Pide yok, lahmacun ye!...”

ve böylelikle pası atan Tamer golü de yemiş oldu. Durun daha bitmedi. Yeğenim Yasin “bana su getir. Soğuk olmasın, dışarıdan olsun!” der demez, ben de Tamer kardeşime takılmaya başladım;

“ – Hemşo, lokantanın dışarısına çıkıp da dışarıdan su getirme!” deyince yine kahkahalar patladı. Tutup soğuk suyu getirmez mi. Onlar sıcak suyu nereden bulacaklarını kara kara düşünürken ben bir espri daha patlattım;

“ – Suyun bir kısmını dök, sıcak su kat üstüne. Oldu mu size ılık su. Babamın parasını yiyip bir de size akıl mı vereceğim?” deyip lokanta mevzusunu kapattık ve köyümüze geri döndük.

İkinci gün (27 Şubat’ta) İstanbul’a dönmeden önce – bir önceki yazımda soda mevzusunun geçtiği – “belediye bloklarındaki kafeye gidelim, garsonu bulursak onunla sohbet edelim!” dedik. Tabii ki gittik, garsonu da bulduk. Ben her zamanki muzipliğim ve muzırlığım üzerimde olsa gerek “sodacı garson, gel bakalım, beni hatırladın mı?” dedim ve bir önceki yazımın onunla ilgili olan kısmını ona okuttum, hem güldü ve hem de birazcık mahcup oldu. Bunun bir hatıra olarak kalması gerektiğini söylesek de getirdiği en son çayları “bu da bizim ikramımız olsun!” diyerek gönlümüzü almaya çalıştı. Biz de karşılıklı helalleşerek oradan da ayrıldık ve aramızda şöyle bir espri daha yaptık;

“ – Rize’de bir kafe açalım, adını da “soda kafe” koyalım!” dedik, yine gülüşmeler, yine gülüşmeler!...

Evet!... Rize insanı, Rizeli; şen şakraktır, esprilidir, neşelidir, insan canlısıdır, kelimenin tam manasıyla “insan” gibi insandır, merttir, cömerttir. Siz “siz” olun, hayatınızda Rize’ye – Rizeliye yer açın, şu üç günlük dünyada fıkra tadında bir hayat yaşayın, iyi ki varsınız Rizelilerim!...

Günay Ertan Akgün

Akit TV köşe yazarı