BIST10.268,61%0,59
USD32.3699%-0.02
EURO34,7903%0.01
ALTIN2.394,88%-0.08

SEÇİM KAZANMA TAKTİKLERİ    

Günay Ertan Akgün

Abone OlGoogle News
15 Şubat 2024 09:37

Türk siyasetinde boy göstermek – demokrasi yarışına girmek ve “ben de varım!” demek isteyen adayların seçim kazanabilmeleri için belli başlı argüman, kaynak, taktik ve kriterler vardır. Karşınıza boş vaatler ve hilelerle çıkanlara da şahit olursunuz. Bu niyet de olanlar bir sonraki sandıkta hak ettiği cevabı alır, almıştır da!...

Ülkemiz siyaseti; dava, ideoloji, lider, aday, mevcut konjonktür, cep şişkinliği, etnik çokluk, tepki – kırgınlık – kızgınlık – küskünlük gibi kriterler üzerinden şekillenir, şekillenmiştir. İdeolojik – dava ağırlıklı parti seçmenlerinin yoğun olduğu bölgeler, hep “seçim kazanma garantisi” olarak görülürken buralarda gösterilen adayların kriterlerine bakılmaz, bakılmamıştır. Buralarda genellikle “ceket assan, gazoz kapağı koysan kazanır!”, “çantada keklik” söylem ve beklentileri etkili olduğu için birçok siyasi parti sadece aday göstermek için bir siyasi figürü karşınıza çıkartır ve herhangi bir beklenti içerisine girmez. “Demokrasinin anlı şanlı tarihi” (!) bu tür örneklerle doludur.

Son birkaç yıldır yaşanılan korona virüs salgını, yüksek enflasyon – hayat pahalılığı, deprem – sel ve yangın gibi olumsuzluklar karşısında yer yer sınıfta kalan AK Parti iktidarı ile bazı yerlerde seçimlere ortak girecekleri Cumhur ittifakı, önümüzdeki 31 Mart 2024 seçimlerinde kendinden beklenilen başarıyı yakalayabilecek mi yoksa “REİS” üzerinden paylaşılamayan pastadan dilim kapma yarışına mı girilecek? Bu soruların cevabını 31 Mart 2024’ün gecesinden itibaren hep birlikte görmeye başlayacağız.

Bir partiden “aday olmak”, “kazanmak”, “kaybetmek” ve bunların üzerinden sonuçlarına katlanmak, her şeyden önce bir gönül – dava ve bağlılık meselesidir. Eğer bu konudaki inancınız, yerinde ve tam değilse hele hele gemi su almaya başladığında ilk terk eden siz oluyorsanız, işte o zaman, kazansanız da kaybetmişsiniz demektir. Aynı çizgideki partilere geçiş yapanlar ve farklı partilere transfer olanlar da hizmet aşkı değil, koltuk – mevki ve makam aşkı vardır. Siyasetteki parçalanmışlık ve bölük pörçük olmanın temelinde de bu mantık yatar. Davasına ters düşerek siyasî ikbal peşine koşan ve böyle bir yarışa girenlerin; gönüllerde de, mevki – makam ve koltuklarda da yeri olmaz, olmamıştır. Kazanmak için birinci önceliğiniz; her ne koşul altında olursa olsun “davanıza – partinize sahip çıkmak” olmalıdır.

Halkına – toplumuna – milletine yabancı olan, ters düşecek – çelişecek davranışlarda bulunan, seçim öncesi köle olup kazandıktan sonra “devlet kapısı” nı “babalarının kapısı” zannedenler, bir sonraki seçimde sandığın dibini boylarlar. Balık hafızalı – kuş beyinli deyip bu yolla hem hayvanlara ve hem de kendilerine oy veren seçmenlere hakaret edenleri bekleyen netice; “unutulmak” tır. Bunu yaşamamak adına seçimi kazanmak için ikinci önceliğiniz; “halka hizmeti hakka hizmet” olarak görmek ve bilmektir.

Milletvekili – belediye başkanı gibi makamlarda görev yapanlar ve bu uğurda görev yapmak isteyenler, seçim bölgelerindeki yerleri (şehirleri) medeniyet eşiği olarak göreceklerdir, görmelidirler. Aksi takdirde o şehir, onlara kayıp kapısını aralar. Şehre hizmet etmek ve şehr – i emin olmak; her babayiğidin harcı olmasa gerek. Üzerinde bastığınız toprak – yurt edindiğiniz mekân, “namus” tur. Buralara değer vermemek; hem siyasi anlamda bir “namussuzluk” ve hem de dava – iedeolojinizi yerin dibine gömmek / satmak olur. Kazanmak için üçüncü önceliğiniz; gelecek nesle yaşanabilir, temiz, güvenilir, huzur ve mutluluk dolu bir şehri emanet olarak bırakmak olmalıdır.

İşgal edilen koltukların sadece mevki – makam yerleri olmadığı aynı zamanda da buraların beyt – ül mal olduğu gerçeği unutulmamalıdır. Her atılan imzada – her yapılan hamlenin karşısında mutlak bir şekilde tüyü bitmemiş yetimin hakkının olduğu da zihinlerden çıkartılmamalı, kendi imkanlarınızı ön plana çıkartmamalısınız. 7 gün 24 saat kul hakkı gerçeği unutulmamalı, baş yastığa konulduğu zamanda da her bir kuruşun hem bu dünyada ve hem de ahirette mutlak bir karşılığının olduğu ve hesabının da sorulacağı akıllardan çıkartılmamalıdır. Dördüncü önceliğiniz de “kul – yetim hakkı yememek” olmalıdır.

Küçük bir mevzu olarak görünse de bir makamı – koltuğu işgal edenler, trafikte kullandıkları resmî ya da gayri resmî araçlara taktıkları tepe lambalarıyla (çakarlarla) hem geçiş üstünlüğü sağlamaya çalışıyor ve hem de kul hakkı ihlali yapıyorlar. Bir de utanmadan – sıkılmadan EDS şeritlerini kullanıp kendilerini “üstünler” den (!) zannediyorlar. Kendini halktan – milletten üstün görenlere, jakobenist davranışlarda bulunanlara, ayrıcalıklı zannedenlere yazıklar olsun. Koltuk ve makamlar; gelip geçici aparatlar, gerçek karakterin ortaya konulduğu meşgale mekanlarıdır. Üstünlük; sade, mütevazi bir vatandaş olarak halkın arasında can korkusu endişesi taşımadan korumasız – çakarsız, gönül rahatlığıyla dolaşabilmektir.

Şairin “baki kalan bu gök kubbede hoş bir seda imiş” sözünün gerekliliğini - gerçekliliğini yaşatabilen ve bunu yapabilenlere ne mutlu!...

Günay Ertan Akgün

Akit TV köşe yazarı