BIST10.268,61%0,59
USD32.3656%-0.04
EURO34,7912%0.01
ALTIN2.395,58%-0.05

SALGIN HASTALIKLAR VE HASTANELERİMİZ

Günay Ertan Akgün

Abone OlGoogle News
24 Ocak 2024 09:18

Hayat; bir döngü içerisinde devam ediyor, kimi gülerken kimi de ağlıyor. Bu, ilahi mekanizma tarafından size biçilen bir roldür ve siz de bu rolü cüzi irade kapsamında oynar durursunuz.

Bazıları, ellerindeki gücü “iktidar” haline getirir ve “baskı unsuru” olarak kullanır. Zannederler ki, her şey – herkes kendi emri altına girecek, dünya da kendi etrafında dönecektir. “Emre itaatsizlik” – “başkaldırı” gibi hadiseler, bu tiplerin kitabında yer almaz. Herkesi “emir eri” - hazır kıta halinde biber gibi karşılarında dizilmelerini beklerler. Tüm bu sürece baktığımız zaman “savunma” harici çıkartılmış olan “savaşlar” ın arka planında da “iktidar” ve “baş olma” mücadelelerinin yatmış olduğunu görmez misiniz?!...

“İnsanlık tarihi” sürekli olarak güçlülerin açmış olduğu savaşların yıkıcı sonuçlarına şahitlik etse ve bu acımasız süreç günümüzde de yaşanmış olsa da aslında düşünenler için savaşlar; silah tüccarlarını kazandırmaktan ve salaklık gösterilerinden başka bir şey değildir. Silahlarla yapılan savaşlar, zaman geçtikçe ve teknolojik imkânlar arttıkça farklı bir boyuta bürünmüş ve karşı cephede görünen düşman, ya görünmez bir hâl almış ya da sizi takip eden kahpe bir gölge şekline bürünmüştür.

İlkel - mekanik – elektronik silahlarla azaltılamayan, yok edilemeyen, harikulade varlık olan insanoğlu; son yüzyıl içerisinde “salgın hastalıklar” ve laboratuvar ortamlarında üretilen “biyolojik silahlar” la ortadan kaldırılmaya çalışılıyor. Dört yıl önce hayatımıza sokulup birden fazla mutasyon ve varyantıyla tanıştığımız korona virüsün aslında insan neslini azaltmak amacıyla uydurulmuş bir silah olduğunu süreci içerisinde öğrenmemiş miydik?!...

Düşman bu ya!... İnsanoğlunu bir şekilde yok etmeye çalışıp bunda da başarılı olamayanlar adeta çılgına – kudurmuş köpeğe dönüyorlar. Yaratılmış hiçbir canlı, kendi varlığını ve hem cinslerini bu kadar katledecek kadar acımasız – gaddar – vahşi olmamıştır. Yazıklar olsun ki adına “insan” denilen bu vahşi yaratık, korona virüsün yapamadığını başka şeylerle yapmaya çalışıyor. Katliamdan gözü doymayan bu varlık, artık yeni arayışların içerisine girmiş, boş (!) durmayı gururuna yedirememiştir. Bin kere, milyon kere yazıklar olsun.

Korona virüsün anavatanı (!) sayılan Çin, artık boş durmayıp insanlık (!) namına çalışmaya devam ediyor. “Unutmak” gibi basiretli (!) bir özelliğimiz olduğu için tarihe not düşmek adına “Çin yeni bir ölümcül virüs yaptı” başlıklı bir habere yer verelim;

“Pekin Kimyasal Teknoloji Üniversitesi tarafından yürütülen araştırma kapsamında Covid – 19 benzeri ölümcül bir virüsle laboratuvar deneyleri yaptığı belirlendi. İddialara göre virüs, 2017 yılında Covid salgını öncesinde keşfedilmişti.

Çinli bilim insanları farelerde yüzde 100 öldürme oranına sahip ölümcül bir virüs üzerinde deneyler yapıyor. Çinli bilim insanlarının yürüttüğü çalışmada ölümcül virüs “GX_P2V” olarak adlandırıldı. Virüs laboratuvar ortamında genetik olarak insanlara benzeyecek şekilde tasarlanmış farelerin beyinlerini hedef aldı.

Araştırmacılar farelerin enfeksiyondan sonraki beş gün içinde önemli ölçüde kilo verdiklerini, uyuştuklarını ve gözlerinin beyaza döndüğünü gözlemledi. Fareler enfekte olduktan sadece 8 gün sonra öldü. Bilim insanları virüsün fareleri bu kadar hızlı öldürmesine şaşırdıklarını ifade etti.

Bilim insanları ölen farelerin vücutlarını analiz ettikten sonra virüsün akciğerlere, kemiklere, gözlere, soluk borusuna ve beyine bulaştığını tespit etti. Virüs kaynaklı beyin enfeksiyonu hayvanları öldürecek kadar şiddetliydi.

Pekin Kimyasal Teknoloji Üniversitesi tarafından yürütülen araştırmaya göre virüs, “Sars-CoV-2” ye benziyordu ve 2017 yılında Covid salgını öncesinde zaten keşfedilmişti. Araştırmacılar, “Bu durum GX_P2V’nin insanlara yayılma riskinin altını çiziyor ve SARS – CoV-2 ile ilişkili virüslerin patojenik mekanizmalarını anlamak için benzersiz bir model sağlıyor.” ifadelerini kullandı.

Araştırma ekibi Corona virüsle enfekte olmuş farelerde ölüm oranının yüzde 100 olduğunu bildirdi. Bu bulgu daha önce yapılmış çalışmaların ötesine geçerek türünün ilk örneği bir çalışma teşkil ediyor. Ancak çalışmanın sonuçları arasında virüsün insanları nasıl etkileyebileceği yer almıyor. Çalışma internette yayınlanır yayınlanmaz uzmanlar endişelerini dile getirdi.

University College London’ın Genetik Enstitüsü’nden epidemiyoloji uzmanı Francois Balloux, araştırmayı “korkunç” ve “bilimsel açıdan tamamen anlamsız” olarak nitelendirdi.

Uzman Balloux, sosyal medya hesabında, “insanlaştırılmış garip bir fare türünün rastgele bir virüsle zorla enfekte edilmesinden öğrenilebilecek ilgi çekici hiçbir şey göremiyorum. Tam tersine, bu tür deneylerin ters gidebileceğini görebiliyordum.” diye yazdı.

Stanford’dan emekli tıp profesörü Dr. Gennadi Glinsky ise deney hakkında “bu çılgınlığın çok geç olmadan durdurulması gerekiyor.” ifadelerini kullandı.” (www.haber7.com/18.01.2024)

Çin kendine göre araştırmalarına devam ede dursun. Dünya Sağlık Örgütü de üst perdeden yeni bir virüsten bahsediyor ve adını bulamamış gibi buna da “X virüsü” yapıştırmasını yapıyor ve ardı sıra korona virüse benzer tedbirlerden bahsediyor. Birkaç aydır yaşadığımız süreç de bunun en iyi göstergesi olmuştur.

Korona virüs ve sonrasında üretilen virüslerle ortaya çıkan yeni tip salgın hastalıklarla insanlık âlemi, ya tamamen “yok oluş” la mücadele edecek ya da bir şekilde köleleştirilip zapt ü rap altına alınacaktır.

Tam kapanma, toplumdan soyutlanma, kendi kabuğuna çekilme gibi hadiseler yaşanmasa da artık salgın hastalıklar yüzünden vücutlar yorulmaya başlamış, tatsız – tuzsuz bir yaşantıyla birlikte insanlar artık kof bir dünyanın neferleri halinde getirilmişlerdir. Ha robot, ha robotlaştırılmış insan. Zaten virüslerin amacı da bu değil miydi; Yok edemiyorsan, kontrol et!...

İnsanlık âlemini ayakta tutacak – sağlıklı nesil olarak varlıklarını idame ettirecek tek şey; sadece salgın hastalıklarla mücadele etme yollarını bulmak değil, aynı zamanda da sağlık sistemini sil baştan düzeltmek olmalıdır. İyi olan her şeyi alkışladığımız zaman dostlarımız çok oluyor da kötü olan bir şeyi eleştirdiğimiz zaman niye öcü – düşman görmüş gibi bize saldırmaya başlıyorsunuz. Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu!...

Nezle, grip gibi üşütme ve enfeksiyona bağlı hastalıklara yakalanmadan önce – mandalina, portakal, greyfurt gibi meyvelerin - C vitamin takviyesinin şart olduğunu dile getirdiğimiz zaman bunlara “kocakarı ilaçları” diye gülüp geçenler, artık serum – aşı ve antibiyotiklerle bu müzmin salgına “dur!” diyemiyor, acil servisler – yoğun bakım üniteleri S.O.S veriyor, “imdat!” diye bağırıyor. Ne oldu, hastalıklar; yalakalık – şakşakçılık ve göz kapamalarla tedavi edilemiyor, değil mi?!...

Eğitim sistemimizdeki çarpıklık ve bozukluğun bir sonucu olarak artık yetiştirilen hekimler de sorunlara çare olamıyor, mesleğinde iyi – başarılı olanlar da ya davulcuya (özel hastanelere) ya da zurnacıya (yurtdışına) kaçıyor. Bu vatanın havasından – suyundan – ekmeğinden yararlanıp menfaat zırhına bürünen, bırakınız Hipokrat yeminine bağlı kalmayı “merhamet duygusu” ndan nasibini almayan ve insanlarımızı kaderleriyle baş başa bırakanlar; siz insanlık aleminin yüz karası ve zibidilerisiniz, bunu unutmazsanız çok iyi olur!..

Sağlık sistemindeki çarpıklıkları düzeltmenin yolu sadece modern binaları inşa etmekten geçmez. O binaları iyi personellerle donatmaz, hijyen tutmaz ve adam gibi çalıştırıp işletemezseniz bunlar günü geldiğinde “beton yığını” olmaktan ileri gidemezler. Son zamanlarda inşa edilen hastanelerdeki içler acısı durum tam da budur. Dıştan dolu gözüken ama içi boş olan binalarda şifa – sağlık arıyoruz, iyi arayışlar!...

Son söz Kanuni’nin;

“Olmaya devlet, cihanda bir nefes sıhhat gibi!...”

Günay Ertan Akgün

Akit TV köşe yazarı