BIST10.265,28%0,55
USD32.3441%-0.10
EURO34,8311%0.13
ALTIN2.378,53%-0.76

“İNSAN” OLABİLMEK

Günay Ertan Akgün

Abone OlGoogle News
20 Ocak 2024 15:02

Karakter, elbise gibidir; Her insanın üstünde güzel durmaz. Kelimenin; kendisi değil, içeriği ağırdır. Mevlâna ne demişti, hatırlayalım; “Ben ne insanlar gördüm üstünde elbise yok, ne elbiseler gördüm içinde insan yok!” İşte burada sözü edilen “elbise”; kumaş parçası değil, karakterdir, güzel ahlâktır. Yoksa, eşeğe altın semer vursan da eşek yine aynı eşektir!..

Toplum olarak “sosyal çözülme” nin zirvesini yaşıyoruz. Muteber sözlü ya da sözünün eri, edepli – ahlâklı, dürüst – namuslu – seviyeli ve parmakla gösterilen vasıflara sahip olmak artık demode kavramlar arasına girmiş ve bunlar neredeyse kerizlik – enayilikle eşdeğer tutulur olmuştur. Ne günlere geldik Yarabbi!...

Dinin “kültür” olarak okutulduğu- kültürün de “din” olarak yutturulduğu ve “uydurulan” dinin muteber görülüp “indirilen” dinin görmezden gelindiği, ahlâkın – bir daha indirilmemek üzere – rafa kaldırıldığı bir toplumda elbette ki bunlar da normal karşılanır. Hani “haramın, helali geçmesi” – “haddi aşmak” gibi çizgilerimiz vardı ya, işte bunlar unutulalı yıllar oldu, yazık, çok yazık!...

Eskilerin “zamane gençliği”, yenilerin de “Z Kuşağı” diye bahsettiği dönemsel kuşaklar; aslında boş kavanoza benzerler. Hani içine ne koyarsanız onu yansıtan kavanozlar var ya; balı “bal”, zehri de “zehir” gösteren. Zamanında ne verdiniz ki, şimdi ne bekliyorsunuz ya da direkt olarak şöyle söyleyelim; Ortaya çıkan bu eserlerde sizlerin – bizlerin hiç mi payı yok!...

Evliliğin az olduğu bir toplumda “boşanma” lar neden bu kadar arttı, imam hatip liseleri – ilahiyat fakülteleri – cami ve Kuran kursu ile buralarda görev yapan personel sayılarının neredeyse “ordu” yu andırdığı bir toplumda deist – ateist sayılarının artması ve her geçen gün tehlikeli boyutlara varmasını hangi akıl – mantıkla izah edeceğiz, öğretmen ve okul sayılarındaki artış ile her sokak başında mantar gibi türeyen ya da merdiven altı imalathaneler gibi artan üniversitelerdeki eğitim – öğretimin kaliteyi (!) nerelere taşıdığını – rekorlara (!) koştuğunu nasıl göreceğiz, anne – baba ile dede - nineyi katleden çocukların (“yetişkin” demeyeceğim kazık gibi adamların) halet - i ruhiyelerini hangi psikologlara tedavi ettireceğiz, “asi gençlik” i ya da söz dinlemeyen “z kuşağı” nı hangi metotlarla zapt ya da tedavi edeceğiz. “Eğitim” i; ebeveynlerle değil de devlet eliyle zorbalıkla mı vereceğiz yoksa bu işe beşikten değil ana rahminden mi başlayacağız? Cevap bekleyen sorular, sorular, sorular!...

Millet ve ümmet olarak parmakla gösterilen güzel hasletlerimize ne oldu? Siyaset, ekonomi, din, kültür, gündelik yaşamımızla ilgili ne kadar yozlaşmışlıklar – aymazlıklar varsa bunlara her gün farklı bir versiyonun eklendiğine şahit oluyoruz. Birey olarak üzerimize düşen görev ve sorumluluklarımızı yerine getirmediğimiz sürece toplumumuzun başarıya ulaşmasını beklemek, safdillikten başka bir şey olmaz, olmayacaktır. Bu kafa yapısıyla çokta ileri gitmeyiz, gidemeyiz. Tünelin ışığı bizi aydınlığa değil de başka bir tünelin karanlığına götürüyorsa varsın o ışık karşımıza çıkmasın. Labirentler içerisinde peynire giden yolu aramaya çalışırsak, canımızdan oluruz.

Toplumumuzun kanaat önderleri – yol göstericileri – rehberleri ve ebeveynlerimiz, her geçen gün kendilerini daha da geliştirmeli ve okumalı, okumalı, okumalıyız. TV’nin karşısına geçip sabah akşam kadın programlarını izlemeyip bunların müptelası olmak yerine günde ya da haftada en az bir kitap okusak, dualarıyla ayakta durduğumuz vatanımızın manevi bekçileri “şehitlik” ler ile millî – manevî eserlere ziyaretler düzenlesek, Darülaceze – huzurevi ve çocuk esirgeme kurumu yurtlarında kapı gözleyip bizleri bekleyenlerin gönüllerine dokunabilsek, sahipsiz hayvanlara bir avuç yiyecek – bir kap su vererek içimizdeki merhamet duygularını ortaya çıkartsak ve bu güzel hasletleri çocuklara aşılamaya çalışsak, her şeyden önemlisi “Yaratılanı, Yaratan’dan ötürü sevsek” nasıl olur? Avrupaî dilde “hümanist olmak” bize bir şey kaybettirmez, tam tersi çok şey kazandırır. İnsan olalım, insan kalalım!...

Adına ne derseniz deyin bu dünya, herkesin bir arada yaşayacağı uçsuz bucaksız bir âlemdir. Kimsenin kimseye üstünlüğü olmadığı gibi herkese yetecek kadar da rızık ve yaşam alanı vardır. Hiç kimse birbirine üstünlük taslamasın, gövde gösterisi de yapmasın. Bizler insan olursak; Kalanlar da, gelecek olanlar da “insan” olacaktır.

Temiz, güvenilir ve yaşanabilir bir dünya için;

“İNSAN OLALIM, İNSAN KALALIM!...”

Günay Ertan Akgün

Akit TV köşe yazarı