BIST10.744,04%-1.23
USD41.1618%0,05
EURO48,0681 %0.29
ALTIN4.710,89 %0.77

İstanbul'un "Dönüşüm"ü

Günay Ertan Akgün

Abone OlGoogle News
01 Ocak 2024 11:13

Her seçim arifesinde adaylar bulundukları il ve ilçelerle ilgili proje ve vaatlerini sıralar, birçoğu kazandıktan sonra da verdikleri sözleri unuturlar. Bu konuda, siyaset ve laf cambazı olarak bilinen rahmetli Süleyman DEMİREL’in “dün dündür, bugün bugündür!” sözü ne yazık ki hep “haklı” çıkmıştır. Bu açıdan baktığımız zaman şehirlere ihaneti; dışardakilerin değil, hep içerdekilerin yapmış olduğunu görürüz, çok yazık!...

İstanbul; sadece büyük bir şehir değil, aynı zamanda gayri resmi giriş çıkışlarla birlikte 20 milyonluk nüfusuyla adeta bir ülkedir. Hatta Afrika ve Avrupa’daki birkaç ülke nüfusunun toplamından fazla bir nüfusa sahiptir.

Anlamsız ve kontrolsüz demografik yoğunlaşmalarıyla birlikte her bir sorunu karmaşa ve keşmekeşlere yeni eklemeler yapmış, “çözüm” için sunulan ve üretilen her bir proje İstanbul’u daha da yaşanmaz hâle getirmiştir. 39 ilçe ve büyükşehriyle birlikte İstanbul’daki belediyecilik anlayışı da ne yazık ki girift bir hâl almış, “hizmetler” den anlaşılan şey de “algı” üzerine kurgulanmış, meşhur Yahudi sözünde de denildiği gibi “malın kötü olsa da reklamın iyi olsun!” aldatmacası “hizmet” diye tribünlere karşı oynatılmıştır. Kazanan her bir başkan 5 yıl sonra aynı sandığın tekrar önüne konulacağını unutarak yaptıklarının hesabının sorulmayacağını zannetmiş ve bu sayede her geçen gün İstanbul’a daha büyük kötülükler yapılmıştır.

Belediyeler üzerinden halka hizmet etmek; gönül, sevda ve vicdan işidir. Yaptıkları ve yapmadıklarının bir gün hesabının sorulacağını düşünmeden hareket edenler hem kendilerine ve hem de bu kutsal mabede ihanet etmiş olurlar. Bu aziz ve asil şehre daha fazla kötülük yapılmaması adına acizane birkaç tavsiyede bulunalım, ki önümüzdeki beş yılda belki bu şehrin makus talihi değişir ve biraz daha eli yüzü düzeltilmiş olur;

1 – “Hükümet” ya da “merkezi yönetim”, adına ne derseniz deyin iktidarların “tarihî miras” ve “kutsal emanet” sayılan İstanbul’a biraz daha fazla ehemmiyet göstermesi gerekir. Tarih; asalet ve aslolmak demek, aynı zamanda da turizm – medeniyet ve kültür demektir. İstanbul’da bunların hepsi vardır ama ne yazık ki “tarihî eserler” imiz; ya tamamen unutulmuş, ya kaderlerine terk edilmiş ya da yüksek yapılar arasında yalnızlığa itilerek boş – anlamsız silüetler haline getirilmişlerdir. İstanbul gibi bir şehir tarihî dokusundan ve kokusundan uzaklaştırılmışsa, o şehir de başka doku ve kokuları bulursunuz. Bir an önce bunlara son verilmeli ve acil olarak eylem planı belirlenmelidir. Ne yapmamız gerekir;

Başta tarihî yarımadanın olduğu bölge ve bilhassa “altın boynuz” çevresinde yer alan tarihî eserlerin etrafındaki derme çatma binaların sebep olduğu mezbelelik ortadan kaldırılmalı, tarihî yapılar gün ışığına çıkartılarak restore edilmeli ve turizme kazandırılmalıdır. Bu yapılırken de günün belli saatlerinde giriş çıkışlara izin verilmeli, gerekirse ücretli bariyer sistemleri konularak trafik karmaşasının önüne geçilmelidir. Bölgede iş yerleri ve evleri olanlar ile turizm maksatlı gezi düzenlemek için ziyarette bulunacak turistlerin araçları için - giriş çıkışların rahat olacağı yerlere şehrin silüetini bozmamak ve tarihî dokuya zarar vermemek kaydıyla - yeraltı otoparkları yapılmalıdır. Zamana karşı direnip dimdik ayakta durmaya çalışan tarihî eserlerin en büyük düşmanın insan kaynaklı sorunlar ile egzoz gazları ve tozların olduğu gerçeği unutulmamalı ve bu bölgelerdeki bulvar – cadde – ara sokaklar sürekli yıkanmalı ve temiz tutulmalıdır. Otantik – kadim bir şehre ve medeniyete yakışan da budur.

2 – İstanbul, 39 ilçeli bir büyükşehirdir. Bazı ilçelerdeki nüfus yoğunluğunun fazla olması, ilçelere bağlı mahalle ve belde nüfuslarının neredeyse ilçe olmaya yakın olması ve buraların ilçe merkezine olan mesafelerinin kat kat fazla olması bir dizi sorunu da beraberinde getirmektedir. Bu açıdan baktığımız zaman bilhassa Avrupa Yakası’ndaki bazı yerleşim yerlerinin ilçe yapılarak “yerel yönetimler” in biraz daha rahatlatılması yoluna gidilmelidir. Örneğin Bağcılar’a bağlı Güneşli’nin, Arnavutköy’e bağlı Hadımköy’ün, bir kısmı Avcılar’a bir kısmı Başakşehir’e bağlı Bahçeşehir’in, Esenyurt’a bağlı Kıraç’ın, Başakşehir’e bağlı Kayaşehir’in ilçe yapılması birçok soruna çözüm olacaktır.

3 – Şehrin “merkezî” sayılan konumlarında yer alan Bayrampaşa, Zeytinburnu, Tuzla’daki sanayi siteleri ile İkitelli OSB olmak üzere miadını doldurmuş ve ihtiyaçlara cevap veremeyen yerlerin şehir dışına taşınması gerekir. Anlamsız bir şekilde trafik yoğunlaşması oluşturan, E5 – E6 (TEM) ve Kuzey Marmara Otoyolu gibi ana arterlerin tıkanmasına, altyapının yetersiz kılınmasına ve bir sel ve su baskınında yolların göllere dönüşmesine sebep olan ama bir o kadar da “istihdam deposu” sayılan bu yerler “kentsel dönüşüm” e sokulmalı, yatay mimarî göz önünde bulundurularak daha modern ve kültürel dokusuyla ön plana çıkartılabilecek modern şehirler inşa edilmelidir.

Yalnız burada şuna dikkat edilmesi gerekir; “Modern şehircilik” in bir kolu olarak kabul edilen site inşaatları içerisinde yapılan bağımsız bölümlerde kesinlikle 1+1, 1+0 ve stüdyo tipi daireler inşa edilmemelidir. Komşuluk ilişkilerini – mahalle kültürünü öldüren ve insanî – İslâmî yaşantıya aykırı olan bu daire tipleri sadece nüfus yoğunluğunu arttırır ve çekirdek aileyi bölmekten de başka bir şeye yaramaz, yaramayacaktır.

4 – İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı Boğaziçi İmar Müdürlüğü tarafından kontrol ve denetime tabi tutulan Boğazlar’ın her iki tarafındaki eski ve mezbeleliği andıran yapılar yıkılmalı, kaçak ve ahbap çavuş ilişkisi içerisinde müstakil olarak yapılan inşaat faaliyetlerine son verilmelidir. Boğazlar; papyonlu – pipolu elit zümrenin malikanelerinin yuvalandığı yerler olmaktan kurtarılmalı, tarihî yalı ve sarayların etrafları temizlenmeli, yıkılmaya – harap olmaya yüz tutmuş olan yapılar aslına uygun bir şekilde restore edilmelidir. Boğazlar, o eski şaşalı ve muhteşem görüntülerine kavuşturulmalı ve daha fazla ağaçlandırılma yapılarak yeşillendirilmelidir.

5 – Sağır Sultan’ın bile dillendirdiği olması muhtemel Marmara Depremi’nin İstanbul’daki yıkımlarının devasa boyutlara ulaşacağını görmeden bir dizi önlemin alınması gerekir. Riskli yapılarla ilgili adam akıllı bir envanterin çıkartıldığını, deprem ve olağandışı olaylar sonrasında meydana gelecek topyekûn toplanma ve müdahale merkezleriyle ilgili tasarlanan ATM (Acil Toplanma Merkezleri)’nin plan ve yerlerinin hazırlanmasıyla ilgili çalışmaları halen görmedik, göremedik.

Her ne kadar 600 bin adet bağımsız bölümün (dairenin) risk altında olduğu dillendirilmiş olsa da kanaatimizce bu sayı kat kat fazladır. Söyleye söyleye dilimizde tüy bitti; Bina dönüşümü, kentsel dönüşüm değildir. Yaptığınız ya da göz yumduğunuz her bir binanın dönüşümü; ekstra otopark sıkıntısı demek, altyapı tıkanması demek, trafik keşmekeşi demek, vesaire vesaire, bu hatalardan artık vazgeçin. Parsel bazında dönüşüm değil ada bazında dönüşümün önündeki engelleri ortadan kaldırın. Bu konuda bürokrasi hazretlerinin anlamsız uygulama ve sistemi tıkama faaliyetlerine son verin. Bu kente daha fazla zarar vermekten vazgeçin, yeter artık!...

6 – Hastane, okul, hükümet konağı, AVM’ler, spor salonları ve stadyumlar gibi yapıları şehrin göbeğinde yapmaktan vazgeçin. Sabah ve akşam iş giriş ve çıkış saatlerinde trafiği daha da karmaşık hâle getiren bu yapılar yüzünden insanlar canından bıkmakta, İstanbul halkının ömrü işten güçten çok trafikte geçmektedir. Bunların üstüne bir de zırt pırt arızalanan ve yanan toplu taşıma araçlarının sebep olduğu karmaşa ve kargaşaları eklediğiniz zaman iş iyicene çığırından çıkıyor. Hele hele karmaşa içerisinde kalan araç sürücülerinin patlamaya hazır bir bomba gibi sebebiyet verdikleri kavgaların ekranlardaki nahoş görüntülerini görünce de insanın bu güzel kenti terk edesi geliyor. Akıl sağlığı tam ve yerinde olan birinin trafikte nasıl – neden canavarlaştığını görmek istiyorsanız, trafiğin yoğun olduğu saatlerde biraz gözlem yapmanız yeterli olacaktır.

Peki ne yapılması gerekir;

Şehrin hastane, okul, hükümet konağı, AVM’ler, spor salonları ve stadyumlar gibi anlık nüfus çeken yapılar ve demografik yapısının yoğunluk arz ettiği bölgeler seyrekleştirilme yoluyla rahatlatılmalı ve bunlar şehrin dışına itilmelidir. Yüksek yapıların inşa edildiği ve bu haliyle lüksün tavan yaptığı semtlerdeki eski yapılar kentsel dönüşüme sokularak yıkılmalı ve bunların yerine yapı inşaat yasağı getirilerek yeşil alanlar yapılmalıdır.

7 -Cadde ve ana arter kenarları ile kavşak ve refüjlerde çiçek dikerek, börtü böcek ekerek İstanbul yeşillendirilemez, nefes aldırılamaz. Yapılan millet bahçeleri; park – bahçe mantığıyla değil, kısa ve bodur ağaçlar dikerek, mini ormanlar oluşturarak yapılırsa buralar hem oksijen depoları olur ve hem de şehrin toz – kirlerini temizleyen filtre görevi görür. Aynı zamanda araçların sebep olduğu karbon salınımını da ciddi derecede emerek atmosferdeki zehirli gazların başta insanlar olmak üzere canlılar üzerindeki olumsuz etkilerini de minimize eder.

11 Kasım 2019’dan beri gerçekleştirilen “Millî Ağaçlandırma Günü” tarzında organizasyonlar düzenlenerek ağaç dikme seferberliğine girişilmeli ve bunu İstanbul’un tarımla uğraşan köy ve beldelerine de yayarak buraları da yeşillendirmeliyiz. Böylelikle her yıl diken üstünde durmamıza sebep olan kuraklık ve susuzluk tehlikesi de bertaraf edilebilir.

Hasbelkader sıralamaya çalıştığımız bu ve buna benzer tedbirler alındığı zaman bu güzel ve dualı kentimizdeki yaşam biraz daha huzurlu, sakin ve mutlu bir hâl alacaktır. Bu kente daha fazla kötülük ve bir adım sonrasında hainlik yapmamak adına sizce de İstanbul’un bir an önce “dönüşüm” e girmesi gerekmez ve buna da değmez mi?!..

Günay Ertan Akgün

Akit TV köşe yazarı