ŞEYTANA UYMAK
Günay Ertan Akgün
Bahane – kabahat aramak, insan nefsinin vazgeçilmezleri arasındadır. Hele hele işimize gelmeyen durumlarda bir de kendimize – adına “şeytan” dediğimiz – “suç ortağı” bulmaya çalışıyoruz. Şeytanın vücuda girmiş halini her ne kadar “nefis” le özetlemiş olsak da aslında “suçlu” ya da şeytanlaşmış olan bizleriz. Bu, bazı durumlarda öyle bir hâl alıyor ki neredeyse şeytana pabucunu ters giydirecek hâle geliyoruz.
Şeytanın, nam – ı diğer “Allah’ın, huzurundan kovduğu lanetlenmiş melek” in üstlendiği görev; Sırat – ı müstakim deyip iman ettiğimiz dosdoğru yoldan Allah kullarını çevirmek, onları yanlışa sevk etmek ve kendine itaatkâr (!) hâle getirmek. Bu misyonu başarıyla (!) yerine getirmek, şeytanın en büyük görevi olsa da, o, Allah yolundan (emir, yasak ve çizdiği hudutlardan) dönen herkesi kendi yoldaşı olarak kabul eder. Biz akılsız kullar da onun değirmenine su taşımak için elimizden gelen her türlü gayreti sarf eder, ekmeğine yağ süreriz. Alkış seslerini duyar gibi oluyorum!...
Şeytana uymakla ilgili birkaç örnek vererek mevzumuza devam edelim:
Biraz abes olsa da fıkra bu ya;
Çölün kızgın kumlarında devesiyle birlikte yolculuk eden Bedevi, şeytana uyup sapıtır ve deveyle iş tutar. Sonrasında pişman (!) gözüküp “Affet Yarabbi, şeytan uydum!” der. Aradan epey bir zaman geçer Bedevi yine aynı günahı – aynı kabahati işler. Üçüncü defa da yapıp, tekrar “Yarabbi, şeytana uydum, affet!” deyince şeytan, bedevinin karşısına çıkar ve şöyle bağırır;
“ – Ulan şerefsiz, yapıp yapıp benim üstüme atıyorsun, esas şeytan sensin!” der ve gider.
Şeytana kabahat bulmak – kusur aramak ve ona uymakla ilgili bir hikâyeyi de anlatalım;
İnsan nefsinin hataya ne kadar meyilli olduğuyla ilgili bir deneme yapmak isteyen şeytan derhal işe koyulur. “İnsanları nasıl yoldan çıkartabilirim!” diye düşünürken gözüne bir buzağıyı kestirir. Yeni doğmuş olan buzağı sürekli annesini emiyormuş ve bu durumdan dolayı inek de süt veremiyormuş. Evin gelini buzağıyı bir çite bağlamış ve ineği sağlamaya başlamış. O ara şeytan ortaya çıkmış, buzağının ipini gevşetmiş. Buzağı ipini kopartıp koşa koşa ineğin yanına koşmuş ve emmeye çalışmış. Bunu gören evin gelini buzağıyı uzaklaştırmaya çalışmış. Baktı ki olacak gibi değil buzağıya bir tokat atmış, buzağı da bayılıp yere yığılmış. Yavrusunun öldüğünü zanneden inek, geline bir tekme atıp öldürmüş. Buzağı ile gelinini, ineğin öldürdüğünü zanneden kayınpeder çifteyi aldı ve ineği vurarak öldürdü. Silah seslerini duyan gelinin kocası, ahıra gelip bakmış ve anlamadan – dinlemeden;
“Ula babama bak!.. İneği, buzağıyı ve karımı da öldürmüş” diye içinden geçirip tüfekle babasını öldürmüş. Sonrasında da ortadaki tabloya bakarak “bu hengamede benim de yaşamamın bir anlamı yok!” deyip intihar etmiş.
Tüm bu olumsuzlukları seyreden ve hiçbir şey olmamış gibi pis pis sırıtan şeytan; “Şimdi bütün bu olanları benden bilecekler!” dedi.
İşte bir buzağının ipinin gevşetilmesinin nelere sebep olduğunu gördünüz. Şeytan kendisine uymadan (!) bunları yapıyorsa ona uymanın ne gibi sonuçları olur, varın gerisini siz hesap edin!...
Biraz da gülelim, bizim meşhur Oflumuzun fıkrasına kulak verelim;
Hoca camide namaz kıldırırken sürekli olarak “ey cemaat – ı Müslimin, saflarımızı sık ve düzgün yapalım, aramıza şeytan girmesin. Çünkü birlikte rahmet, ayrılıkta azap vardır!” der ya!... Bunu duyan muzip Oflu da boş durmaz ve cevabı hemen yapıştırıverir;
“ – Hocam!. Bırak iki rekat namaz da o kılsın, belki Müslüman olur!...”
Bu örnekleri daha fazla veririz. Esas önemli olan; Şeytanın görevi “şeytanlık”, insanın görevi “insanlık” sa herkes üzerine düşen görevi tam ve şeksiz – şüphesiz yapacak. Tutup da görev yerleri değişir ve insan, şeytanlaşırsa, işte o zaman, şeytanı ödüllendirmiş olur ve olumsuz sonuçlarını da seyretmiş oluruz. Alanınızın dışına çıkar ve sorumluluklarınızı unutursanız, başka ne ya da nelerle karşılaşmayı umuyorsunuz ki?!...
Evet, taşların bağlı – köpeklerin serbest bırakıldığı, tuzların kokutulduğu, istismarın bile istismar edildiği bir asırda yaşıyoruz. Kabahat, kaftan olsa da kimse üstüne almıyor ve görünen köy de artık kılavuz istemiyor.
Şeytanlaşmanın – şeytan olmanın ve ona pabuçlarını ters giydirtecek, boynuzlarını kökünden kazdırtacak hamlelere girişmenin ya da şeytan olmanın bir anlamı yok!...
Dünya “kerizler olmasa enayiler nasıl yaşayacak!” üzerine inşa edilmek isteniliyor. Şu gerçek unutulmamalıdır ki;
Kandıran, aslında kendini kandırmış olur. Bu, hırsızın evinin başka bir hırsız tarafından soyulması anlamına da geliyor.
İşin açıkçası;
“Çalma kapımı, çalarlar kapını!...”