BIST11.311,31%0.69
USD42.695%0,22
EURO50,1592 %0.15
ALTIN5.902,25 %0.77

Devletin üst düzey sac ayağı

Günay Ertan Akgün

Abone OlGoogle News
05 Aralık 2022 09:34

İnsanoğlu yaratıldığı günden bugüne hep yönetme ve yönetilme içgüdüsüyle yaşamış, zaman geçtikçe ihtiyaçlara göre de bunu çeşitli yapılanmalar adına şekillendirmiştir. Bu bizim kültürümüz ve köklü geçmişimizde; bazen çadır, bazen oba, bazen beylik ve bazen de devlet şeklinde olmuş, bu isimler altında dünyaya nam salmış, at ve adalet izlerimizi her yere yaymışızdır.

Topraklar genişledikçe, güç hakimiyeti arttıkça, dünyada ve çevrede farklı akım ve ideolojiler geliştikçe devlet yapılanmaları da şekillenmiş ve zamanla “modern devlet” ler kurulmaya başlanmıştı. Bunu Osmanlı Devleti zamanında da gördük ama adına “vatan” deyip kutsal bildiğimiz “yurt” tutulan bu topraklar; yeraltı ve yerüstü zenginlikleriyle dolu çok kıymetli bir coğrafya olduğu için bir şekilde darmadağın edildi ve kıstırılmış bir bölge de yerine onun devamı olan – önümüzdeki yıl 100. Kuruluş yıldönümünü kutlayacağımız – “Türkiye Cumhuriyeti Devleti” kuruldu.

Devletler, milletlerinin omuzlarında yükselir. Türk milleti bu gerçeği çok iyi bildiği için hiçbir zaman “baş” sız kalmadı ama devlet yapılanmasındaki hantallığı da bir türlü görmedi, göremedik ve babadan / atadan kalma usullerle devlet yapılandırdık, “modern devlet” leşmeye gidemedik. Sırf bu yüzden “el alem aya çıkarken, biz yaya kaldık!” serzenişini hep duyar olduk. “Devlet”, kalkınmaya ve hantal yapısını değiştirmeye – eskilerin deyimiyle – “makûs talihini yenme” ye kalkışsa da hep önüne bir şeyler çıkmış (!), çıkartılmış ve anti demokratik uygulamalarla frenlenmeye çalışılmıştır. “Demokrasi” (!) adına yapılan her bir hamle (!), devletimizi hep elli yıl geriye götürmüş, hiçbir şey kazandırılmamış ve hantal yapısı daha da kronik hâle getirilmişti.

“Her karanlık gecenin aydınlık bir sabahı vardır” misali her bir anti demokratik müdahaleden sonra iktidara gelen partiler, devlet yapısını daha kurumsal – daha profesyonel hâle getirmek ve “blok güçler” arasına sokabilmek için – eksik ya da hatalı tarafları olsa da - var güçleriyle çalışmış, “modern devlet” yapılanmasının önündeki engelleri kaldırmıştı. Bizde bu tecrübelerden hareket ederek, “devlet” i “devlet” yapan bazı kesimlerden bahsedecek, üzerinde durmaya çalışacağız;

1 – KURUMLARI “BAŞ” SIZ BIRAKMAYAN; BÜROKRATLAR

Devlet kurumlarındaki hantal – iş göremez yapıları değiştiren, onları günün şart ve koşullarına göre şekillendiren – zaman istek / ihtiyaçlarına cevap veren, başta “bakanlar” olmak üzere devlet ile hükümet ilişkilerini düzenleyen yöneticilerin başında “bürokratlar” dediğimiz büyük bir kesim gelir. Âdeta “ordu” yu andıran bu kesimden zaman zaman her ne kadar şikayetçi olsak, bir zamanlar BİMER’i (Başbakanlık İletişim Merkezi) ve sonrasında da CİMER’i (Cumhurbaşkanlığı İletişim Merkezi) mesaj ve telefon yağmuruna tutup hantallığını dile getirsek de aslında “devlet yapılanması” nı – kelime anlamıyla “ofis yönetimi” anlamına gelen -“bürokrasi” kesimi dediğimiz “bürokratlar ordusu” yönetir ve en kötü zamanlarda da en iyi bunlar temsil eder, ediyor.

Kelime kökeniyle baktığımız zaman “büro ya da ofis yöneticiliği” ni ifade eden ve daha sonrada sayı olarak bir orduyu andırıp ideoloji haline gelen “bürokrasi” yi temsil eden, adına genel müdür – daire başkanları – müsteşarlar – müşavirler – yeni getirilen “cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi” yle birlikte “bakan yardımcısı” vesaire diye adlandırdığımız bürokratlar, ne zaman ki “ehliyet” – “liyakat” – “sadakat” ilkelerinden kopup “siyaset” ve “cemaatler” e bulaşmaya başlamış, işte o zaman “devlet” ve yapısı, çok tartışılır hâle gelmiştir. Bu algı ve şikayetlerin bir an önce ortadan kaldırılması gerekir.

Üst düzey bürokratların tek hedef ve gayesi; siyaset ve cemaatlere hizmet etmek değil, temsil ettikleri devlete “hizmet etmek” ve “kalıcı bir yapı” bırakmak olmalıdır, olmalıydı. Bu şevk ve aşk, terkedilmeye başlanılınca ortaya hiç de istemeyip tasvip etmediğimiz, anti demokratik uygulama ve adaletsiz davranışlar çıkar ve hantallık devam eder.

Bürokratların “ehliyet” – “liyakat” ve “sadakat” ilkelerine sahip olmakla birlikte aynı zamanda en az bir yabancı dil bilmeleri, internet ve sosyal medya ortamlarını hâkim olacak derecede takip etmeleri, “blok güç” halindeki uluslararası yapılanmaları incelemeleri, yıkılıp yeniden kurulan “devletler tarihi” ni iyi okumaları, “modern devletler” diye tarif ettiğimiz devletlere gezi düzenlemeleri ve bu devletin kurumlarını incelemeleri, koltuklarından kalkıp sahaya inmeleri ve temsil ettikleri kurumların taşralara varıncaya kadar olan temsilciliklerini otokontrol altına almaları, kurumları tepeden tırnağa çağın ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde yeniden dizayn etmeleri gerekir, gerekmektedir.

2 – YATIRIMLARIN BEYİN GÜCÜ; TEKNOKRATLAR

Devletimizin ulaşım (deniz, kara, havayolları gibi büyük bir ağla donatılması), enerji (HES, GES, RES vb. alternatif yenilenebilir enerji kaynakları), alt yapı, eğitim – sağlık tesis alanlarının planlama ve inşa edilmesi, uzay bilimleri ve uydu haberleşme yatırımlarıyla ilgili radikal kararların alınmasında, kamuoyunun basit bir şekilde algıladığı “ihaleler” le ilgili tüm hazırlık çalışma ve sonrasındaki takiplerle ilgili her bir kararda “teknokratlar” ın imzası vardır.

Teknokratlar - adından da anlaşılacağı üzere – eğitimlerini “teknik” alanlarda alan ve genellikle mühendislerden oluşan kadroları ifade eder. Bunlar; yeri geldiğinde inşaat mühendisi, yeri geldiğinde makine mühendisi, yeri geldiğinde elektrik ve elektronik mühendisi, yeri geldiğinde de – son zamanların gözde meslekleri arasında yer alan – malzeme ve mekatronik mühendisleri de olabilir. Her teknokrat bir bürokrattır ama her bürokrat bir teknokrat değildir. Teknokratlar, meslekî unvanlarıyla anıldıkları ve devlet kademelerinin tepe noktalarında yatırımlara yön ve şekil verdikleri için daha çok bilinir ve göz önünde olurlar.

Siyasetin ve kalkınmaya yönelik projelerin hayat bulması ve tatbik edilmesi için bunların arka planında her ne kadar siyasî irade olsa da aslında başarılı teknokratların imzası vardır. Hatta siyasî liderlerin “teknokrat” kökenli olması, iktidara gelmeleri ve yatırımlara imza atılması açısından oldukça da önemlidir. Siyasi tarihimize baktığımız zaman bilindik birçok liderin teknokrat kadrolardan geldiğini, bu kişilerin hem meslekî ve hem de siyasî alanda çok da başarılı olduklarını görürüz. Rahmetli Turgut ÖZAL, Süleyman DEMİREL, Necmettin ERBAKAN bunlardan birkaçıdır.

Teknokratlar; “devletin geleceği” adına yapılacak yatırımlarda işin fizibil yönünü - teknik ve ekonomik boyutlarını düşünmeli, siyasî konjonktürümeslekleri ve yatırımlara alet etmemelidirler. Siyasî düşünce ve tercihleri mesleklerinin önüne geçmemeli, günün koşullarına / dünyadaki gelişmelere göre kendilerini geliştirmeleri, meslekî – teknik hakem sayılan ortamlarda kendilerini kabul ettirecek projelere imza atmaları, alt kadrolarını parti / cemaat referanslı kişilerden değil tamamen ehliyet – liyakat ve sadakat ilkelerine göre hareket eden kişilerden seçmeleri ya da tercih etmeleri gerekir, gerekmektedir. Yatırım ve planlama işleri, tamamen “ekip” işi olduğu için üst düzey kadrolar ile bunların alt kadrolarının tam donanımlı olmalarından geçer.

3 – DEVLETLERİN DIŞARIDAKİ YÜZLERİ; DİPLOMATLAR

İçte başarılı olan devletler, uluslararası arenada kendilerini tanıtmak ve temsil ettirmek, “blok güçler” de hak ettikleri yeri bulmaları için görevli personellerini kullanır, atar ya da sahaya sürer. Bu personeller yeri geldiği zaman büyükelçi – elçi olurken, yeri geldiğinde başkonsolos – konsolos ve ataşe ile maslahatgüzar adlarıyla da anılırlar, bunların tamamına da “diplomat” denilir. Diplomasinin bürokrasi gibi kendine has kural ve konseptleri vardır ve diplomatlar da buna göre hareket eder, etmek zorundadır.

Bir bilim dalı olmakla birlikte “Diplomasi”; daha çok “devletlerin kurumsal kimlikleri” ni dışa yansıtan diplomatların kullandığı ortak dildir. Bunun için de diplomatlar; bölgeleri iyi bilen – gittikleri devletlerin yapısını iyi tanıyan (en azından “tercüman” a gerek kalmadan o devletin dilini ve kültürünü bilmesi gerekir), içte kazan kaynasa da dışarıya bunun yansıtmayan, “blok güçler” arasında ikili ve çoklu ilişkileri geliştiren, dirayetli – kurumsal bir devlete sahip olunulduğunu gösteren, gerekli lobileri oluşturan ve olanlara da “örtülü ödenekler” vasıtasıyla sahip çıkan, ekonomi – siyasi – istihbarî bilgilerle tam olarak donatılmış / donatılan kişilerden oluşması lazım.

Sürekli olarak diplomatlarınızı değiştirir, ehil insanları göreve getiremez, içte de “politika malzemesi” haline getirip gülünç duruma düşer ve “basiretsiz” politikaların atadığı “yetersiz” diplomatlarla dış politikanızı sürdürmeye devam ederseniz peşinen “iflas bayrağı” nı çekmiş olur, gittiğiniz ortamlarda da “muhatap” kabul edilmez, ellerini omuzunuza koyan – karşılarında ceket ilikletip iki büklüm olduğunuz / muhatap alınmadığınız devlet liderleriyle karşılaşmış olursunuz. Sürekli olarak bunları yaşamadık mı?!...

100. kuruluş yıldönümünü yaşayacağımız Cumhuriyetimizin “ikinci Türkiye yüzyılı” nda, dışta muhatap kabul edilmek – çevresel / küresel etkin politika üretmek ve bunları “devamlı” hâle getirip “rol” biçen devletler arasında yer almak – kalıcı olmak, yeni “güç dengeler” i kurmak ve bunlarda etkin rol oynamak, yeraltı ve yerüstü zenginliklerinizi “tampon” – “karakol” – “liman” devlet olarak değil “stratejik güç” olarak kullanmak ve yeri geldiğinde bunları sahaya sürüp “aba altından sopa göstermek”, ensesine vurulan değil bilgisine – oluruna başvurulan devlet olmak için “diplomat” ordunuzu çok iyi donanımlı hâle getirmek, desteklemek ve ihtiyaçlara göre dizayn ettirmeniz gerekir. Aksi takdirde bırakınız “üçüncü devlet” olmayı “devlet” olarak bile kabul edilemezsiniz. Bu ülkeye “hindi” anlamına gelen “Turkey” denildiği günler geride kaldı. Çok şükür ki sonunda “Türkiye” olabildik!...

“Modern Devlet” olabilmemiz ve uluslararası arenada ligin ilk onunda yer alabilmemiz için içte bürokrat ve teknokratları / dışta da diplomatları daha donanımlı – bilgili – eğitimli (kariyer sahibi) hâle getirmek, kurum / meslek içi eğitimlere tabi tutmak, referans olarak alınması gereken ehliyet – liyakat ve sadakati kelimelerde hapsetmemek, bakan – bakan yardımcısı gibi üst düzey siyasilerin sürekli olarak kendilerine bağlı bulunan personelleri yerinde ziyaret etmek – sorunlarına çözüm bulmak, denetlemek ve kendi hallerine bırakmamak gerekir.

Otokontrollerin adına “devlet” dediğimiz “denetim mekanizması” tarafından sağlandığını ve yalnız bırakılmadığını hisseden bürokrat – teknokrat ve diplomat gibi devletin üst düzey “sac ayağı” her zaman kendini daha çok güvende hissedecek, temsiliyet güç ve kabiliyeti her daim üstün olacaktır. Sizce de bu, köklü bir devlet geleneği olan Türk devleti ve milletinin hakkı değil midir?!...

Günay Ertan Akgün

Akit TV köşe yazarı