BIST9.988,06%0,73
USD32.4189%-0.28
EURO34,8226%0.13
ALTIN2.433,88%-0.20

NAMUSLU GAZETECİ YALIDA OTURUR MU?

Günay Ertan Akgün

Abone OlGoogle News
02 Temmuz 2021 09:14

Bazı mesleklerin değeri – ederi parayla ölçülmez. Bu meslekleri icra etmek; sevda ve aşkı gerektirir. Platonik olarak tutkunluk; başarıyı getirmez, tam tersi hayal kırıklığına uğratır. Gazetecilik de bu mesleklerden biridir.

Gazetecilik mesleğinin - bazı meslekler de olduğu gibi - hem okullu ve hem de alaylı erbapları vardır. Eskiden bu mesleğin okullu muhataplarına pek rastlanmaz, daha çok yetenekli (o dönemdeki tabirle “kalemi kuvvetli”) olanlarla muhatap olunurken, daha sonrasında da - önce “Basın Yayın Yüksekokulu” sonrasında adı değişerek “İletişim Fakültesi” ne dönen okulların mezunları sayesinde – okullu olanlarına rastlamaya başladık. Bu da beraberinde bir taraftan meslek erbaplarının sayısını arttırırken, diğer bir taraftan da meslekteki – “çokluk” her zaman “rahmet” getirmez misâli - “kalite” yi düşürdü. “Yetenek” i olmayanın, “okul” u olsa ne yazar, okul da bir yere kadar. İş, ister istemez diploma yüklü merkebliğe döner!...

Alaylı – okullu da olsa bazı meslekler bağlı bulundukları cemiyet, dernek, vakıf, birlik, oda gibi kuruluşlar tarafından temsil edilir, yönetilirler. Bunlar kendi içerisinde belirledikleri “meslekî ilkeler” le yönetilir, mesleğin tablosu çizilip şablonu oluşturulur ve bunlara göre de üye kabul edilir. Bu yerler aidat ya da varsa ekstra gelirlerle ayakta durmaya çalışır. Bizim mesleğimize de düşen kuruluşlar; “Gazeteciler Cemiyeti” ve “Türkiye Yazarlar Birliği” olmuştur. Bu yerlere “üye” olmak mecburî olmasa da mesleğin getirmiş olduğu tüm temsil ve sorumluluklar için belirlenmiş olan “meslekî ilkeler” e her zaman uymuş ve uyulması konusunda da uyarılarımızı yapmışızdır, yazılanın kitapta kalmasına müsaade etmemişizdir. Yine bu uyarılara devam etmeye çalışacağız:

Biz, gazetecilik mesleğini; Allah’ın bize bir lütfu olarak “yazı yazma yeteneği” ile bilgi edinme metotlarını birbirleriyle karıştırarak yoğurmuşuz ve maya olarak da – “yalan haber” yazmayıp “doğru” ları ifade ettiğimiz için de - insanların “kul hakkı” na girmemeyi katmışızdır. Böyle bir meslek erbabının tek derdi mesleği olur. “Geçim” endişesi taşımayıp saygın bir mesleğe sahip olduğu için de gelecek adına da kaygı duymaz.

İtibarlı bir mesleğe sahip olan o mesleği taşımasını / temsil etmesini bildiği gibi kendisi de bir o kadar itibarlı olur ve parmakla gösterilir. (Bizim, geçmişte birçok gazete ve dergide yazı yazan “örnek” aldığımız çok sayıda gazeteci / yazar abilerimiz oldu, onların izinden gittik ve bu anlamda hem kişiliğimize ve hem de mesleğimize çok şey kattılar.) Bunu bir tarafa bırakıp mesleğini farklı kulvarlarda kullanan, tehdit / şantaj yoluyla “gelecek” adına “birikimler” (!) yapmaya çalışanlar, 1990’lı yılların başından itibaren özel TV kanallarının kurulmasıyla birlikte “görsel medya” ya geçmiş ve buradan daha çok kişiye ulaşmaya (!) çalışmışlardır.

Zaman geçtikçe tanınan ve bu vesileyle nemalandıkları “gazeteci” kimliğini bir tarafa bırakıp – daha “teknolojik” / “modern” (!) ifadeyle – ekran sayesinde “televizyoncu” olan kişilerin bir kısmı, kendi zaman tüneli içerisinde hoş bir seda bırakmadan çekip gitmiş / arkalarından da ağlayan olmamış, diğer bir kısmı da bu isimler karşısında tutunamayarak kendi kabuklarına çekilerek unutulmaya yüz tutmuştur. İkinci kısımda yer alanlar, mesleğin ağırlığıyla “ahlâk” / kibarcası etik ilkelerine uydukları için “ekran erbabı” olmak yerine eski gazetelerine dönerek mesleğinden geçim sağlamaya ve bununla ayakta durmaya çalışarak ya “emekli” olmuş ya da terk – i diyar eylemişlerdir.

Gazete mürekkebiyle tanışıp mesleğe dört elle sarılan ve kalem tutan eller, TV ekranlarına çıkıp mikrofon – kamera ve bunları aktaran “ekran” sayesinde zamanla daha çok tanınır hâle geldiler. Bu da meslekte bazı “şöhret budalaları” nın doğmasına, şöhretin getirmiş olduğu baş dönmesi / ukalalıklar “para çılgınlığı” yla birleşince de daha çok şöhret olma / ekranda kalma hırsına dönüştü. Bu öyle bir hırs oldu ki, gazeteci zamanla “kalemşör” oldu ve tehlikeli bir meslek halini aldı. Eline mikrofonu ve kamerayı alan herkes mesleğin pespaye haline getirildiği bu tutum ve davranışlar sayesinde âdeta zabıta / polis ve savcı / hâkim oldu ya da kendilerini öyle zannettiler. Bunların “kimler” olduğunu anlıyor ve biliyorsunuz. “İsimlerinin ne olduğu” konusunun çok da önemli olmadığı bu kişiler, bizim için birer örnek olmasa kayda değer alınmasa bile son zamanlarda ortaya çıkan kokuşmuşluklar, geçmişten gelen bir süreçle bizleri tekrar “haklı” çıkarttı.

Bu ülkede “millî” / “manevî” tüm “değerler” karşısında bizi “ezik” göstermeye çalışan, her devirde buldukları yandaşlarıyla birlikte hareket edip hor gören / hakaret eden, bunu da kendilerinde “hak” (!) addeden ve ne yazık ki de “gazeteci” geçinen zatların, yaşam koşullarına – şatafat / debdebe gösterilerine baktığımız zaman “bu değirmenin suyu nereden geliyor?” – “geçim kaynakları” / “para transferleri” araştırılmalı diye defalarca dile getirmiş ve bu konudaki rahatsızlığımızı da ifade etmiştik. Gazetecilik mesleği, bu kadar kazandıramazdı ve bu işte bir “iş” vardı.

Gerçekten de hakkıyla gazetecilik mesleğini icra edenler, çok kazanmaz ve kıt kanaat gelirleri sayesinde ayakta durmaya çalışırlar. Bu durum, eskiden öyle bir hâl almıştı ki sırf bu yüzden bile gazetecilere kız verilmez, evlendirilemezdi. Şu anda bakıyorsunuz, ekran ve onun getirmiş olduğu şöhret sayesinde az kazansalar bile öyle bir yaşam tarzları var ki, “namuslu” olan ve mesleğin etik kurallarına göre çalışanlar - eğer ekstra bir gelirleri ya da ikinci bir işleri yoksa - bu şekilde yaşayamaz / yaşamlarını bu şekilde sürdüremez, girift / kirli ilişkiler / asparagas haber düzenleme senaryolarının arkasında olmazlardı.

Son zamanlarda ayyuka çıkan dedikodular, deşifre olan mafya – medya – siyaset sac ayaklı kirli ilişkiler, cemaat / tarikat ve onların temsil ettikleri holdingler ile siyasi parti bağlantıları sayesinde afişe olan isimler (daha doğrusu “gazeteci” geçinenler); boğaza nazır yalı ya da deniz / göl / orman manzaralı villalarda oturamaz. Bu, aslında geçmişte de böyleydi ama birileri bunların üstlerini kapatıp dillendirilmesine müsaade etmedi, bir şekilde ettirilmedi ama “unutuldu” zannedildi. Artık - “ben yanarsam, sen de yanarsın!” misâli - mızrak çuvala sığmıyor ve bu yüzden mesleği hakkıyla icra etmeye çalışanlar, “çok laf yalansız, çok mal haramsız olmaz” gerçeğiyle kim ne derse desin; milyon dolarlık villada – yalılarda oturamaz ve milyon TL’lik de arabalara da binemez, yok öyle yağma!... Artık yemiyor beyler; KİMSEYİ KANDIRAMAZ, İKNA EDEMEZSİNİZ!...

Yazımızın başlığında “Namuslu gazeteci yalıda oturur mu?” diye sormuştuk ya, işte şimdi cevaplandırıyorum; Namuslu gazeteci, yalıda oturamaz. Eğer bu kişinin yalı alacak kadar bir geliri olmadıysa kirada otursa bile ekstra bir geliri yoksa ve yalıda oturuyorsa; ya “gazeteci” değildir ya da ısrarla gazeteci olarak geçiniyorsa “namuslu” değildir.

Günay Ertan Akgün

Akit TV köşe yazarı