Bir ayet ile çözebilecek iken, şu yaşanılanlara bakar mısınız
Ali Karahasanoğlu
Diyarbakır’ın bir köyünde, sekiz yaşındaki bir kız çocuğunun öldürülmesi sonrasında, şu yaşadıklarımıza bir bakar mısınız?
Köy içerisinde yaşanan bir cinayet.
Köy yeri olmasına rağmen bazı noktalarda kameralarınız da var.
Hemen herkesin cep telefonu var.
Köyde yaşayan kim varsa, jandarma ifadesini aldı.
Yetmedi, hem arama çalışmaları için hem sorgulama için Ankara’dan özel ekip gitti.
Pedagoglar eşliğinde çocukların ifadeleri alındı.
Özel yetiştirilmiş sorgulama ekipleri görevlendirildi.
“Teknolojik çağda hiç kimse, izini kaybettiremez” diye düşünülürken.
Üstelik; izini kaybettirecek olanlar, köyde yaşayan, nispeten teknolojik imkanlardan/bilgilerden mahrum insanlar iken.
İzi bulacak olanlar ise teknolojik imkanlara en üst seviyede hakim ve bilgisi olan, uzman isimler olduğu halde.
Köyde işlenmiş, büyük ihtimalle de planlı olmayan bir cinayeti çözemiyoruz.
Cep telefonu kayıtları diyoruz.
Kim kimle ne zaman görüşmüş, yan yana iki kişinin telefonları sinyal verirken, telefona niye ihtiyaç duymuşlar anlayamamışken.
Nice büyükşehirde yaşayan insanlarımız, WhatsApp yazışmalarını nasıl sileceklerini, hangi programla sileceklerini kaç defa sileceklerini, sildiklerinden sonra tekrar ulaşılıp ulaşılamayacağını bilemiyorken.
Öldürülen Narin kızımızın sadece amcası değil.
Köyün neredeyse tamamı, sanki WhatsApp/cep telefonu uzmanıymış gibi.
Kayıtları silmişler.
Biz de şimdi, “kayıtlara ulaşamıyoruz” diyor ve cinayeti çözemiyoruz.
Çözemediğimiz bir cinayet üzerinden; işin daha vahimini söyleyeyim, yüzlerce yeni yeni cinayetler işliyoruz.
Akşam yatıp sabah kalkıyoruz ve “aile içerisinde şunun, şununla ilişkisi vardı, bu bunu gördü, şu şunu susturmak için cinayeti işledi..” diye, ahlaksızca senaryolar yazıp, bir cinayete, onlarca cinayet daha ekliyoruz.
Ne kadar aciziz görüyor musunuz.
Ne kadar çaresiziz farkında mısınız.
Büyük ihtimalle, arkasında emperyal devletlerin elemanlarının bulunduğu, Jandarma Genel Komutanımız Eşref Bitlis’in uçağının düşürülmesi gibi çok büyük ve komplike bir operasyondan bahsetmiyoruz.
Emperyal devletlerin uşaklarının dahil olduğu, kripto elemanların devreye girdiği derin operasyonlar sonrası işlenen cinayetlerden bahsetmiyoruz.
Uğur Mumcu’nun arabasının altına konulan bombadan bahsetmiyoruz.
Turgut Özal’ın tam da Cumhurbaşkanlığı’ndan istifa edip, parti kurmaya ve DYP-CHP arasındaki kirli ittifakı sandıkta yenmek için kolları sıvadığı bir aşamada.. Kalp krizi süsü ile şaibeli vefatından bahsetmiyoruz.
Diyarbakır’ın bir köyünde işlenen cinayet bu.
Ve üç haftadır çözülemiyor.
Köyün yarısını sorguladık.
Cinayet günü köyde olmayanları bile getirip ifadelerine başvurduk.
Yok, yok oğlu yok.
İlk günler, “Narin’e bir ulaşalım, başına gelenleri tümü ile çözeriz. Canlı ulaşırsak zaten o anlatır. Öldürülmüşse, cesedi üzerinden cinayeti çözeriz” denildi.
Narin’e canlı ulaşamadık. Ama cesedini bulduğumuzda da cinayeti çözemedik.
“Otopsi yapılıyor, tamamdır, az kaldı.. Cinayet çözülüyor” dedik.
Otopsi de yapıldı, rapor da çıktı.. Yine ortada bir sonuç yok.
“Tamam tamam bir itirafçı var, korkunç açıklamalarda bulundu. Amca, 200.000 TL karşılığında cesedi ortadan kaldırmayı komşuya teklif etmiş. Cinayet çözüldü” denildi.
Yok; yine, Narin‘e kim, niçin kıydı, hâlâ meçhul.
“Anne, baba bütün köylüler cinayeti biliyorlar, ama hepsi susuyor” denildi.
Babayı gözaltında zannediyorduk, sonradan öğrendik ki; şüpheli olarak ifadesi alınanlara yöneltilecek sorular açısından, emniyette misafir edilmiş.
Emniyet birimlerimizi, savcılık makamını, adli tıp uzmanlarını itibarsızlaştırmak için bu özeti yapıyor değilim.
Ne kadar teknolojik gelişme yaşanırsa yaşansın..
Tıp alanında, suçluları tespit, girift olayları çözme noktasında ne kadar ilerlersek ilerleyelim.
Bir köyde yaşanan cinayette, böyle gelip, kilitlenip, kalabiliyoruz.
Her şeye kapitalist kafayla, ateist kafayla, bilimi kutsallaştıran bir kafayla yaklaştığımızda..
Duvara tosladığımız örnekler yaşayabiliyoruz.
Oysa topluma bir Ayeti Kerimeyi hakkıyla öğretebilmiş olsaydık.
Köylüsünden şehirlisine.. Muhtarından işçisine.
Bütün insanlarımıza bir Ayeti Kerime’yi, tavizsiz uygulamayı öğretebilseydik.
“Allah için adil şahitler olunuz” ilkesini uygulayabilseydik.
Ne WhatsApp’tan yazışmaları istemeye ihtiyacımız kalırdı.
Ne silinen mesajları geri getirmek için, onlarca teknoloji uzmanına başvurma ihtiyacımız olurdu.
Ne adli tıp uzmanlarının, “ceset suda kaldığı için, tam neticeye ulaşamıyoruz” mazeretleri üretmesine gerek kalırdı.
Ne de uzman ekiplerin, “Karşımızdakiler köylü insanlar ama.. Profesyonel suçlulara taş çıkartırcasına, çok rahat yalan söyleyebiliyorlar ve biz bu olayı çözemiyoruz” itirafına muhatap olurduk.
Medya organlarının üç haftadır yaptıkları haberler için, giriştikleri masrafları bir kenara koyun.. Sonuçta reyting elde etmek için harcama yapıyorlar..
Ya devletin yaptığı masraflar?..
Tabii ki her bir çocuğumuz için, her türlü masraf feda olsun deriz.
Ama düşünün, cesedin bulunamadığı aşamada, yer altını gösteren kameralara varıncaya kadar.
Köyün tüm çevresini günlerce karış karış arayan ekiplerin görevlendirilmesine kadar.
Devlet nice masraflara girdi.
Oysa bir Ayeti Kerime’yi toplumumuza hakkıyla anlattığımızda.
O Ayeti Kerimeye sadık kalmalarına sağladığınızda.
Olayı gören olayın öncesini gören, olayın sonrasını gören herhangi bir kişinin şehadeti.
Bizi gerçeğe ulaştırmış olacaktı.
Sol kafa, dinin öğrenilmesini istemiyor.
Ateist kafa, toplumun inançlı yetişmesini istemiyor.
“Boşverin hurafeleri, boşverin ahireti ve devamındaki inançları.
Bilim bizim rehberimiz, her şeyi bilimle hallederiz” diyorlar.
Buyursunlar halletsinler.
Halledebiliyorlarsa.