Tesadüf Değil: Türkiye’ye Kurulan Çok Cepheli Kuşatma
.
Son bir ayın takvimine dikkatle bakıldığında, Türkiye’nin etrafında örülen ağın ipleri artık gizlenmiyor. Olan bitenleri “tesadüf” diye geçiştirmek, ya safdillik ya da bilinçli körlük olur. Çünkü bu kadar kusursuz zamanlama, ancak planlı bir baskı zincirinin ürünü olabilir.
Bu bir tesadüfler dizisi değildir; adım adım işletilen bir güvenlik baskısıdır. Son bir ayda yaşananlar, Türkiye’nin çevresinde daralan bir stratejik kuşağın açık göstergesidir. Zamanlama, hedefler ve aktörler birlikte okunduğunda tablo nettir: Türkiye’ye “geri çekil” mesajı verilmektedir.
11 Kasım 2025’te Azerbaycan’dan dönen Türk Hava Kuvvetleri’ne ait C-130 Hercules uçağının Gürcistan hava sahasında düşmesiyle başlayan süreç, yalnızca bir kaza olarak ele alınamaz. Yirmi personelimizin şehit olduğu bu olay, Kafkasya’daki güç dengelerinin yeniden şekillendiği bir döneme denk gelmiştir. Resmî raporlar teknik arızayı işaret eder; ancak güvenlik literatüründe zamanlama, en az sebep kadar önemlidir.
23 Aralık ise bu baskı zincirinin düğüm noktasıdır.
Libya Genelkurmay Başkanı Orgeneral Muhammed Ali Ahmed Al-Haddad ve beraberindeki üst düzey askerî heyeti taşıyan uçağın Ankara’dan kalkıştan kısa süre sonra düşmesi, Türkiye’nin Libya’daki askerî ve siyasi varlığına doğrudan etki eden bir olaydır. Üstelik bu facia, Libya tezkeresinin TBMM’de uzatıldığı gün yaşanmıştır. Aynı gün içinde Türkiye karşıtı blok, Jerusalem’de sahne almıştır.
Yunanistan, GKRY ve İsrail arasında imzalanan yeni güvenlik ve savunma mutabakatı, Doğu Akdeniz’de Türkiye’yi dışlama stratejisinin güncellenmiş hâlidir. Enerji başlığı bu ittifakta bir örtüdür; asıl mesele askerî koordinasyon ve Türkiye’nin manevra alanını daraltmaktır. Netanyahu’nun kullandığı dil, diplomatik değil, doğrudan caydırma mesajıdır.
Bundan yalnızca üç gün sonra, 26 Aralık’ta İsrail’in Somaliland’ı tanımasıyla baskı hattı Kızıldeniz’e taşınmıştır. Bu adım, Afrika Boynuzu’nda güç dengelerini bilinçli şekilde Türkiye aleyhine bozma girişimidir. Somali’de Türkiye’nin askerî varlığı, limanlara erişimi ve bölgesel nüfuzu dikkate alındığında, bu hamlenin hedefi açıktır: Türkiye’nin deniz güvenliği ve Afrika açılımı.
Bu zincirin arka planında daha eski ama öğretici bir örnek vardır: 2 Ekim 2018’de İstanbul’da işlenen Cemal Kaşıkçı suikastı. Bu olay, Türkiye topraklarında dahi yabancı istihbarat servislerinin operasyon yapma cüretini gözler önüne sermiştir. Kaşıkçı dosyası, Suudi-İsrail yakınlaşmasıyla birlikte Türkiye’ye karşı yürütülen diplomatik ve psikolojik baskının araçlarından biri hâline getirilmiştir.
Bugün gelinen noktada tablo şöyledir:
Kafkasya’da askerî kayıp;
Libya hattında stratejik sarsıntı;
Doğu Akdeniz’de bloklaşma;
Kızıldeniz ve Afrika Boynuzu’nda çevreleme;
Suriye’de ise SDG üzerinden sürdürülen düşük yoğunluklu kuşatma.
Bu, çok cepheli bir baskı mimarisidir.
Baskı, Türkiye’yi geri adım atmaya zorlamaz; aksine güvenlik reflekslerini sertleştirir. Türkiye, Libya’dan çekilmez; çünkü bu Doğu Akdeniz’den vazgeçmek demektir. Somali’de geri durmaz; çünkü bu Kızıldeniz’i rakip güçlere bırakmak anlamına gelir. Suriye’de kararlılığını korur; çünkü sınır güvenliği hiçbir zaman pazarlık konusu değildir.
Bütün bu yaşananlar bir gerçeği de açıkça ortaya koymaktadır: Türkiye’ye baskı kurmaya çalışanlar, aynı anda kendi çöküşlerini hızlandırmaktadır. Recep Tayyip Erdoğan’ın liderliğinde 23 yıldır sürdürülen dış politika, bu tür kuşatmaları öngören, hesap eden ve sahada karşılığını veren bir devlet aklına dayanmaktadır. Türkiye bugün Kafkasya’dan Libya’ya, Doğu Akdeniz’den Afrika Boynuzu’na kadar atılan her adımı okumakta ve karşılığını gecikmeden vermektedir. İsrail ise ne yaparsa yapsın, saldırganlaştıkça yalnızlaşmakta; askeri güçle, tehdit diliyle ve geçici ittifaklarla ayakta kalmaya çalışan bir yapı hâline gelmektedir. Tarih göstermiştir ki meşruiyetini kaybeden her güç gibi, İsrail de stratejik bir daralmaya ve kaçınılmaz bir çöküş sürecine girmiştir. Türkiye ise binlerce yıllık devlet tecrübesi, kararlı liderliği ve milletinin desteğiyle bu baskıların tamamının üstesinden gelecektir. Çünkü bu devlet, kimin yükseldiğini, kimin çöktüğünü tarihten iyi bilir.
Kara kutular elbette incelenecektir. Teknik veriler analiz edilecektir. Ancak devlet aklı yalnızca cihazlara değil, zaman çizelgelerine de bakar.
Bu millet baskıyı tanır.
Bu devlet kuşatmayı okur.
Ve Türkiye, güvenliğini başkalarının insafına bırakmaz.
Şehitlerimize rahmetle…